30 Eylül 2009 Çarşamba

En Kritik Maç


Scholes'un golüne teslim olup, Manchester United'a karşı İnönü Stadyumu'nda ekstra puanı çıkartamamıştı Beşiktaş. Lig performansı zaten ''dip'' yapmış durumda. Bu maçtan alınacak olası bir mağlubiyet, iki hafta sonra yine deplasmanda oynanacak olan Wolfsburg maçını ''dram maçına'' çevirebilir. Hangi onbirin çıkacağı, kimin nerede oynayacağı bile belli değil. İşte Beşiktaş'ın bu sezon şimdiye kadar oynayacağı en kritik maç geldi çattı.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Ben Beşiktaş'ın teknik direktörü olsam sahaya şu kadroyla çıkardım:

Rüştü Reçber (Hakan Arıkan)
İbrahim Toraman (Ekrem Dağ)
İbrahim Üzülmez
Tomas Sivok
Matteo Ferrari
Michael Fink
Fabian Ernst
Nihat Kahveci
Rodrigo Tello
Rodrigo Tabata
Filip Holosko

Zaten Beşiktaş'ın ideal onbiri de sezon başından beridir böyle olmalıydı ancak tabi ki, İbrahim Toraman'ın ve Rüştü Reçber'in sakatlıkları ile Tabata'nın takıma geç katılmasının bu onbirin öyle birinci haftadan itibaren kurulamayacağını açıkça göstermekte. Zaten Toraman ve Reçber'in sakatlıkları var ve oynayıp oynamayacakları henüz belli değil. Alternatifleri bu yüzden yazdım. Tabi ki kontenjan sorunu dolayısı ile, Tabata'nın yerine Yusuf'u ya da Tello yerine Serdar Özkan'ı da Turkcell Süper Lig için düşünebiliriz ancak Şampiyonlar Ligi maçlarının ideal tertibi budur.

CSKA Moskova kim ne derse desin güçlü bir ekip. Kadrosunda Igor Akinfeev, Sergey Ignashevich, Aleksei Berezutski, Daniel Carvalho, Milos Krasic ve Evgeniy Aldonin gibi yetenekli futbolcuları barındıran kulübün Beşiktaş'tan daha kaliteli bir kadroya sahip olduğunu söylemek ise güç. Wagner Love ve Jo gibi önemli oyuncularını Avrupa'ya kaptıran Rusya temsilcisinin stadı ise ''suni çim''.

Normal şartlar altında Beşiktaş'ın rakibine ''kök söktürmesi'' gereken bir mücadele olmalı ancak Beşiktaş'ın içinde bulunduğu darboğaz onları olumsuz yönde etkileyebilir. Mustafa Denizli'nin Şampiyonlar Ligi'nde üstüste yedi maçtır kaybediyor oluşu da eksi bir istatistik. Maç saat 19:30'da başlıyor ve Star'dan canlı olarak takip edilebiliyor. Maçın anahtar cümlesi bana göre şu olmalı: Yenemiyorsan, yenilme...

29 Eylül 2009 Salı

Skor Tahmin Oyunu 7. Hafta Sonuçları

















7. Hafta Puan Durumu

1. Hakan Demirel : 36

2. Tolga Şener : 22

3. Melih Kazdağ : 9

4. Murat Yılmaz : 8

5. Faruk Turutoğlu : 4


Genel Puan Durumu

1. Hakan Demirel : 128

2. Murat Yılmaz : 105

3. Tolga Şener : 95

4. Faruk Turutoğlu : 63

5. Melih Kazdağ : 50

Galatasaray'ın Yedide Altısı...


Galatasaray lige üstüste altı maçını kazanarak spektaküler bir giriş yapmasına rağmen, Kasımpaşa karşısında verdiği puan kaybı sinyallerini Eskişehispor karşısında gerçekleştirerek, ligin başından beridir götürdüğü zirve mücadelesinde ilk kez puan farkıyla geride kalmış oldu.

Sezon başında en sükseli teknik direktör ve oyuncu transferlerine imza atan Galatasaray özellikle ilk birkaç haftalık lig ve Avrupa Kupası performansının ardından bir anda birçoklarına göre şampiyonluğun en büyük favorisi haline geldi ki bu birçoklarına ben de dahilim.

Lige üstüste Gaziantepspor, Denizlispor ve Kayserispor'u mağlup ederek giren Galatasaray bu karşılaşmalarda 3 golün altına hiç düşmedi. Sonrasında Ankaraspor, Beşiktaş ve Kasımpaşa'yı deviren sarı kırmızılı ekip bu karşılaşmalarda da en az 2 gol bulmayı başardı. 2 golün altına düştüğü ilk maçta Eskişehirspor'a takılan Galatasaray'ın bu dönemdeki en golcü oyuncusu ise çoğu kez yedek kalan Shabani Nonda oldu. Avrupa Kupası maçlarında da farklı galibiyetler alan sarı kırmızılıların, Beşiktaş maçında başlayan ve Kasımpaşa ile Eskişehirspor karşılaşmalarında da devam eden bir form düşüklüğü olduğu ise gözlerden kaçmıyor.

Bu sezon kalesini De Sanctis yerine Leo Franco'ya devreden Galatasaray'ın bu bölgede istediği verimi aldığını söyleyebiliriz zira Leo Franco ortama adapte oldukça daha iyi maçlar çıkarabilecek bir potansiyele sahip. Galatasaray son derece kırılgan bir stoper hattına sahip. Sık sık sakatlanan Servet, Gökhan Zan, Emre Güngör ve Emre Aşık'tan oluşan stoper kadrosu o kadar çok fire veriyorki, Eskişehirspor maçında bu bölgeyi Hakan Balta ile savundu Galatasaray. Sabri Sarıoğlu ne kadar eleştirirsek eleştirelim, Rijkaard dahil hangi hoca gelirse gelsin vazgeçilmez oluyor. Ön libero mevkiinde daha çok Mehmet Topal ve Galatasaray'a geldiği günden itibaren Rijkaard'ın gözüne girip ilk onbir olan Mustafa Sarp tercih ediliyor. Hücum hattında ise; Arda Turan, Aydın Yılmaz, Harry Kewell, Elano Blumer, Shabani Nonda ve Milan Baros gibi önemli silahları elinde bulunduran takımın bu mevkisi ise attığı goller ve pozisyon zenginliğiyle zaten olması gerekeni yerine getiriyor.

Galatasaray, Fenerbahçe'den farklı olarak Avrupa Kupası'nı daha çok önemsiyor ancak eldeki geniş kadro iki kulvarda da mücadele etmeye yeterli gibi duruyor. Galatasaray, Eskişehirspor'a takılsa da, hem oynadığı göze hoş gelen futbol, hem de potansiyeliyle bana göre halen şampiyonluğun en güçlü adayı olarak duruyor.

Fenerbahçe'nin Yedide Yedisi...


Fenerbahçe Turkcell Süper Lig'de çıktığı yedi maçın tamamını kazanarak, ulaşılması güç bir rekora doğru ilerlemeye devam etmesine rağmen, birçok konuda halen eleştirilerin odak noktası olmaya devam ediyor. Öncelikle Fenerbahçe'nin üstüste kazandığı yedi maçı bir listeleyelim:

Denizlispor - Fenerbahçe: 0-2
Fenerbahçe - Sivasspor: 3-0
Diyarbakırspor - Fenerbahçe: 1-3
Fenerbahçe - Manisaspor: 2-1
Bursaspor - Fenerbahçe: 0-1
Fenerbahçe - İstanbul B.Şehir Bel.: 1-0
Antalyaspor - Fenerbahçe: 1-2

Bu tabloyu gördüğüm zaman gözüme çarpan ilk şey, Fenerbahçe'nin geçen sezon en büyük kabusu olan deplasman maçlarını bu sezon mükemmel seviyeye çıkardığı. Öyle ki, Denizli, Diyarbakır, Bursa ve Antalya deplasmanlarını kayıpsız geçmeleri, psikolojik anlamda, geçen sezonun üzerine koyduklarını gösteriyor. Zaten kazanılan yedi maçın dördünün deplasman olması bunun en büyük göstergesi. Fenerbahçe deplasman maçlarında, Diyarbakırspor ve Antalyaspor'dan birer gol yemiş. Diyarbakırspor maçında ilk golü yiyen Fenerbahçe, sonrasında maçı çevirirken, Antalyaspor karşısında skor üstünlüğünü yakalamasına rağmen, rakibine yakalanıp, ardından tekrar maçı çevirme başarısını göstermişti. Kendi sahasında ki üç maçta ise, yalnızca bu sezonun tartışmasız ''underrated'' takımı Sivasspor'u farklı geçtiklerini görüyoruz. Hatırlarsanız ligin en kötü performansına sahip takımını yanılmıyorsam 70. dakikaya yakın bir zamanda ofsayttan gelen bir golle çözmüşlerdi. Manisaspor maçını, son dakikada (yine tartışılan bir goldü) kazanmayı başarırlarken, Belediye maçında ise soğuk terler dökmüşlerdi.

Fenerbahçe'nin oynadığı yedi maçı, iç saha ve dış saha olarak ayrı ayrı analiz etmeye çalıştım. Gözüme ilk çarpan nokta da tabi ki, Fenerbahçe'nin deplasman performansının iç sahaya göre daha iyi olduğu şeklinde. Geçen sezon Aragones yönetiminde, sonuncu olarak küme düşen Hacettepe dahil, özellikle ligin yarısında neredeyse çıktığı tüm deplasmanları kaybeden Fenerbahçe bu sezon deplasmanları daha iyi oynuyor. Açıkçası bunu Daum'un oyun sistemine bağlamak gerekiyor bana göre. Aragones'in Fenerbahçe'ye ''futbol oynatmak'' gibi bir hayali olduğundan, ne iskelet bir onbir oluşturabiliyor, ne de takım kimyasını oturtabiliyordu. Takımın yıldızı Alex de Souza ile arasının pek iyi olmadığını da hepimiz biliyoruz. Daum geldiğinden beri, söylediği şey hep aynı: Bizim için önemli olan lig. Zaten Aziz Yıldırım üstüste iki sezondur şampiyonluğu kaçıran takımı bu hedefe ulaştırması için Daum'u İstanbul'a getirdi. Dolayısı ile Christoph Daum ilk hedef olarak ''futbol oynamayı'' değil, ''skor almayı'' seçiyor. Alex'in geçen sezona oranla artan inisiyatifinin yanında, 12, maksimum 13 oyuncuyla maçları götürmeye alıştı Fenerbahçe artık. Dolayısıyla sık sık kadro değişikliği olmayınca, takım kimyası daha bir oturuyor ve futbolcular saha içinde ne yapacaklarını her maç biraz daha fazla tecrübe ediyor. Tabi Emre'nin cezası, Lugano'nun takıma geç katılması ve yabancı kontenjanı gibi sorunlar Daum'un kadro istikarını zaman zaman sekteye uğratabiliyor. Güiza'nın müthiş formsuzluğuna rağmen ilk onbirdeki yerini sürekli alıyor olması dahi aslında Daum'un ince hesaplarıyla alakalı. Semih'in yedek kaldığında sorun çıkarmadığını tecrübe etmiş olan Daum, Güiza'ya hiç dokunmayarak, hem spekalüsyonları, hem de Güiza'nın zaten ''kerhen'' bulunduğu kadroda sorun çıkarmamasını sağlıyor. Sezon başında Güiza için sürekli ''Dünyanın en önemli golcülerinden birisi'' açıklamaları yapması aslında hep bu öngörüden kaynaklanıyor. Hepimizin idrak ettiği gibi, Semih Şentürk, Daniel Güiza'dan fersah fersah daha iyi bir forvet oyuncusu ancak bu bahsettiğim sebepler yüzünden takım ilk onbirinde İspanyol oyuncu yer alıyor. Daum'un rotasyon denediği tek maç olan İstanbul'daki Sion maçından bahsetmeme gerek yok herhalde. Mehmet Topuz'un güç bela girdiği kadroya, Özer'in neden girme şansı olmadığını da aslında yukarıdaki paragrafın genelinden çıkarabiliriz.

Sonuç odaklı futbol aslında Daum'un genel mantalitesi. Türk futbolunu ve yapısını mükemmel şekilde analiz etmiş olan Alman teknik adam, futbolumuzun yumuşak karnının duran toplar olduğunu biliyor. Zaten Alex'in takımda bulunma sebebi, Pierre Van Hoojdonk'un efsane olması, Fabio Luciano ve Tuncay Şanlı'nın hava hakimiyeti hep Daum'un eserleri. Daum döneminde Fenerbahçe kadar duran top golü bulan bir başka takımı bırakın Türkiye'de, Avrupa liglerinde dahi bulmakta zorlanacağımıza eminim. Gerçi bu sezon işler pek böyle yürümüyor zira Daum bu takımı kendisi kurmadığı için daha çok eldeki duran top uzmanlarını kullanmaya çalışıyor. Wederson da Silva'nın üçüncü sezonunu geçirdiği Fenerbahçe'de ki ilk frikik golünü Daum döneminde bulmasını yalnızca ''tesadüfle'' açıklayabileceğimizi düşünmüyorum.

Fenerbahçe sezon başından beridir yalnızca bir resmi maç kaybetti. Tabi ki Daum'un hiç haz almadığı Avrupa Kupası maçında. Hoca için tahmin ediyorum Avrupa Kupaları tamamen bir angarya. Zico döneminde Fenerbahçe'nin yaşadığı Avrupa başarılarını, Daum döneminde yaşaması çok zor Fenerbahçe'nin. Kendi sahasında kaybettiği Twente maçı da, zaten Alman Hoca'nın ''hesaplarında'' yer alan muhtemel bir gelişme bana göre. Fenerbahçe gruptan çıksa dahi (ki çıkacaktır) kupada ilerleyip yıpranmak yerine, lig performansını korumayı seçecektir.

Fenerbahçe için sezon başından beridir hep şampiyonluk yarışında olamayacağını söylüyorum ancak görüntü tabi ki beni fazlasıyla haksız çıkarıyor. Sezona 21 tam puan ile giren bir takımın şampiyonluk yarışının içinde olması eşyanın tabiatına aykırı. Doğal olarak bu iddiamda fazlasıyla yanıldım. Mehmet Demirkol'un söylediği gibi: Büyük şampiyonluk yarışı Fenerbahçe ile Galatasaray arasında geçecek, küçük şampiyonluk yani lig üçüncülüğü için ise birçok aday var.

26 Eylül 2009 Cumartesi

3 Puan Nasıl Kaybedilir?


Rigobert Song'u sağ bekte izleyecek olmanın heyecanıyla(!) geçtim televizyonun karşısına. Orta saha mücadelesi olacağı belliydi maçın. Öyle de oldu. Orta sahadaki didişmeden çıkan ilk düzgün organizasyonda Gabric, arkasından hemen hemen aynı şekilde gelişen atakta Colman golleri bulunca, ben dahil birçok Trabzonsporlu rahat bir maç izleyecek olmanın ''dayanılmaz hafifliğini'' yaşamaya başladık.

Önce orta saha durdu. Oysaki en azından bu maç için ayakta kalması en çok gereken mevki olan orta saha... Bir ara pasında Harbuzzi golü atınca rahat bir maç izlemeyeceğimizi anladık. Yeri gelmişken Gençlerbirliği'ni hakikaten tebrik etmek gerek. 6 maçtır kaybetmemelerinin temel nedeninin, ne teknik kapasiteleri, ne bireysel becerileri olmadığını anladık. Üstün yanlarını keşfetmişler. Mücadele güçlerini... İki farklı yenik duruma düşmelerine rağmen oyundan bir an olsun kopmadılar. Aynı mücadeleyi, aynı isteği, sonuna kadar gösterdiler.

Trabzonspor ikinci yarıya ''3 puan nasıl kaybedilir'' adlı dersi göstermek için çıktı. Devre arasında fenalaşan Gabric oyundan alındı ve yerine Alanzinho oyuna dahil oldu. Gençlerbirliği arttırdığı mücadelesi ve temposuyla topla oynama oranını bir ara % 65'lere kadar yükseltince Hugo Broos bu kez Gökhan Ünal'ı kenara çekip Serkan Balcı'yı oyuna aldı ve Gençlerbirliği'ne ''Hadi biraz daha yüklenin'' komutunu verdi. Slyva'nın kontrolünde(!) ağlara giden toptan sonra kenarda Yattara'nın hazırlandığı gördüm. ''Kurtarıcı'' olarak oyuna girecek olan Yattara'nın sağ kanada, Alanzinho'nun sol kanada alınacağını, Serkan Balcı'nın sağ beke çekilip, Song'un oyundan çıkacağını düşünürken, Hugo Broos 45. dakikada oyuna aldığı Alanzinho'yu 80. dakikada kenara çekmeyi tercih etti. Bir teknik direktörün her ne olursa olsun sonradan oyuna aldığı oyuncusunu oyundan çıkarması büyük bir skandaldır bana göre. Alanzinho'nun ne tür bir psikoloji ve yıkım içinde sahayı terkettiğini gördük zaten. Diyecek bir söz bulamıyorum.

Sonuç itibariyle Trabzonspor iki farklı önde olduğu karşılaşmayı güç bela 1 puan alarak tamamlayabildi. Ben kendi adıma bu teknik direktörden umudu kestim tamamen. Ne bir oyun okuma, ne bir hamle, ne de başka bir varyasyonu olmadı. Barış Memiş'i O'da kenarda çürümeye mahkum etti. Barış'a Trabzon Karadenizspor yolları gözükmeye başladı ufak ufak. Sezon başında transfer edilen Tjikuzu ile Engin Baytar'ın çuvallaması, teknik direktörün zaafiyetleri tamamen yönetim hatalarıdır. Önümüzdeki haftalarda ne olacağını, nasıl skorlar alınacağını tahmin etmek çok güç. Birlikte takip edeceğiz...

25 Eylül 2009 Cuma

Roberto Carlos Meselesi


Türkiye'ye gelmiş geçmiş en kariyerli ve en çok tanınan yabancı futbolcudur Roberto Carlos. Fenerbahçe ile kontrat yaptığı zaman birçokları gibi ben de ''bu işin nasıl olduğuna'' bir anlam verememiştim açıkçası.

Roberto Carlos, Fenerbahçe'ye geldiği zaman gördük ki, Roberto Carlos eski Roberto Carlos değil artık ama ismiyle, şöhretiyle, marka değeriyle, saha içinde olmasa da saha dışında Fenerbahçe'ye çok şeyler kattı. Bir türlü unutamadığı ve sık sık İspanyol basınına dert yandığı Real Madrid günlerinin yanında Brezilyalı futbolcunun bir de geçen sezonun başından beridir sürekli gündemde olan bir ''ülkesine dönme'' meselesi var.

Bu kadar çok konuşulup, bu kadar çok spekülasyon yaratıldığına göre, belli ki Roberto Carlos Türkiye defterini kendi kafasında bitirdi. Son maçta yedek kalmasının bu konuyla uzaktan yakından alakası olduğunu hiç düşünmüyorum çünkü yukarıda bahsettiğim gibi Roberto Carlos'un bu meselesi geçen sezonun başından beridir süre geliyor.

Fenerbahçe'nin sol kanadında, Uğur Boral, Wederson da Silva ve Andre dos Santos gibi alternatifler var. Bunların içerisinde ''wing back'' diye tabir edilen hücumcu bek özelliğinde bir futbolcu yok. Biraz zorlarsak Wederson'u bu kategoriye sokabiliriz. Uğur Boral'ın şu zihniyetiyle bırakın Fenerbahçe'yi, Kasımpaşa'da bile oynaması büyük başarı olur. Kendisinden randıman almak çok zor. Ben hala Zico'nun bu futbolcuyu Sevilla karşısında nasıl bir canavara dönüştürdüğünü merak ediyorum. O adam nasıl bu adam olabilir bilmiyorum. Neyse konumuzu saptırmayalım. Diyeceğim odur ki; Roberto Carlos bana göre hem futbol olarak hem de zihinsel açıdan Fenerbahçe'de ki misyonunu çoktan tamamladı. Kendisine devre arasında ülkesine gitme izni verilirse hem astronomik kontratından kurtulunur, hem de yabancı kontenjanı açılıp, mevkiye bir ''wing back'' transfer edilebilir. Yoksa işin bu türlüsü hem Roberto Carlos'a hem de Fenerbahçe'ye sıkıntı olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

24 Eylül 2009 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 7. Hafta Tahminleri


















G.Birliği - Trabzonspor ( 25 Eylül Cuma - 20:00 Lig Tv )

Bursaspor - Diyarbakır ( 26 Eylül Cumartesi - 20:00 Lig Tv )

Antalyaspor - Fenerbahçe ( 26 Eylül Cumartesi - 20:00 Lig Tv )

G.Saray - Eskişehirspor (27 Eylül Pazar - 20:00 Lig Tv )



Cezalı Oyuncu : Emre Belözoğlu ( Fenerbahçe ) - Sergei Djiehoua (Antalyaspor)

Öyle Bir Başkan Var ki...


Samimi olarak belirtmeliyim ki, Beşiktaş'ın şu anki durumunu sezon başında birileri bana söylese, gülmekten katılır, kendisinin zerre kadar futboldan anlamadığını belirtirdim. Hatta daha iddialı konuşayım; sezon başında şampiyonluk için bir numaralı seribaşım Beşiktaş'tı, ancak ilk altı hafta sonunda siyah beyazlıların 12. sırada kalmasının da çeşitli nedenleri olduğunu düşünüyorum.

Eduard Cisse zaten geçen sezonun devre arasında gözden çıkarılmış ve yerine Michael Fink alınmıştı bile. Fabian Ernst'in geçen sezonki muazzam futboluna ve Beşiktaş'ı sürüklemesine rağmen bu sezon geçen sezonki performansının yarısına bile ulaşamamasının Cisse'nin yokluğuyla bir alakası var mı yok mu sorusunu sorma zamanı geldi sanırım. Cisse'nin bu aralar Marsilya'da sergilediği performansında son derece spektaküler olduğunu belirtmem lazım. Cisse'nin gidişiyle orta sahada bir delik açılmış oldu sanki. Zapotocny yabancı hakkı yüzünden Bursaspor'a kiralandı ama bu da büyük bir yanlış oldu bana göre. Savunmanın da sezon başından beri kendisini toparlayamadığı bir gerçek. Tabata, Beşiktaş'a son derece faydalı bir oyuncu olacakken, hem transferinin gecikmesi, hem de maliyeti, oyuncunun daha maça çıkmadan gereksiz bir baskı altına girmesine sebep oldu. Geçen sezonun methiyeler düzülen futbolcusu bir anda ''tu kaka'' oldu. Nihat, Tello, Holosko, Bobo, Nobre gibi oyunculardan istenilen verimin yarısının bile alınamaması ise şu anki durumun başlıca sebeplerinden.

Sebepleri sayarken Mustafa Denizli'yi atlamak olmaz. Takıntı haline getirdiği belli başlı oyuncular yüzünden (Yusuf, Ekrem, İbrahim Kaş) sürekli sıkıntı yaşamasına rağmen bu oyuncuları her şartta kullanmaya çalışması ve ''ben haklıyımı'' gösterme isteği başını ağrıtıyor ''kurt hocanın''. Hücum hattını her maç birer ikişer oyuncu değiştirip, takımın ''başını döndürmesi'' hocanın gereksiz denemelerinden. Bir de sürekli sanki bu işi gönülsüz yapıyormuş gibi bir havası var ki, aslında en tehlikeli olan bu. Mustafa Denizli'nin takımlarının şampiyon olunan sezonun ardından başarısız olması gibi bir durumda var ancak bu konuya henüz mantıklı bir açıklama getirilmiş değil.

Bunların hepsinin ötesinde Beşiktaş'ın oyuncularına ''kız takımı gibi oynuyorlar'', ''Hoca'nın ve Başkan'ın istifa etmesi gerekir'', ''Mustafa Denizli hesap verecek'' gibi sivri sözleri uluorta söyleyen bir asbaşkanı ve bu duruma müdahele edemeyen aciz bir başkanı var. Nasıl bir koltuksa orası, adam zamk gibi yapıştı kalkmak bilmiyor. Uzun süreden beridir söylediğimiz gibi Beşiktaş'ın Yıldırım Demirören ve yönetiminden bir an önce kurtulması gerekiyor. Bir an önce...

Var Bu İşte Bir Hayır...


Sezonun ilk haftasında Umut Bulut'un tek forvet olarak çıktığı ilk maçta alınan Sivasspor galibiyetinin ardından, Trabzonspor üstüste maçlar, puanlar kaybedip, UEFA Avrupa Ligi gruplarına kalma şansını da yitirmişti. Gökhan Ünal'ın sezona sakat başlamasıyla uzun süre forvette tek başına görev alan Umut Bulut ise İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçına kadar gol atma başarısı gösterememişti.

Gökhan ve Umut'un çift forvet olarak görev aldıkları ilk karşılaşma olan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında ise Umut Bulut iki gol, Gökhan Ünal ise bir gol bir asistle oynarak iyi performanslar çizmişti. Hemen ardından oynanan Antalyaspor maçını ise Umut Bulut ve Gökhan Ünal'ın etkili performanslarıyla Trabzonspor 3-1 kazanarak, biraz olsun toparlanmayı başardı.

Trabzonspor'un forvetlerini bir Trabzonsporlu olarak ne kadar çok eleştirdiğimi önceki postlardan hatırlıyoruz ancak Gökhan Ünal'ın sakatlığına denk gelen periyotla, ilk onbir çıktığı son iki maçın özellikle skorlarını karşılaştırdığımız zaman ilginç bir istatistik çıktığının farkındayızdır  herhalde hepimiz. Hugo Broos'un inanından vazgeçip, Gabric'i kendi mevkisi olan sol kanada çekmesi de bu toparlanmaya olumlu etki eden faktörlerden hiç kuşkusuz. Bu arada Gabric'in de son derece ''sınıf'' bir futbolcu olduğunu belirtmekte fayda var. Adapte oldukça çok daha iyi performanslar sergileyeceğini düşünüyorum. Milli takımın son Bosna Hersek maçında ilk onbir olmasına rağmen Ceyhun Gülselam henüz Trabzonspor'un onbir olmuş oyuncularından birisi değil. Tjikuzu'nun yokluğuna rağmen o bölgede Serkan Balcı'nın görev alıyor olması umarım gelecek vaadeden futbolcuyu küstürmez.

Umut ve Gökhan'ın birlikte oynamasının yararlı olduğu ve pozisyon zenginliği getirdiği kesin. Savunmada Song ve Cale'nin yerine Giray ile Ferhat Öztorun'un oynamaya başlamasıyla dengeler de oturdu sanki. Gerçi hem Belediye hem Antalyaspor maçında takım gol yedi ama yediğinin üç misli fazlasını atmayı da başardı. 40 yıllık Trabzonsporlu gibi oynayan Ferhat Öztorun ile birlikte, Selçuk'un da geçen sezona nazaran biraz daha sorumluluk almaya çalışması olumlu gelişmeler. İlk 6 haftanın sonunda oynanmış toplam 8 resmi maçta alınan 4 galibiyet 1 beraberlik ve 3 mağlubiyet var. Görüntü hiç iç açıcı değil ancak, en azından Galatasaray maçına kadar olacakları bekleyip görmekte fayda var. Şimdilik söyleyeceğimiz tek şey, özellikle Galatasaray ve Fenerbahçe'nin performanslarına bakarak, şampiyonluk treninin bu sezon beklenenden erken kaçtığı...

Çekecek Çilemiz Varmış


Blog yazmaya başladıktan yaklaşık 6 ay sonra şikayet üzerine Türkiye'den erişim engellenmişti. Yaklaşık 1 ya da 1,5 hafta kadar blog yazanlar olarak, bloglarımızla haşır neşir olamamıştık. Son iki haftadır da gene bir takım gariplikler olmaya başladı blogger.com'da. Dolayısı ile iki haftadır (belki de daha fazla) bloga tek satır yazamadım. Neyse ki Tolga ulaşımı bir şekilde ara ara başardı da, Skor Tahmin Oyunu devam etti. Bu sabah ki denememde isabet sağlayınca, herşeyin düzeldiğini düşündüm. Tabi arada Eurobasket 2009'u, Avrupa Kupası maçlarını falan atlamış olduk ama olsun, blogger geri dönsün, kaldığımız yerden devam edelim...

22 Eylül 2009 Salı

Skor Tahmin Oyunu 6. Hafta Sonuçları


6. Hafta Puan Durumu

1. Murat Yılmaz : 17

2. Tolga Şener : 7

3. Melih kazdağ : 4

4. Faruk Turutoğlu : 3

5. Hakan Demirel : 2


Genel Puan Durumu

1. Murat Yılmaz : 97

2. Hakan Demirel : 92

3. Tolga Şener : 73

4. Faruk Turutoğlu : 59

5. Melih Kazdağ : 41

17 Eylül 2009 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 6. Hafta Tahminleri :



















Trabzonspor - Antalyaspor ( 18 Eylül Cuma 21:00 Lig TV )

Beşiktaş - Kayserispor ( 19 Eylül Cumartesi 21:00 Lig TV)

Fenerbahçe - İBB ( 20 Eylül Pazar 21:00 Lig TV )

Kasımpaşa - Galatasaray ( 21 Eylül Pazartesi 21:00 Lig TV )



Cezalı Oyuncu : Emre Belözoğlu (Fenerbahçe)

14 Eylül 2009 Pazartesi

Skor Tahmin Oyunu 5. Hafta Sonuçları


5. Hafta Puan Durumu

1. Murat Yılmaz : 9

2. Faruk Turutoğlu : 7

3. Melih Kazdağ : 5

4. Tolga Şener : 5

5. Hakan Demirel : 5


Genel Puan Durmu

1. Hakan Demirel : 90

2. Murat Yılmaz : 80

3. Tolga Şener : 66

4. Faruk Turutoğlu : 56

5. Melih Kazdağ : 37

12 Eylül 2009 Cumartesi

Skor Tahmin Oyunu 5. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR

GALATASARAY - BEŞİKTAŞ

iSTANBUL B.ŞEHİR BELEDİYESPOR - TRABZONSPOR

BURSASPOR - FENERBAHÇE

GENÇLERBİRLİĞİ - ESKİŞEHİRSPOR

11 Eylül 2009 Cuma

Fatih Terim Meselesi...


İsmi Türk futbolundan (abartmadan söylüyorum) asırlar geçse de unutulmayacak bir adam Fatih Terim. Tarih boyunca UEFA Kupası'nı Türkiye'ye ilk getiren teknik direktör, Milli Takımı Avrupa Şampiyonası Finallleri'ne ilk kez götüren teknik direktör gibi üstün apoletleri omuzlarında her zaman taşıyacak. Türk futbolunun yakaladığı ivmede, devrimde büyük bir payının olduğunu inkar etmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Verdiği hizmetler için de her zaman teşekkür edilmesi, daha da önemlisi onore edilmesi gereken bir adamdır.

Peki Fatih Terim bu ülkede neden halen tartışılıyor?

1- Fatih Terim asla ve asla örnek bir adam olamadı. İdol diye tabir edilen, örnek alınan vasıflara sahip olan adamlar vardır. Mesela Michael Jordan. Bırakın basketbolu, kendisinden ''Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sporcusu'' olarak bahsedilir ki, bu ünvanı almak yalnızca saha içindeki üstün performansla yakalabilecek birşey değildir. Michael Jordan faal sporculuk yaşamı boyunca hem saha içinde hem de saha dışında örnek bir insan olmuş, insanlar O'nu kendisine ''idol'' seçmiştir. Sadece oynadığı takımlara, bulunduğu organizasyona ve vatandaşı olduğu ülkeye değil, tüm dünyaya bu anlamda büyük katkıları olmuştur. Efes Pilsen'i neden seviyoruz? Çünkü Efes Pilsen, Naumoski'li, Tamer'li, Ufuk'lu, Volkan'lı, Richard'lı kadrosuyla örnek bir takım ve camia olmuş, tüm Türkiye'nin beğenisini kazanmıştı. Belli çizgilerinden pek az tavizler vererek bugünlere gelmiştir. Dünya üzerinde Barcelona'nın Real Madrid'den, Messi'nin C.Ronaldo'dan katbekat fazla sevilmelerinin nedenleri de işte tam bu bahsettiğim noktadan geçiyor. İdol olacak insanın ya da ekibin idol gibi davranması, bunun gibi hareket etmesi gerekir. Fatih Terim'i kendisine ''idol'' olarak seçen Emre Belözoğlu, Bülent Uygun gibi adamların ülkede ne kadar sevildiğini ve sempatik bulunduğunu oranlayıp yukarıda ifade etmeye çalıştığım sonuçlara ulaşabiliriz. ''Ben ders almam, ders veririm'', ''O adamcağızda işini yapmaya çalışıyor'' (Lucescu hakkında), ''Yel eser, kayadan toz alır'' (Kurtlar Vadisi repliği) gibi söylemlerin insanlara antipatik gelmesinden daha doğal birşey yoktur. İdol vasfına sahip olan insanların, mütevazılığı, karakteri ve söylemleri her daim çok önemli olur.

2- Fatih Terim'in egosunu herkes bilir. Şiddete meyilli hal ve hareketleri, en ufak hatalarda ya da uğradığı haksızlıklarda dahi takındığı son derece agresif tavırlar, rakiplerine sıklıkla göstermediği saygı (Elazığ'da rakip futbolcular gole sevinirken ettiği galiz küfür, İsviçre maçının sonunda takıma taarruz emri vermesi vb...) tamamiyle kendisini ''üstün'' hissetmesinden kaynaklanıyor. Çek Cumhuriyeti maçında sakatlanan oyuncuyu değiştirmek için geç kalan ve ikinci golü sahada 10 kişiyken yiyen Fatih Terim'in dördüncü hakemi ''tartaklama'' teşebbüsü işte tam da bu ''egosal kavgasının'' doğurduğu sonuçlardır. Bu verilere eklemek gereken birşey varki; Bu canavarı aslında biz yarattık. Gerekli eğitimi ve altyapısı olmayan Fatih Terim tamamen kendi çabalarıyla, tırnaklarıyla kazıyarak geldiği zirvede bulunurken O'nu ''İmparator'' ilan edip, cumhurbaşkanlığına aday gösteren bizler (en azından yakıştırılımıştı) Milan'dan kovuluşunun ardından kendisini bir anda yerlere yuvarlayıp, bir de yerde tekmelemiştik. Fatih Terim'in bulunduğu yeri hazmedememesinin başlıca sorumlusu ''egosal kaygıları'' olsa da, az önce söylediğim gibi bu ''ego canavarının'' ortaya çıkışında bizler de kendi üstümüze düşen hata payını kabul etmeliyiz.

3- Fatih Terim yükseldikçe ve başarı kazandıkça özel hayatı otomatik olarak daha sık gündeme gelmeye başladı. Eşi Fulya Terim'de bugün neredeyse eşi kadar popüler bir insan. Tabi ki kızı ile Emre Belözoğlu arasında ilişki olduğunu ima eden ya da direkt olarak söyleyen iğrenç spor(!) yazarları da var aramızda ancak Fatih Terim'in ailesi hakkında en ufak bir kötü spekülasyonun dahi kendisini nasıl ''çıldırttığını'' (ki bu çok normal) hepimiz biliyoruz. Fatih Terim'in ''ilişkileri'' konusunda asıl bahsetmek istediğim ise ''sportif'' olanlar çokça. Hocanın arkasında dimdik duran adamlara baktığımızda geçmişlerinin o kadar parlak olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Haluk Ulusoy, Levent Kızıl, Sinan Engin, Mehmet Ağar vs... Her ne kadar kurmaylarını Oğuz Çetin, Metin Tekin, Müfit Erkasap gibi ''iyi aile çocuklarından seçse de Fatih Terim'in ilişkileri kariyeri boyunca hep sorgulandı ve tartışıldı.

4- Aslında egoyla paralel bir konu ama hocanın en büyük zaaflarından birisi de tahammülsüzlüğü. O asla hata yapmaz, ders almaz, öğretir, eğitir, duayendir, insan üstüdür, O başka hiç kimseye benzemez, Herkes O'na benzemeye çalışır. Bu tür saplantıları derinden yaşayan bir adam Fatih Terim. Dokunulmazlık zırhı bugünlerde yavaş yavaş kalkıyor olsa da, Fatih Terim'e soru sorabilmek mangal gibi yürek istiyor halen. Fatih Terim'in basın toplantılarının ne kadar hararetli geçtiği bilinen bir gerçek. Eleştiriye karşı tahammülsüzlüğü ve verdiği yanıtlar kendisini ''itici'' yapmaya devam ediyor.

5- Fatih Terim'in belli başlı oyunculara karşı olan zaafı bilinen bir gerçek. Oyuncusu sakatta olsa, formsuzda olsa hatta bütün bir sezonu topa dokunmadan geçirse dahi, özellikle büyük turnuvalarda sonsuz kredisi olan oyuncular O'nun kadrolarına çağırılmaya devam ediyor. Bosna Hersek maçında sahada yer almayan İbrahim Toraman, Mehmet Topuz, Fatih Tekke, Gökdeniz Karadeniz, Yıldıray Baştürk vs... gibi oyuncular aslında ne yaparlarsa yapsınlar bu kadrolara giremeyeceklerini biliyorlar. (O meşhur şike skandalından sonra Gökdeniz'e milli forma verilmesi de bu ülkenin en büyük ayıplarından birisidir ya neyse) Bunun yanında misalen Fatih Terim'in takımı Dünya Kupası'na katılmış olsaydı açıklayacağı kadroda mutlaka ''kendi adamı'' olan oyuncular yer alacaktı. Belki bir kulüp takımında formsuz ya da sakat olsa da bir takım futbolcular transfer edilmek istenebilir ancak konu milli takım olunca o formayı giymeye hazır, formda ve sakat olmayan futbolcuların seçilmesinden daha doğal ne olabilir? Milli takıma gitmek bir başarı ise, Fatih Terim'in milli takımından ''afaroz'' edilmemekte bir başarı sayılabilir. Kısaca Fatih Terim'in adalet terazisi kendi verilerine göre değişkenlikler gösterdiğinden sahaya çıkan takıma ve hocaya inanmayan bir kesimin oluşması çok normal ki bu kesimin içinde bizzat ben de varım.

Aslında sayabileceğim birçok madde daha var ama ben işin ''özünü'' yansıtmaya gayret ettim. Bana göre hocanın tartışılıyor olmasının en büyük nedenleri işte bu yukarıda naçizane ifade etmeye çalıştığım beş maddeden geçiyor:

1- İdol vasıfları taşımama
2- Ego
3- İlişkileri
4- Tahammülsüzlük
5- Adaletsiz kadro seçimleri

Êvet itiraf ediyorum ben de uzun bir süredir milli takıma karşı yoğun duygular beslemiyorum. Her şartta, her şeyiyle destek verecek bir yapıda değilim. Sorguladığım, araştırdığım, öğrendiğim şu veya bu sebeplerden dolayı Bosna Hersek maçı da dahil olmak üzere TÜRKİYE A MİLLİ FUTBOL TAKIMI'NI ESKİSİ KADAR SEVMİYORUM ve bunun tek sebebi samimiyetle söylüyorum Fatih Terim. Ersun Yanal'a gösterilmeyen saygının, verilmeyen şansın Fatih Terim'e verilmesi, Serhat Ulueren'in sabahlara kadar Ersun Yanal aleyhine yaptığı programların binde birini bile Fatih Terim için yapamaması (bu yalnızca bir örnek, genelleyebiliriz) ülkenin sportif anlamda kurtarıcısı olarak görünmesi ve maalesef kendisinin de buna inanması sonucunda İsviçre maçında çıkan rezaletleri unutmam mümkün değil. Fatih Terim'in artık milli takımı bırakıp bir kulüp takımı çalıştırmaya başlaması gerekiyor. Mümkünse Avrupa'da. Türkiye'nin yeni polemikleri, yeni hesaplaşamaları kaldıracak lüksü yok ve kendisi emin olsunki, arkasında kendi politikalarını belki de kendisinden çok daha iyi uygulayabilecek birkaç adamda bırakıyor. Sözün özü: Misyon bitti... Yapı paydos...

10 Eylül 2009 Perşembe

Elveda Güney Afrika


Kötü bir stadyumda, kötü bir zeminde ve kötü bir hakemle başladık maça ama sakin ve etkili oyun daha maçın başında Emre Belözoğlu ile golü getirince kazanıldığı sandığımız maçı geçip kaybedilen puanlara hayıflanmaya başladık. Golden sonra birşeyler ters gitmeye başladı. Bir ara Bosna Hersek oyunu tamamen kendi yarı sahamıza yıkıp üzerimize çullanmaya başladı. Tam bu baskıyı atlamışken hakemin çaldığı anormal faul düdüğü geldi. Önce Belözoğlu platformu Süper Lig sanıp hakeme el kol reaksiyonları ile itiraz edip sarı kart görürken, ardından Fatih Terim şiddetli itirazlarını sürdürüp kendisini tribünlerde buldu. Sinirimizi hapsedemeyince bir de üstüne Salihovic'in frikik golü gelince iyi giden herşey bir anda alabora oldu.

Emre'nin, Tuncay'ın, Arda'nın eline bakan milli takımda Hamit'te hiç gününde olmayınca Gökhan Gönül sağ kanatta çırpınıp durmaya başladı. Soldan destek yalnızca o bölgeye yaptığı koşularda topla buluşan Arda ile gelince Gökhan Gönül'de de yorulma belirtileri baş göstermeye başladı.

İkinci yarıya Hamit ve Önder'i (o nasıl bir top kaptırmadır, nasıl bir amatörlüktür arkadaşım, hayret yahu!) kenara çekip Sercan ve İsmail Köybaşı ile başladı Türk milli takımı. Play-off bileti yavaş yavaş elimizden kayarken karşılaşma, özellikle altmışıncı dakikadan sonra, ''pin pon maçına'' döndü. Sercan'ın kaçırdığı % 200 gol pozisyonun ardından Gökhan Gönül'ün üç kez sağ çarprazdan heba ettiği pozisyonların yanına Arda'nın klas şutunda direğe takılması da eklendi. Euro2008'deki ''melekler'' bu kez millilerin omzunda değildi. Bosna Hersek taarruzlarımız esnasında bir iki kez çok ciddi ataklarla gelmeyi başarsa da gol atamayınca karşılaşma 1-1 beraberlikle sonra erdi.

Evet hakem gerçekten çok kötü hatta sinir bozucuydu ama o kadar çok gol kaçırdık ki asıl bunlara üzüldük.Bu turnuvaya katılamayacak olmak milli takımda revizyon gerektirir mi? Bana göre bayağı geç kalındı ama bunun kararını ne Futbol Federasyonu ne de başka bir merci verecek, bunun kararını dün akşamki maçı tribünden izleyen Fatih Terim verecek. Heyecanla bekliyoruz...

Altılı Gruplar


E GRUBU

Yunanistan   2 0
Fransa         2 0
Hırvatistan   1 1
Almanya      1 1
Rusya          0 2
Makedonya 0 2

F GRUBU

Türkiye    2 0
Slovenya  1 1
Sırbistan   1 1
İspanya    1 1
Polonya    1 1
Litvanya   0 2

Türkiye'nin maç programı:

Türkiye - İspanya (Cumartesi 16:15)
Sırbistan - Türkiye (Pazar 22:00)
Türkiye - Slovenya (Pazartesi 22:00)

Üçte Üç!


Maçı izleyemedim ama galibiyetten çok emindim. Yakalanan sinerjinin Polonya karşısında tavan yapması gerekiyordu ve yaptı da. İzlediğim geniş özette tabi ki Ömer Aşık'ın harika performansı hemen göze çarptı. Ender'in üstün formuyla birlikte takımın ilk iki skor opsiyonu olan ancak şu ana kadar pek fazla ''rol'' almayan Hidayet ve Ersan'da üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Altılı gruba namağlup ve ortalama 18 sayı farkla kazanarak bir anda turnuvanın favorileri arasında yükseldik. Artık sesimizi yükseltebiliriz: Şampiyon olmak istiyoruz!

9 Eylül 2009 Çarşamba

12 Çılgın Adam (Eurobasket 2009)


Litvanya maçının son 3 dakikasına girilirken Tanjevic 3 oyuncu birden değiştirince üzerimdeki gömleği yırtma seviyesine gelmiştim ama oynanan basketbola baktığımda o maçı kesinlikle kazanacağımızı anlamıştım. O 3 oyuncu değişikliğinden sonra durulan Tanjevic hem Litvanya maçında hem de Bulgaristan maçında rotasyonu mükemmel kurunca üstüste iki galibiyetle turnuvaya başlamış olduk. Litvanya maçının kahramanları olan Hido, Ersan, Ender ve Sinan Bulgaristan maçında da bıraktıkları yerden devam ettiler. Ender Arslan'ın şu performansı göstereceğini hiç düşünmemiştim. Sinan Güler hiç abartmadan söyleyebilirimki tamaman bir NBA oyuncusu kıvamında oynuyor. Oğuz Savaş ve Ömer Aşık'ın performansları parmak ısırtacak cinsten. Hidayet için ne söylesem kendisini anlatmaya yetmez. Tanjevic'in performansı inanılmaz. İspanya'nın halini gördükten sonra şampiyonluk için ''Neden olmasın'' demeye başlayabiliriz artık. Bu akşam Polonya'yı yenip üçte üç yapacağız ve altılı gruba yükseleceğiz. Sonrası ise tamamen ''hayallerimizle'' sınırlı. Bu akşam 18:15'te On İki Dev Adam'ı izleyin. Belki de böylesini bir daha hiç göremeyeceğiz...

Kader Maçı!


Açıkçası pek fazla A Milli Takım'dan bahsetmek istemiyorum çünkü söyleyeceğim ya da yazacağım şeyler yüzünden tepki almaktan çekiniyorum. Grup kuraları çekildiğinde birisi gelip bana ''Bosna Hersek deplasmanında kader maçı oynayacağız ve berabere kalsak dahi play-off oynayamayacağız'' deseydi, şahsi kanaatimce '' Bravo, çocuklar iyi gitmiş'' derdim ama birçok insan böyle birşey olacağına ihtimal dahi vermezdi. Birçoklarına göre İspanya ile zirve mücadelesi yapacaktık ama bu işin böyle olacağını, bu noktaya geleceğini daha turnuva başlamadan yazmıştım. Euro2008'de oynanan yarı finalin ardından, takımın durumuna, gösterdiği saha içi performansına bakmadan sadece skora yönelik yorum yapanlar şimdi ne diyorlar çok merak ediyorum.

Bosna Hersek buraya kadar alnının akıyla başarılı performansıyla geldi. Çoğu Bundesliga'da oynayan oyuncularıyla tarihlerinde ilk kez büyük bir turnuvanın finallerine katılmak için tabiri caizse yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiler. Herşeyden öte bizden daha çok inanıp, daha yüksek bir takım kimyası oluşturdular. Estonya maçını kasten yazmadım. Dört gollü zafer çığlıkları atılırken, ''gamlı baykuş'' olmak istemedim. Yine o maçla alakalı birşey söylemeyeceğim. Bu akşam berabere dahi kalırsak, bitime iki maç kala turnuvaya veda etmiş olacağız. Statüye göre grup sonuncularından alınan puanlar turnuvaya yansıtılmıyor. Bu durumda Ermenistan ile Türkiye'de oynayacağımız son maçın puan sıralaması adına hiçbir kıymeti harbiyesi kalmayacak.

Bu akşam kazanabiliriz de kaybedebiliriz de. Bu önemli değil, biz bu turnuvaya katılma hakkını zaten Estonya'ya puan kaptırarak mucizelere bırakmıştık. Şimdi o mucizeyi kovalıyor olacağız. Belki de Güney Afrika'ya gitmemek daha hayırlı olur...

Afet


İstanbul'un bu çapta gördüğü ender sel felaketlerinden birisini yaşadık. Hepimize büyük geçmiş olsun...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Açılış (Eurobasket 2009)


Sarunas Jasikevicius ve Ramunas Siskauskas... Bu iki adamın bu akşam 12 Dev Adam'ın karşısına çıkmayacak oluşu bir iki gündür basında garip bir rehavet yaratmış durumda. Bunların yanına bir oyuncu da ben ekleyeyim. Altın çocuk Majiauskas'ta sakatlandı ve kadrodan çıkartıldı. Milli takımın kadrosuna girecek çapta olan ancak ''gelmek istemeyen'' Mehmet Okur ve ''doping cezalısı'' Kerem Gönlüm'de 12 Dev Adam'ın eksikleri. Garip rehavetten bir an için sıyrılacak olursak Litvanya kadrosuna daha sağlıklı göz gezdirebiliriz belki. Real Madrid'in ilk beş pivotu olan Darjus Lavrinovic, bu sezon NBA'den yüksek bir kontratla Olympiakos'a transfer olan Linas Kleiza, Montepaschi Siena'nın dört numarası ve Darjus Lavrinovic'in ikiz kardeşi Ksystof Lavrinovic, Armani Jeans Milano ile harika bir sezon geçiren Marijonas Petravicius bu şampiyona da Litvanya'nın temel direkleri olacaklar.

Ekol itibari ile Litvanya bize son derece ters gelen bir takım. Hızlı basketbolun Avrupa çapındaki en iyi uygulayıcısı olan bu takımı hem de Jasikevicius'lu kadrolarıyla 2006 Japonya Dünya Şampiyonası'nda iki kez yenmeyi başarmıştık ancak bu turnuvanın üzerinden tam 3 yıl geçti. Milli Takım'ın bu süre zarfında ''takım kimyası'' olarak geriye gitti hiç kuşkusuz ancak takıma tam olgun halleriyle iki büyük yıldız Kerem Tunçeri ve Hidayet Türkoğlu'nun ''bireysel olarak üstüne katarak'' eklenmeleri bizim için bir avantaj.

Milli Takım'ın turnuva performansı değerlendirmelerini artık bir kenara bırakıp maç maç yapacağı işlere bakmamızın zamanı geldi. İlk randevu bu akşam 22:15'te Litvanya ile. Tabi ki kazanmak için büyük şansımız var ancak Tanjevic'in oyuncuları döver gibi fırçalamaması, çok sık oyuncu değiştirmemesi, sıcak oyuncuları sahada tutup, o anın en iyi beşini yakalaması çok önemli faktörler. Tanjevic sinirlerine hakim olursa, Milli Takım oyuncuları da soğukkanlılıklarını koruyup maça son dakikaya kadar ortak olacaklardır.

İşimiz zor, Litvanya eksiklerine rağmen sert bir takım ancak 12 Dev Adam'a güvenimiz sonsuz. Umarım bu akşam Polonya'daki ilk maçtan istediğimiz sonuçla ayrılır ve şampiyonaya iyi bir başlangıç yaparız...

4 Eylül 2009 Cuma

Avrupa Şampiyonları (Eurobasket 2009)


Eurobasket 2009 Poland


Yaklaşık 9 yıldır hazırlandığımız ve beklediğimiz, Türkiye'de düzenlenecek olan 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'ndan önceki son prestijli turnuva olan Avrupa Basketbol Şampiyonası pazartesi günü start alıyor. Dört grupta toplam 16 takımın mücadelesi ile başlayacak olan turnuvada 12 Dev Adam'da yerini almış durumda. Öncelikle grupları bir görelim:

A GRUBU:

HIRVATİSTAN
MAKEDONYA
YUNANİSTAN
İSRAİL

B GRUBU:

FRANSA
ALMANYA
LETONYA
RUSYA

C GRUBU:

BÜYÜK BRİTANYA
SIRBİSTAN
SLOVENYA
İSPANYA

D GRUBU:

BULGARİSTAN
LİTVANYA
POLONYA
TÜRKİYE

Herşeyden önce turnuvanın uzun yıllardır düzenlenen en sönük turnuva olacağı kuşkusuz çünkü birçok NBA yıldızı bu turnuvada ülkelerinin formalarını çeşitli mazeretlerle birlikte giymeyecekler. Almanya'nın dünyaca ünlü yıldızı Dirk Nowitzki ve partneri diyebileceğimiz Chris Kaman, Litvanya'nın en önemli oyuncusu Sarunas Jasikevicius, Rusya'nın temel direği Anderi Kirilenko ve J.R Holden, Yunanistan'ın en önemli iki oyuncusu Diamantidis ve Papaloukas bu turnuvada yer almayacaklar. Gruplara tek tek bakacak olursak:

A GRUBU:

Grubun birinciliğini son Efes Cup'ın da şampiyonu olan Hırvatistan'ın elde edeceğini söylemek çok zor olmasa gerek. 2.11'lik Mario Kasun'un yanında 2.08'lik Kresimir Loncar, Nicola Prkacin ve bir guard ruhuna sahip olan 2.08'lik Sandro Nicevic'le birlikte son derece ürkütücü bir pota altı gücüne sahip olan takımı bir dönem Efes Pilsen forması da giyen Marco Popovic oyun kurucu pozisyonunda idare edecek. Gerçek bir skor tehdidi olan Zoran Planinic ile birlite zor şutların oyuncusu Davor Kus'ta Hırvatistan'ın skor yükünü çekmeye çalışacak oyuncular. Aslındas Hırvatistan sadece A grubunun değil turnuvanın da büyük favorilerinden bir tanesi hiç kuşkusuz.Savunmanın kralı Diamantis ve hücumun kralı Papaloukas'ın yokluğuna rağmen oturmuş sistemi ile Yunanistan bu grubun ikincilik tahtı için en büyük aday. Yetenekli oyun kurucuları Spanoulis ve NBA kariyerli Antonio Fotsis takımın en büyük kozları durumunda. Yunanistan bu gruptan çıksa bile bu kez finali zorlamaktan uzak bir görüntü sergileyecektir diye tahmin ediyorum. Efes Cup'ın en büyük sürprizini yaparak final oynama başarısı gösteren Naumoski'nin ülkesi Makedonya hem grubun hem de turnuvanın sürpriz takımı olmaya aday. Devşirdikleri Amerikalı oyuncu Jeremiah Massey takımın en büyük kozu durumunda ancak yine de Efes Cup'ta gördüğümüz kaadarıyla ''One Man Show'' yerine takım oyununu daha iyi oynuyorlar. Turnuvada alacakları her galibiyet onlar için moral, bizler için heyecan ve renk olacaktır. Bu şartlar altında İsrail grubun en zayıf halkası gibi duruyor. Maccabi Tel-Aviv gibi Avrupa basketbolunun lokomotif kulüplerinden birisine sahip olsalarda şu anki kadrolarında Avrupa ya da Dünya çapında isim yapmış önemli bir yıldızları bulunmuyor. Bence temel amaçları Makedonya maçını kazanıp altılı gruba yükselmek olacak ancak buradan çıkıp çeyrek final oynamaları ancak bir basketbol mucizesi olabilir.

B GRUBU:

Gruba ilk bakıldığında favoriler Rusya ve Almanya gibi duruyordu ancak eksik oyuncular sayesinde Fransa bir anda grubun favorisi haline geldi. Turnuvaya tam takım olarak katılacak olan Fransızların en büyük silahı yine atletik oyuncuları olacak. Tony Parker'ın ''koşan zencileri zaptettiği'' ölçüde başarılı olabilecek olan Fransızlar'ı eleme maçlarında iki kez mağlup etmeyi başarmıştık. Fransa son takımın belirleneceği ekstra play-offların finalinde Belçika'yı eleyerek zor bela turnuvaya katılma hakkını elde etmişti. En büyük sorunları ''takım olamamak'' olan Fransızlar bu turnuvada ''enteresan'' bir performans sergileyebilir. Almanya'nın bu turnuvadaki en büyük gösterisi Nowitzki'siz neler yapabileceklerini sergilemek olacak. Femerling, Okulaja ve Jagla gibi güçlü oyuncularıyla Efes Cup'ta hiçte fena bir performans göstermeyen Almanlar, Nowitski'sizliğe rağmen son sekize kalacak güce sahip. Son şampiyon Rusya turnuvaya Kirilenko ve Holden olmadan gelse de Victor Khryapa ve Sergey Monya gibi üst düzey oyuncularıyla dikkat edilmesi gereken bir ekip olacaktır. Letonya için pek fazla birşey söylemeye gerek yok -15 averaj ortalamasıyla şampiyonaya ilk turda veda edecektir.

C GRUBU:

Büyük favori İspanya'da Pau Gasol'ün turnuvaya katılıp katılmayacağı belli değil ancak Gasol olmasa dahi, Calderon'lu, Garbajosa'lı, Rudy Fernandez'li, Raul Lopez'li, Navarro'lu, Felipe Reyes'li ve Fernando Rubio'lu kadro sadece grubun değil, diğer takımların da çok çok üstünde. Pau Gasol'de takıma katılırsa süperstarlarıyla olimpiyata gitmiş bir A.B.D kadar rahat turnuva çıkaracaklarına neredeyse emin durumdayım. Sırbistan ve Slovenya'nın ikincilik mücadelesi yapacağı grupta ben Slovenya'yı Sırbistan'a karşı bir adım önde olduğunu düşünüyorum. İki takımında İspanya'ya kaybedeceğini ve Büyük Britanya'yı yeneceğini yüksek olasılık dahilinde düşünürsek, kendi aralarında oynayacakları maç altılı grup için büyük önem taşıyor. Her ne kadar tecrübesiyle Sırbistan ikincilik için avantajlı gibi görünsede bana göre Slovenya, Sırbistan'ı mağlup ederek yarı finale kadar yükselebilecek ciddi bir potansiyele sahip. Bu grubun averaj takımı olmaya aday Büyük Britanya ise tahminimce Robert Archibald'in omuzlarında ''gidebileceği yere kadar'' gitmek isteyecektir.

D GRUBU:

12 Dev Adam D grubunda sahne alıyor ve her şampiyona öncesi çektiği talihsiz kuralara bu kez ''başkaldırarak'' belki de şampiyonanın en ''hafif'' grubunda kendisine yer buldu. Grup birinciliği için çekişeceği Litvanya ile ilk maçı oynayacak olmak ise milli takımın en büyük handikapı. Japonya'da altıncı olunan dünya şampiyonası hariç ilk maçların hemen hepsini kaybeden milli takım bu kez şeytanın bacağını kırmak isteyecek. Tabi ki takımın en önemli kozu olan Hidayet'in yanında, Barcelona'da oldukça başarılı bir sezon geçiren Ersan İlyasova ile son derece yetenekli bir takıma sahip olsakta takımın coachluğunu yapan Tanjevic sayesinde turnuvaya pekte iyimser bakamıyoruz. Efes Cup'ta sergilenen kötü performans ve Tanjevic'in Fenerbahçe Ülker'de uyguladığı sistemin aynısını milli takıma da empoze etmek istemesi sıkıntının başlıca sebepleri. Rotasyon adı altında sıcak, soğuk oyuncu ayrımı yapmadan sürekli oyuncu değiştirerek takım ritmine büyük darbe vuran Tanjevic'e rağmen milli takımın Bulgaristan ve Polonya maçlarını kazanacağını düşünüyorum. Altılı grupta çaprazdan gelmesi muhtemel İspanya'ya karşı kaybedilecek olası maça rağmen, Slovenya ve Sırbistan'ı yenecek güçte olduğumuzu düşünüyorum. Litvanya'ya kaybetsek dahi altılı grup dahil toplamda alınması muhtemel 4 galibiyet bizi çeyrek finalde ''dişimize göre'' bir rakibe düşürebilir. Zaten bu takım bu turnuvada çeyrek final görmezse Tanjevic'in işine ''acil olarak'' son verilmesi gerekir. Jasikevicius'suz Litvanya her daim korkulacak bir ekip. Baş organizatörleri olmasa da oynadıkları hızlı basketbol ve yüksek şut yüzdeleriyle tehlikeli olan takım aynen Türkiye gibi D grubunun liderliği için mücadele verecek. Ev sahibi Polonya kısıtlı kadrosuna rağmen ev sahibi olmanın avantajını sonuna kadar kullanmak isteyecektir. Bulgaristan'ı yenip altılı gruba yükselmeleri çok sürpriz bir sonuç sayılmaz. Bulgaristan için ise bu turnuvada boy göstermeleri dahi onlar için yeterince büyük bir başarı desek abartmış olmayız herhalde.

MİLLİ TAKIMIN FİKSTÜRÜ:

12 Dev Adam ilk maçını pazartesi günü saat 21:15'te Litvanya ile Wroclaw kentinde oynayacak. Salı günü aynı kentte ve aynı saatte Bulgaristan karşısına çıkacak olan millilerin gruptaki son maçı çarşamba günü yine Wroclaw'da saat 18:15'te ev sahibi Polonya'ya karşı olacak. Sonrasında turnuvaya 1 gün ara verilecek ve altılı grup maçlarıyla finaller kesintisiz oynanıp, 20 Eylül'de Katowice'de oynanacak final maçıyla şampiyon belli olacak. Turnuvada milli takımıza sonsuz başarılar diliyorum. Unutmadan; Turnuvanın tamamını NTV ve NTVSPOR kanallarından takip edeceğiz...

O Artık Kasımpaşalı...


Futbolumuzun renklerindendir Yılmaz Vural. Çalıştırdığı takım sayısından, kendisini milli takım teknik direktörlüğüne ''bizzat kendisinin'' layık görmesinden, futbolcu dövmesine, hakemlere saldırıp, çalıştırdığı takım küme düşünce ''intihara'' teşebbüs etmesine kadar Türk basının ''gözde'' teknik direktörlerinden birisi oldu kariyeri boyunca.

Kasımpaşa lige ''dörtte sıfırla'' girince kurtarıcı olarak kendisini getirdi takımın başına. Çalıştırdığı takım sayısı yirminin üzerine çıktı Yılmaz Vural'ın. Aslında kendisi bir ibret öyküsüdür Türk futbolu ve teknik adamlar için, hocaya yeni ve zor görevinde başarılar diliyorum...

B Numunesi'de Pozitif...


Dün heyecanla olumlu bir sonuç, olumlu bir haber bekledim ama olmadı. Kerem Gönlüm'ün kendi isteği ile açılan ikinci numunesi de ''pozitif'' çıktı ve oyuncunun yasaklı ''cathene'' maddesini kullandığı kesinleşti.

Aslında diyecek pek fazla birşey yok, Kerem Gönlüm'ün istatistikleri ne olursa olsun, sahada 1 dakika dahi kalmış olursa olsun, Efes Pilsen'in son şampiyonluğuna büyük bir gölge düşmüş oldu. Basketbolun lokomotifi olan bir kulübün oyuncusunun ''dopingli'' yakalanması büyük bir skandal olarak tarihe geçmiş oldu.

Kerem'in böyle birşey yapabileceğine hiç ihtimal vermemiştim, kurallar, kaideler neyi gerektiriyorsa tabi ki kendisine uygulanacak ve uygulanması da gerekiyor. İlk günden beri O'na inanıyordum, böyle birşey yapmayacağını savunuyordum, yanılmışım, kusura bakmayın...

3 Eylül 2009 Perşembe

Tabata Beşiktaş'a Ne Katar?


Rodrigo Barbosa Tabata, Gaziantepspor'un geçen sezon Brezilya'dan getirdiği ofansif bir orta saha oyuncusu. İlk maçında Fenerbahçe'ye karşı oynayıp maçı kazandıran golü attığı andan itibaren Türk futbolseverlerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Bilindik bir ''10 numaradan'' beklenen herşey Tabata'da mevcut. İyi pas atabilen, oyunu zekasıyla oynayan, şut ve son vuruş yeteneği olan, ekstra olarakta; kazanma arzusu yüksek yani süslü tabiriyle ''winner'' bir oyuncu. Peki Rodrigo Tabata Beşiktaş forması altında başarılı olur mu?

Beşiktaş'ın Tabata'dan önceki 10 numarası Delgado'ydu ancak Delgado'nun şimdiye kadar olan performansına baktığımızda Beşiktaş'ın bu ihtiyacını karşılayabildiğini söylememiz zor. Ne kadar bileklerine hakim bir oyuncu olursa olsun, bir 10 numaraya yakışacak şekilde pas yeteneği olmayan, mücadele gücü düşük bir oyuncu Delgado. Aynı zamanda sertlik karşısında çabuk yılan ve takımını ateşlemekten çok, ateşlenmeyi bekleyen bir oyuncu. Zaten geçen sezon devre arasında, şu an yerli olarak en iyi 10 numarayı yani Yusuf Şimşek'i getiren Mustafa Denizli akıllı bir hamle yaptığını ispatlamış oldu. Sadece Galatasaray maçını tek başına alması dahi Yusuf transferinin doğruluğunu teyitler çünkü o maç Beşiktaş'ı şampiyon yapmıştı. Yusuf her ne kadar kaliteli bir 10 numara olsa dahi artık yaşı itibariyle de iyice yavaşladı. Oyunu artık tamamen zekasıyla oynuyor ve anlaşılacağı üzere sık sık sakatlanmaya başladı. Delgado ise zaten uzun bir süre sakatlığı yüzünden takımdan ayrı kalacak. Beşiktaş ise ligde oynadığı ilk dört maçta yalnızca 3 gol atabildi. Hem de Bobo, Nobre, Holosko, Nihat ve Tello gibi oyunun hücum yönünü iyi oynayan etkili yıldızlarına rağmen. Tabata bu saydığım oyuncuları yönlendirebilecek, koşu yollarına paslar atabilecek ve onların koşularla boşalttığı alanlara sızabilecek yetenekte bir oyuncu. Gereksiz kartlar görme gibi alışkanlıkları var ancak Beşiktaş forması altında bu huyuna biraz daha fazla gem vurabilir. Şampiyonlar Ligi maçlarını ''piyasası'' doğrultusunda daha da etkili oynayacağını düşünüyorum. Sonuç olarak Tabata yüksek maliyetine ve ödenen bonservise karşılık yaşının otuza merdiven dayamış olmasına rağmen Beşiktaş'a en az 4 sezon yüksek seviyede hizmet edebilecek kalitede.

Tabi Tabata'nın bir de enteresan bir huyu var belirtmeden geçmemek lazım. Şimdiye kadar oynadığı takımların hiçbirisinde 1 yıldan fazla süre geçirmedi tecrübeli oyuncu. Tüm kariyerini Brezilya Ligi takımlarını gezerek geçirdikten sonra ilk yurtdışı deneyimini Gaziantespor ile yaşadı ve tek sezonda sıçrayarak kendisini Beşiktaş'ta buldu. Ben Tabata'nın sadece kendisinin değil, özellikle Holosko ve Nihat'ın performanslarını da arttıracak kapasitede bir futbolcu olduğunu düşünüyorum. Buna bağlı olarakta kendisi yararlı bir transferdir ve yüksek maliyetini birkaç haftada unutturacak yeteneğe sahiptir...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Necati Ateş Antalyaspor'da


En çok merak ettiğim bilinmezlerdendir Necati Ateş'in Galatasaray formasını hem de layıkıyla giyerken birden afaroz edilmesi. Lincoln ve Kalli'nin geldiği yıl Necati Ateş ilk sezon başı kampının ardından Orhan Ak ve Cihan Haspolatlı ile beraber ''kapı dışarı'' edilmişti. Ankaraspor'a giden Necati oradan Real Sociedad'a geçiş yapmış ancak Galatasaray'daki performansının yanına bile yaklaşamamıştı. Katıldığı her programda Galatasaraylı olduğunu ve takımını çok sevdiğini belirten Necati hiçbir zaman affedilmedi ve sonunda Galatasaray'dan bonservisi ile birlikte transferin son gününde ayrıldı. Necati'nin yeni takımı Antalyaspor ise bu tarz bir forvet oyuncusuna şiddetle ihtiyaç duyan bir kulüptü. Necati zihin olarak kendisini Galatasaray'dan kurtarabilirse Antalyaspor'a çok yararlı olur ancak ''konduramazsa'' hem Antalyaspor hem de kendisi için sezon boyu sıkıntı yaratacak bir transfere imza atmış olur. Şimdilik transferin hem Necati'ye hem de Antalyaspor'a hayırlı olmasını dilemekten başka yapacak birşey yok...

Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'ı...


Sezon başladıktan sonra takım almam der dururdu hep Mustafa Denizli ama bu prensibini Beşiktaş için geçen sezon bozdu. Ağır Metalist Kharkiv yenilgisinin ardından, Yıldırım Demirören bir anlık hezeyanla Ertuğrul Sağlam'ın istifasını isteyince, Mustafa Denizli LigTv yorumculuğundan Beşiktaş teknik direktörlüğüne geçti. İlk 3 maçından yalnızca 4 puan çıkarıp devreye altıncı girmesine rağmen özellikle Ernst ve Yusuf hamlelerin de netice vermesiyle sezon sonunda hem şampiyonluğa hem de Türkiye Kupası'na uzanmayı başaran bir takım haline geldi siyah beyazlılar.

Sezon bittikten sonra Mustafa Denizli sürpriz bir kararla gelecek sezon olmayacağının işaretlerini verdi ancak Yıldırım Demirören bizzat Çeşme'ye giderek Mustafa Hoca'yı ikna etti ve yeni sezonda da takımın başında kalmasını kesinleştirdi. Michael Fink, Nihat Kahveci ve Matteo Ferrari, Beşiktaş'ın bu sezonki önemli transferleri olurken, İsmail Köybaşı, Erhan Güven ve Rıdvan Şimşek'te kadroya dahil edildi. Yeni transferlerin kontratlarında yazan meblağlar bol sıfırlı olunca sezon başında özellikle Tello ve Holosko'nun ''kazan kaldırmasıyla'' birkaç futbolcunun kontratında da iyileştirmelere gidildi. Bobo sıkıntısını ise duymayan bilmeyen kalmadı ancak iki sezondur gitti gidecek gözüyle bakılan Brezilyalı oyuncu bu sezon da bir şekilde takımda kaldı.

Sezona Süper Kupa'da Fenerbahçe'den alınan mağlubiyetle giren Beşiktaş ilk hafta maçında İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile (ki bence sezonun flaş takımı olup en kötü ilk yediye girecekler) 1-1 berabere kalınca eleştirilerin de hedefi oldu. Seyircisiz maçta Antalyaspor'u zorlanarak 2-0 geçen Beşiktaş sonrasında ise Gençlerbirliği ve Gaziantepspor karşısında golsüz beraberlikler alıp dördüncü hafta sonunda zirvenin 6 puan gerisinde kaldı.

Mustafa Denizli ise bu süreçte enteresan bir performans gösterdi aslında. Belki de oyuncularını küstürmemek adına sık sık rotasyona gitti ancak bu süreçte Nihat Kahveci her maç şans buldu. Rotasyondan nasibini ise Bobo, Holosko ve Nobre sıklıkla aldı. Sol bek mevkiinde İsmail Köybaşı sürekli görev alacakmış gibi gözükse de sezonun ikinci ve üçüncü maçını o bölgede İbrahim Üzülmez işgal etti. Ön libero mevkiinde Fink ve Ernst'in görev alacağı zaten belliydi ancak Mustafa Denizli'nin geçen sezon pek fazla düşünmediği ve zaman zaman tribüne dahi gönderdiği Uğur İnceman'da belki de bölgede rekabet olması amacıyla bu sezon daha fazla süre almaya başladı.

Beşiktaş'ın bir türlü onbirini kemikleştirememesinin yanında oyuncu formsuzlukları da can sıkıcı durumda. Özellikle geçen sezonun kahramanı olan Ernst'in henüz o performansa gelememiş olması, Nihat'ın eksik kondisyon ve gücüne rağmen sürekli baskı altında istediği şeyleri yapamaması, sağ bek ve sol bek mevkiindeki oyuncuların hücum hattına yeterli desteği verememesi, Bobo'nun performans düşüklüğü de Beşiktaş'ın gol yollarındaki sıkıntısının nedenlerinden bana göre. Ayrıca Yusuf, İbrahim Toraman ve Delgado'nun sakatlıkları da geçen sezonun iskelet kadrosunda yer alan bu oyunculardan yoksun kalan Beşiktaş için ekstra dezavantajlar olarak gözüküyor.

Galatasaray ve Fenerbahçe'nin iyi transferler yapıp son derece güçlendiği yazılıp çiziliyor sürekli. Tabi ki iki takımda 12 tam puana ulaşarak bu tezi güçlendirdiler ve herhangi bir takımın geriden gelip onları geçmesi zor gibi görünüyor ancak Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'ı kaos ve dedikodu yerine birlik olmayı seçerse şampiyonluk yarışını son haftaya kadar zorlar bana göre. Tekrar tekrar söylüyorum, kadro kalitesi ve derinliği olarak Beşiktaş kadrosunun ezeli rakiplerinden aşağı kalır yanı yok. Şampiyonlar Ligi için aynı şeyleri söyleyemesem de Turkcell Süper Lig'de Beşiktaş'ı şimdiden yarışın dışında göstermek büyük hata olur. Büyük maliyetiyle eleştiri oklarının hedefi olan Tabata transferi ise Beşiktaş'ın Nihat'tan sonra bu sezon başardığı en büyük iştir. Tabata'da Holosko kadar yarar sağlarsa bonservisi için konuşulanlar çok çabuk unutulur..

1 Eylül 2009 Salı

Skor Tahmin Oyunu 4. Hafta Sonuçları

















4. Hafta Puan Durumu


1. Murat Yılmaz : 19

2. Hakan Demirel : 18

3. Faruk Turutoğlu : 17

4. Tolga Şener : 8

5. Melih Kazdağ : 7



Genel Puan Durumu


1. Hakan Demirel : 85

2. Murat Yılmaz : 71

3. Tolga Şener : 61

4. Faruk Turutoğlu : 49

5. Melih Kazdağ : 32

Kim Bu Futbolcu?


Kendi ülkesinde Santos ve Vasco de Gama'da oynadıktan sonra İtalya'da futbol oynamış ancak dikiş tutturamayıp Palmerias'a gitmiş, 1994'te Amerika Birleşik Devletleri'nde düzenlenen Dünya Kupası'nı kazanan Brezilya Milli Takımı kadrosunda bulunan bu futbolcuyu hatırlayan çıkacak mı?

DOĞRU CEVAP: Mazinho. Tereddütlü de olsa ilk doğru cevap derin futbol bilgisine saygı duyduğum Murat Yılmaz'dan geldi. Kendisini tebrik ediyorum...

Sporcunun Zeki Ve Çeviğini Sevmek


Ne kadar severdim eskiden Emre'yi. Bana göre Türkiye'nin tartışmasız en iyi futbolcusuydu. Gençken de haşarıydı ama bu kadar ahlak ve terbiye yoksunu bir adam değildi. Her hafta bir vukuatı var, her hafta bir aksiyonu var. Birileri bu adama neden dur demiyor anlamıyorum. Hakeme yaptığı o hareket nedir öyle? O nasıl bir fütursuzluk, nasıl bir saygısızlıktır. ''Adam'' o hareketi yapar mı?

2 bilemedin 3 maç cezadan bahsediyorlar. Bu açıdan bakıldığında Emre'nin cüretinin nereden geldiği de belli oluyor aslında. Bir de Emre kırmızı kartı gördükten sonra oyundan çıkarken O'nu alkışlayan tribündeki taraftara seslenmek istiyorum: Yuh!

Galibiyeti Şehit Ailelerine Armağan Etmek!


Volkan Demirel'i izliyorum Manisaspor maçının ardından. Cumhuriyet Bayramı'nı (!) kutlayarak başlıyor sözlerine. Hadi insanlık hali, adam maçtan çıkmış, yorgun argın karıştırdı o anda diyelim. Arkasından Manisaspor maçının galibiyetini şehit ailelerine armağan ediyor! Dün karar vermiştim bununla ilgili bir post yazacaktım, gece Ntvspor'da Mehmet Demirkol denk geldi. ''Bu konuyla ilgili konuşmak istemiyorum, konuşursam başıma iş alırım'' dedi. Hay aklımla bin yaşa Mehmet Demirkol. Ben de dünden beridir diyorumki neden tek kelime yazamıyorum bu konu hakkında, söylenecek milyon tane kelimem bulunduğu halde. Ben de başıma iş almaktan korkuyorum. Volkan'a söylenmesi gereken herşeyi içimden söyledim, sadece ben biliyorum!..