9 Mayıs 2011 Pazartesi

Çıkmayan Can...

Aslında basit olan bir formül var. Ne kadar erken gol bulursan işin o kadar kolaylaşır. Daha çok açık alan bulur, daha rahat pas yaparsın. Rakibinin yeteneği, futbol bilgisi, mental gücü senin ki kadar iyi değilse, o maçı kazanman genellikle atacağın ik gole bakar. Yani ilk gol özeldir. İlk yarıda Trabzonspor'un oynadığı Sivasspor, Kasımpaşa, Karabükspor vs... gibi maçların temelinde hep bu yattı. Aynı ciddiyetle, aynı kurguyla ve aynı düzenle mücadele ettiğin sürece, yani disiplini elden bırakmadığında işin çok daha kolay olur senden zayıf olan bir rakip karşısında.

Devre arasında ligin ilk yarısını en yakın rakibinden 5, şimdiki rakibinden 9 puan önde bitiren Trabzonspor 3 tane önemli futbolcu transfer etti. Bu futbolcular sezonun başlarında takımdan ayrılan Teofilo Gutierrez'in yerine getirilen Pawel Brozek, Pawel ile birlikte alınan ikiz kardeşi Piotr Brozek ve sağ kanada ekstra bir alternatif olan Mehmet Çakır oldu. Ligin ilk yarısında orta sahasını kalabalık tutan, santrafor olarak Teofilo ile başlayıp, Teofilo ayrılınca Umut Bulut ile devam eden bordo mavililer de, teknik direktör Şenol Güneş, Pawel Brozek'i kullanmayı ancak geçen hafta düşündü. Yani Pawel transfer edildikten sonra yaklaşık 13 hafta kadar forma şansı bulmayı bekledi. Buna mukabil son 17 haftadır, yani bir devre kadar sürede yalnızca 3 gol atan Umut Bulut formasını sırtından hiç çıkarmadı. Takım sallana sallana yoluna devam ederken, kimi zaman Burak Yılmaz'ın, kimi zaman Alanzinho'nun son dakikalarda atttığı gollerle yoluna bir şekilde devam etti. Ligin son iki haftasına girerken de 76 puan toplayarak, daha önceki bir çok şampiyon takımdan daha fazla puanı cebine koydu. Eskişehir deplasmanına kadar son üç haftayı 1-0'lık galibiyetlerle geçen Trabzonspor burada golsüz berabere kalınca liderliği ikili averaj farkıyla Fenerbahçe'ye teslim etti. Sonrasında Pawel forma şansı buldu ve Umut onbirde kalırken, yerine Alanzinho kulübeye çekildi.

Yeni rotasyonun onbirinde Onur'un sakatlığında kalede Tolga Zengin oynarken, savunmanın sağında her zamanki gibi Serkan Balcı yer aldı. Soluna ise ne Hrvoje Cale ne Piotr Brozek ne de Ferhat Öztorun yerleşti. Savunmanın soluna son maçlarda stoper özellikleri sol kanat özelliklerine göre bir kaç misli daha iyi olan Egemen Korkmaz yerleşti. Hatta Egemen, Eskişehirspor ve Gaziantepspor'a karşı bir iki tane değme sol kanatlara taş çıkartacak ortalarda kesti. Defansif orta saha mevkiinde alternatifsiz ikili olan Selçuk - Colman yer alırken, orta sahanın soluna Umut Bulut, sağına Burak Yılmaz yerleşti. Ofansif orta saha konumunda Jaja oynarken, santrafor bölgesi Pawel Brozek'in oldu.

Bucaspor maçı sağlıklı bir teknik analiz yapmaktan çok öte bir durumda aslında. Ben 76 puan toplamış, son 180 dakikaya nefes nefese girmiş ve oynadığı maçlarla rakibinin sinirini fena halde bozan bir takımı biraz kötüleyeceğim aslında. İşler kötüye gittiği zaman kötülemek zaten en kolay iş. Halının altına süpürülen yanlışlardan bahsedelim biraz.

Bucaspor maçı endeksli ama genel bir sezon analizi yapmaya çalışalım. Ligin ilk yarısında oynanan futbol normal bir Spor Toto Süper Lig futbolu değildi. Akışkan bir pas trafiği, rotasyonu dibine kadar kullanan bir takım, sonuca endeksli hücumlar, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile rakibini ısıran ve hemen her maç koparan Trabzonspor'u herkes alkışlıyordu. Sallantı yine bir Bucaspor maçıyla başladı. Ligin ilk yarısında 2-0 kazanılan Bucaspor maçında takım daha o zamandan stresi yaşamaya başlamış vaziyetteydi. Muhtemel puan kaybının çok olası gözüktüğü İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında da maçın hakeminin halen tartışılan penaltı kararı Trabzonspor'a 3 puanı getirdi. Karabükspor ile iç sahada oynanılan ilk devrenin son maçında da 82'ye kadar etkisiz olan Trabzonspor ancak rakibin kendi kalesine attığı golle kilidi açabilmişti.

İkinci devrede üst üste yaşanılan puan kayıpları ve yakalanan avantajın hızlı bir şekilde kaybedilmesi stres faktörünü bir hayli öne çıkardı. Artık Trabzonspor maçlarını güç bela kazanan, ekran karşısındaki ve tribünlerdeki seyircisine kabir azabı çektiren bir takım haline geldi. Her maç bir dram, her maç kalp zorlar hale geldi. Bırakın tek farklı galibiyetleri, son dakikaya, son 5 dakikaya, son 10 dakikaya sığdırılan goller, efsane oldu. 32. haftanın sonunda Trabzonspor'un geçirdiği sezon öyle her takımın kolay kolay yaşayabileceği türden değil.

Şenol Güneş şimdiye kadar sergilediği performansla benim için Türkiye'nin en iyi teknik direktörüydü. Hemen her futbolcudan maksimum verimi alabiliyor oluşu, analiz kabiliyeti, duruşu, şekli şemali, herşeyiyle. Ancak dün akşamdan sonra bu iddiamdan vazgeçtim çünkü Şenol Hoca'nın unuttuğumuz bir özelliğini dün akşam yeniden hatırladım. Aslında özellik denmez buna ama en ''modernize edilmiş'' hatlarıyla şöyle söyleyebilirim. Şenol Güneş maalesef, ciddi kompleksleri içinde barındıran bir teknik direktör. Sebebinin ne olduğunu gerçekten bilmiyorum ama Bucaspor maçında takımın önde olduğu halde çökmek üzere olan halet-i ruhiyesine ancak bu kadar kötü teşhisler koyulup bu kadar kötü tedavi edilebilirdi. Bitime yarım saat kala Pawel'i kenara çekip, oyuna Barış Ataş gibi ''ne idüğü belirsiz'' bir futbolcuyu almak, şampiyonluk için konsantre olmuş bir takıma vurulabilecek en büyük darbelerden birisidir herhalde. Trabzonsporlu olmayan beni kesinlikle anlamaz ama sadece dün akşam yaptığı tek değişiklik, Pawel - Barış değişikliği aslında Şenol Güneş'in tüm teknik direktörlük kariyerinin çok kısa bir özeti oldu. Mükemmel bir özetti...

Bu maça çıkana kadar Trabzonspor oynadığı 31 maçın 22 tanesini kazanmıştı. Rakip Bucaspor ise sadece 6 tanesini. Trabzonspor'un yalnızca 2 mağlubiyeti bulunurken, rakip Bucaspor'un 18 mağlubiyeti vardı ki, Bucaspor ligin en çok mağlup olan takımı konumunda bulunuyordu maçtan önce. Trabzonspor rakip fileleri 60 kez sarsmışken, Bucaspor, Trabzonspor'un yarısından bir fazla olarak 31 gol kaydedebilmişti ki, bu gollerin 9 tanesini son üç maçta atmıştı. Kadrosunda önemli eksikleri bulunan İzmir takımı, bu maça da altyapıdan 2 oyuncu takviyesiyle 18 kişilik kadroyu tamamlayarak çıktı. Teknik direktörleri dahi Süper Lig tecrübesi olmayan bir teknik direktördü. Trabzonspor dün akşama kadar 73 puan toplamış, Bucaspor ise 25 puanda kalmıştı. Arada 48 puanlık devasa bir fark var. Yani şu an Beşiktaş'ın 47, Galatasaray'ın 37 puanı olduğunu söylersem, tabloyu biraz daha net bir şekilde ortaya koyabilirim herhalde.

Maç başladığınında da herşey bu puan farkına mukabil ilerledi aslında. Trabzonspor golü bulanan kadar bir çok fırsatı cömertçe harcadı. Ara ara parlayan bir performans değil, tüm dişlileri işleyen bir mekanizma görünümünde golü bulacağı çok belli bir şekilde ilerledi. Zaten bir duran topta Selçuk İnan'ın ortasına kafayı vuran Burak Yılmaz skor üsütünlüğünü de Trabzonspor'a getirmiş oldu. Peki ya sonrası?

Golden sonra Trabzonspor at yarışı tabiriyle ''duvara çarpmış'' gibi durdu. Az önce o futbolu oynayan takım gidip, yerine 48 puan fark attığı takıma teslim olan, pozisyon üstünlüğünü, oyun üstünlüğünü rakibine kaptırmış bir şekilde mücadele eden ve maçın bitimine 1 saatten fazla olmasına rağmen, son dakikayı iple çeken bir takım haline dönüşüverdi. Bu durum uzun zamandır devam ediyor. Çok uzun zamandır... Golden sonra çekilen çile Abdulkadir Özgen'in klas vuruşuyla dram haline dönüşmek üzereyken, Umut Bulut'un golüyle yarış devam etti.

Ben böyle batıl inançları olmayan, her mucizenin arkasında bilimsel bir açıklama arayan bir adamım. Öyle ilahi güçlerle, totemlerle falan pek işim olmaz ama Umut'un attığı golü bir izleyelim, sonra da devam edelim derim:


Bucaspor bağıra bağıra atacağım dediği golü attığında dakika 87. Öyle aman aman duraklama falan da olmamış, yani hakemin ekleyeceği maksimum +3'ü de hesaplarsak Trabzonspor'un elinde 5 dakika kalıyor. bu kadar silik bir performans gösteren takımın kalan dakikalarda motivasyon olarak çökeceğini, hatta belki bir gol daha bile yiyebileceğini düşünebiliriz ancak öyle olmuyor. Santrada topu Selçuk'a veriyorlar, Selçuk hemen önündeki Alanzinho'ya atıyor topu. Alanzinho ikili markaj içerisinde son anda topu Umut'la buluşturuyor. Umut'un önündeki savunmacı dengesini kaybedip yere düşüyor. Umut, normalde pek yapmadığı bir işi yapıp, bir kaç uzun adımla topu sürüyor, bir anda pozisyon doğuyor, solunda Burak bomboş pozisyonda (ofsaytta olabilir) ama Umut bir adım daha topu sürüyor, genç kaleci Ömer açıyı müthiş kapatmış vaziyette. Mükemmel bir şekilde tam olması gerektiği yerde pozisyon almış vaziyette, Umut yeteneğinde bir oyuncu ancak o vuruşu yaparsa, top ağlara gider. Umut o vuruşu yapıyor. Daha önce iki kez Burak'ın, iki kez Alanzinho'nun yaptığı gibi... Ekran karşısında şaşkınız. Bütün ahali kitlenmiş vaziyetteyiz. Yine oluyor. Bir kez daha oluyor. O ilahi güç neyse, o totemi kim yapıyorsa, o duayı kimler ediyorsa, bir kez daha oluyor. Gol sevincinden öte şaşkınlık var. Artık şaşkınlık var. Takımın ayakta kalması, şampiyonluk iddiası falan başka bir şey. Bu olanlar çok başka... Şans mı? Bu kadar da fazla mı sizce? Tesadüf mü? Bu kadar tesadüf olur mu? Kader mi? Kısmet mi..? Açıklanamaz bir şey var... Doğaüstü... Kimse açıklayamaz...Ben buna inanıyorum artık...

Yazının başında daha çok ''giydirmeyi'' planlamıştım ama olmuyor. Metafiziğin karşısında maddeyi ne kadar eleştirebilirsin ki... Ganzilist Ayhan'ın dediği gibi: ŞAMPİYONLUK İÇİN KAÇ MAÇI SON ANDA ÇEVİRİRDİN?

Hiç yorum yok: