30 Ocak 2010 Cumartesi

Hakem Kararı...

En son Konya Şekerspor'u yenmeyi başarmıştı Beşiktaş Ziraat Türkiye Kupası'nda ki prestij maçında. O maçta suskun golcüler Nihat ve Nobre ikişer gol atmıştı. Dün akşam ise ikinci yarının ilk lig maçına Antalya deplasmanında çıktı Beşiktaş.

Kimi zaman tribünde, kimi zaman yedek kulübesinde, ara ara sahanın içinde, çoklukla da medya ve taraftarın dilinde ''manipüle'' olan Tabata dün akşam ilk onbir çıktı sahaya. Ernst ve Fink'in sigortasında Beşiktaş kontrollü başladı maça. Antalyaspor'da ise hücumcuların sayısı fazla gibi gözükse de, pek fazla hücum etmeye niyetli bir görüntü vermiyordu. İlk yirmi dakika geçtiğinde takımlar hala birbirlerini ''tartıyorlardı''. Antalyasporlu defans oyuncuları tatlı-sert oyunu bayağı bir abartıyor ve ceza alanına girme teşebbüsü hissettiği anda ''indiriyordu'' Beşiktaşlı oyuncuları. İlk yarı futbolsuz 0-0 bittikten sonra ikinci yarı da Beşiktaş'ın penaltıdan attığı gol ve Necati'nin altıpastan dışarıya vurduğu kafa şutu haricinde aklımda ''futbolla'' ilgili kalan pek bir şey yok aslında. Benim derdim başka...

Yazmayayım diyorum hakem hakkında, antipatik oluyor diyorum ama dayanamıyorum. Bu Özgüç Türkalp denilen adam şu meşhur Konyaspor - Fenerbahçe maçının hakemi. O maçtan beridir de ne zaman denk gelse ayrı bir gözle takip ederim kendisini. O maçtan beridir daha bir kez bile adamakıllı maç yönettiğine şahit olmadım. Dün akşamki yönetim nedir öyle ya? Sanki adamı maç yönetmeye değil, futbolcuları birbirine sokmaya göndermişler oraya. O penaltı nedir peki? Yahu hadi yardımcı hakemin hasta Beşiktaşlı diyelim. Burnunun ucunda olan pozisyonu nasıl süzemiyorsun. O kola çarpan topu süzen yardımcı hakem, İbrahim Toraman'ın rakibinin bütün omzunu saran ve aşağı doğru bastıran kolunu nasıl süzemiyor? Sen nasıl süzemiyorsun Özgüç Türkalp? Bırak artık bu işi ya, yeter bu rezilliklerin, bu iğrençliklerin. Maçı aldın Beşiktaş'a verdin işte. Böyle penaltı kararı verilir mi? Böyle maç yönetilir mi? Bir de penaltıdan sonra bir pozisyonda Ömer Çatkıç'ın hem de top oyun dışındayken ve hem de aleni bir biçimde Fabian Ernst'e uçarak dirsek vurmasının cezası sarı kart mıdır? Bu eyyam değil de nedir? Hele penaltıdan sonra Antalyaspor lehine verdiği saçma sapan kararlar, fauller... Aklı sıra yanlış verdiği kararı dengeleyecek!

Yıllardır Anelka'nın elle attığı golü, Özgüç Türkalp ve yardımcılarının ''bilerek, görerek'' verdiğini düşünürdüm ama dün akşamki maçtan sonra bu fikrimden vazgeçtim ki dün akşam çalınan penaltının da Anelka'nın pozisyonundan öyle çok büyük farkları yok. Bu adamın (Özgüç Türkalp) bir şekilde yapmaması gereken, beceremediği bir mesleğin içerisinde olmasından dolayı çıkan fahiş hatalardan ibaret aslında olay. 3 büyüklerin hepsine karşı ciddi bir hayranlık duyuyor olamaz herhalde.

Futbolu çok severim, izlemeye de bayılırım. Ardarda 2 film izleyemem, bir albümü baştan sona dinleyemem belki ama ardarda belki de 10 tane futbol maçını sıkılmadan izlerim. Futbolda en sevmediğim şeydir, bariz bir hata sonrasında bir maçın bir takıma ''hibe'' edilmesi. Bu Beşiktaş olmuş, Fenerbahçe olmuş, Karşıyaka ya da Denizli Belediyespor olsun farketmez. Dün akşam yine böyle bir maç izledim işte. Tadım kaçtı kısaca...

28 Ocak 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 19. Hafta Tahminleri


TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

ANTALYASPOR - BEŞİKTAŞ

DİYARBAKIRSPOR - TRABZONSPOR

SİVASSPOR - FENERBAHÇE

DENİZLİSPOR - GALATASARAY

Fenerbahçe'de Christian Baroni, Andre Dos Santos, Emre Belözoğlu ve Diego Lugano sarı kart cezalısı.

Çeyrek Finaller


Ziraat Türkiye Kupası'nın kuraları çekildi ve çeyrek final eşleşmeleri belli oldu. Eşleşmeler şu şekilde:

İstanbul Büyükşehir Belediyespor - Trabzonspor

Antalyaspor - Galatasaray

Fenerbahçe - Bursaspor

Manisaspor - Denizlispor

Yarı final eşleşmeleri ise İ.B.B - Trabzonspor galibi ile Antalyaspor - Galatasaray galibi ve Fenerbahçe - Bursaspor galibi ile Manisaspor - Denizlispor galibi oldu. Tabi bu doğrultuda ilk akla gelen olası Galatasaray - Fenerbahçe finali. Yollar da bu iki takıma son derece açık görünüyor. Özellikle Fenerbahçe Bursaspor'u elerse, yarı finali, çeyrek finale göre çok daha rahat bir rakiple oynayacağından finale en yakın ekip gibi duruyor. İ.B.B, Trabzonspor, Antalyaspor, Galatasaray dörtgeninde de tabi ki en favori takım Galatasaray. Fenerbahçe'nin en ciddi rakibi Bursaspor, Galatasaray'ın ise Trabzonspor olacak bu yolda, takımlar herhangi bir kaza kurşununa kurban gitmezlerse...

Haldun Üstünel Yeteeeeer!


Özellikle Adnan Polat başkanlığından sonra Galatasaray'ı bir yıldız transfer furyası sardı ki sormayın gitsin! Shabani Nonda'dan, Harry Kewell'a, Milan Baros'tan, Leo Franco'ya, Abdulkader Keita'dan, Elano Blumer'a kadar Galatasaray, Haldun Üstünel önderliğinde birçok başarılı transfere imza attı.

Daha birkaç sene öncesine kadar Galatasaray taraftarları takımlarında, Filipescu, Niculescu, Sebastian Perez, Ali Lukunku, Felipe gibi adı sanı bilinmeyen yabancı oyuncuları izlerken, şimdilerde Robinho gibi isimleri telafuz etmeye başlamaları kendileri için hoş bir gelişme olsa gerek.

Sadece futbolcu bazında değil, teknik patronluk anlamında da Galatasaray'da ''çağ değiştiren'' hamleler oldu tabiki. Bugün İspanya ve İngiltere gibi liglerde rahatlıkla iş bulabilecek kapasite de olan Frank Rijkaard ve ekibini Türkiye'ye getiren de yine Galatasaray oldu.

Galatasaray'ın kadrosunda sezon başlarken, Leo Franco, Tobias Linderoth, Milan Baros, Shabani Nonda, Harry Kewell, Abdulkader Keita ve Elano Blumer olmak üzere 7 yabancı futbolcu bulunuyordu. Devre arasındaki ilk icraat Lucas Neill'ın transferi oldu Galatasaray için ve bu transferle birlikte, Futbol Federasyonu'nun koyduğu 6+2 kuralına istinaden Galatasaray'ın yabancı oyuncu hakkı, istiap haddine gelmiş oldu. Halduın Üstünel İngiltere'de kurduğu üsten sürekli yıldız oyuncular, kulüpleri ve menejerleriyle kontak halindeydi. İkinci bomba CSKA Moskova'da yıldızı parlayan ve Manchester City'e 24 milyon pounda transfer olan Jo'nun kiralanmasıyla patladı. Milan Baros'un sakatlığında Nonda'ya güvenmeyen sarı kırmızılılar, Jo'yu bu bölge için kiralayınca, eldeki yabancılardan birinin ''ringout'' olması icap etti. Bu oyuncu da tabi ki 2 yıldır sakatlıklardan başını kaldıramayan Tobias Linderoth'tan başkası olamazdı. Jo işi de bu şekilde çözüldükten sonra, Galatasaray için transferin biteceğini düşünenler yanıldı çünkü bir diğer bomba Tottenham'ın Meksikalı yıldızı Giovani Dos Santos'un kiralanması ile patladı. Dos Santos'un transferi ise Galatasaray'da bir başka meseleyi doğurdu. Şimdi gidecek yabancı oyuncu hangisi olmalıydı?

Galatasaray'ın 2 yabancı oyuncusu Baros ve Kewell'ın en iyi ihtimalle ikişer ay sonra sahalara döneceği kesin gibi ama Galatasaray yönetiminin geçen yılın Turkcell Süper Lig gol kralı Milan Baros'u elden çıkarması pek muhtemel bir hamle değil. Jo, Dos Santos ve Neill zaten yeni geldiler. Keita performans olarak, Kewell ile takımın en çok parlayan yabancı oyuncusu ve taraftarın sevgilisi. Geriye kalan opsiyonlar: Leo Franco, Hary Kewell ve Shabani Nonda oluyor. Elano Blumer'ı tabi ki bu listeye koymuyorum çünkü hem oynadığı bölge hem de beklenilen umutlar dolayısıyla gönderilemez statüsünde.

Harry Kewell, Galatasaray taraftarının tartışmasız en çok sevdiği oyuncu. ''Stay With Us'' pankartı öyle her oyuncu için açılmaz kolay kolay. Kewell'ın oynadığı futbolu, o gülen yüzünü ve abiliğini ben de pek beğeniyorum. ''Takımımda olsa keşke'' dediğim oyunculardan. Nonda ise bana göre iyi bir forvet ama ne yapsa ne etse, bu takımda bir türlü kendi kabul ettiremedi. Kewell'ın nisan ayına kadar ''injury list''te olacak olması kendisini bir anda gönderilecek oyuncular listesinde bir numaraya taşıdı ama taraftarın da buna yaklaşımı son derece sert oldu. Kewell bu takımın Hagi'den sonra en çok bağra basılan yabancı oyuncusu olduğundan dolayı, taraftar Kewell'ın gönderilmesine sert bir reaksiyon gösterdi. Hatta belki bu reaksiyon olmasaydı, Kewell çoktan gönderilmişti bile. Ha Kewell'ın gönderilme hikayesi ise Galatasaray'ın yabancı oyuncu kalitesi anlamında nerelerden nerelere geldiğinin göstergesi aslında. Diğer takımlardan kadro kalitesi olarak birkaç adım öne çıkmış vaziyetteler. Netice de bir diğer büyük Beşiktaş, adı sanı bilinmeyen, Tello mu, Tabata mı tartışmalarının içinde dursun, Galatasaray'ın göndermek için tartıştığı oyuncular bile, diğer takımların ağzının suyunu akıtır.

Piyasa olarak Nonda gönderilmeye en açık oyuncu aslında. Kendisi daha önce Türkiye'de başka bir takımda oynayabileceğini dahi belirtmişti. Kewell içinse ben böyle bir opsiyon bulunmadığını düşünüyorum çünkü Kewell'ın Avrupa piyasası Nonda'ya göre oldukça ilerde. Galatasaray taraftarının tercihi ise Leo Franco. Herkes Ufuk'un kaleyi rahatlıkla koruyabileceğini düşünüyor.

Ben Adnan Polat ya da Frank Rijkaard olsam ve bu yetki ben de olsa kimi gönderirdim? Hiç düşünmeden Nonda derim. Konuyu kapatırım kendi zihnimde. Allah Galatasaray yönetimine sabır versin!

Devlet Kuruluşu TRT


Evde bir televizyon var. Yaprak Dökümü hanımın favori dizilerinden, dizinin başlama saati ile Ankaragücü - Galatasaray ve Trabzonspor - Orduspor maçlarının başlama saati aynı. Dedik ki, hemen her odasına bir televizyon düşen eviyle kayınvalideye misafir olalım. Galatasaray'ın maçı TRT-1'de, Trabzonspor'un maçı TRT-3'te. Trabzonspor maçı ağırlıklı, dönüşümlü yayınla güzel bir akşam geçirelim.

Saatler 20:15'i gösterdiğinde geçtim ekran başına. TRT-1'de herşey normal. Ankaragücü - Galatasaray maçı öncesinde bildiğimiz maç önü geyikleri falan. TRT-3'ü açıyorum, TBMM TV midir nedir o yayında. Milletvekilleri falan konuşuyor. Omanim'le kontağa geçiyoruz, O'da aynı dertten müzdarip. Maçlar başlıyor yine yayın yok. Kafayı yemek üzereyim! Yayın akışına bakıyorum, TRT-3'te Trabzonspor - Orduspor maçı gözüküyor. Deli gibi diğer kanallara bakıyorum ama yok yok yok! Meğersem maçı TRT-4'e almışlar! En ufak bir bilgi yok. TRT-1'de Ankaragücü - Galatasaray maçını anlatan spiker dahi söylemiyor durumu. Başında olduğum televizyonda toplam 40 kanal var ve içlerinde TRT-4 yok. Orduspor öne geçiyor. Turu geçmek sıkıntıya biniyor. Stres had safhada!

İzleyemiyorum maçı. Orduspor'u güç bela 2-1 mağlup etmeyi başarıyoruz. Ankaragücü - Galatasaray maçı 0-0 bitiyor. Çeyrek finaldeyiz! Küfür dağarcığımda yeni yeni küfürler oluşuyor, TRT ile ilgili. Çeşitli besteler... Beşiktaş tribünlerinden daha yaratıcı oluyorum. Bir kupa gecesi bir Trabzonspor taraftarı olarak böyle geçiyor benim için...

26 Ocak 2010 Salı

Skor Tahmin Oyunu Hakkında

Herkesin bildiği gibi Skor Tahmin Oyunu programında yer alan Beşiktaş - İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı ertelendi. Ben de dolayısıyla puanları 3 maç üzerinden yayınladım. Beşiktaş - İstanbul Büyükşehir Belediyespor oynandığında yapılan tahminleri geçerli kılacağım. Bilginize...

Skor Tahmin Oyunu 18. Hafta Sonuçları


BU HAFTA PUANLAR:

HAKAN DEMİREL: 41

TOLGA ŞENER: 22

FARUK TURUTOĞLU: 12

BALTHAZAR: 5


GENEL PUAN DURUMU:

HAKAN DEMİREL: 258

TOLGA ŞENER: 256

FARUK TURUTOĞLU: 211

BALTHAZAR: 165

25 Ocak 2010 Pazartesi

Kolay Galibiyet


En son içerde 2-0 kaybedilen Beşiktaş maçında Trabzonspor'u bu kadar etkili bir futbol oynarken izlemiştim yanlış hatırlamıyorsam. Maçın başlamasıyla birlikte, özellikle Alanzinho'nun göbekten getirdiği ve kanatlara servis ettiği toplarla maça etkili giren Trabzonspor, Serkan Balcı'nın da ekstra gayretiyle maçı daha ilk on dakika içerisinde koparabilecek sayısız fırsat yakaladı ancak bu pozisyonları değerlendiremeyince, golün gelmesi maçın daha sonraki dakikalarına sarktı.

Engin Baytar'ın altıpastan direğe nişanladığı toptan sonra, bir iki kez de Umut Bulut ile rakip kaleyi zorlayan Trabzonspor, 21. dakikada Alanzinho'nun inanılmaz asistini, Umut Bulut'un boş kaleye plaselemesiyle skor üstünlüğünü yakalamış oldu. Golden sonra da temposundan fazlaca kaybetmeyen Trabzonspor bu kez yine Alanzinho'nun yaklaşık 40 metrelik deparla getirdiği topta, ceza alanı içinde Engin Baytar'a yapılan hareket sonucu kazanılan penaltıyı Gustavo Colman ile gole çevirip, skoru 2-0'a getirdi ve rahatladı. İki farklı üstünlükten 3 dakika sonra Umut Bulut kaleci ile karşı karşıya pozisyonda, farkı üçe çıkaracak golü bulamayınca, Sivasspor adına maçın en etkili futbolcusu olan Erman Kılıç'ın bireysel çabasıyla yarattığı golle farkı bire indirmeyi başardı.

İlk yarının sonunda Trabzonspor'un bir farklı üstünlüğü vardı ama sahadaki oyuna bakıldığında Trabzonspor'un puan kaybetmesi oldukça güç bir ihtimal olarak gözüktü. İkinci yarıda yine oyunu forse eden bordo mavili takım bu kez Giray Kaçar ile direğe takıldı ancak son dakikalarda bir aksiliğe mahal vermeyi engelleyecek olan golü Umut Bulut'la 79'da bulup hem maçı hem de skoru garanti altına almış oldu.

Trabzonspor adına sahanın en iyi oyuncusu bana göre Alanzinho ve Colman ikilisiydi. Alanzinho'nun etkili driplingleri rakip savunmanın başını döndürürken, Umut'a verdiği gol pası ise tamamen bir zeka ürünüydü. Maçın son dakikalarında tribünlere oynamak için yaptığı ''deli presle de'' kondisyonunun 90 dakikayı rahat rahat çıkarabileceğini göstermiş oldu. Gustavo Colman'ı ligin ilk yarısının sonunda son derece kötü bir performansla ve fiziksel düşüş ile bırakmıştık ancak ligin ikinci yarısına fırtına gibi girdi Arjantinli. Nasıl oldu bilmiyorum ama gözüme daha bir seri, daha çabuk düşünen ve daha hırslı gözüktü. Performansını, attığı penaltı golüyle süsleyip, oğluyla kutlaması da kendisine büyük moral kazandırdı. Tabi bu arada Umut Bulut'un da hakkını yememek lazım. Gökhan Ünal'ın gidişi, Teofilo'nun transferi ve Fatih Tekke muallakları arasında, ikinci yarıya hem fizik hem de mental olarak iyi hazırlandığını attığı iki golle ispat etti. Yine birkaç net pozisyonu değerlendiremedi ama tam Trabzonspor'a gerekli olan yerlerde iki güzel gol atarak, görevini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş oldu. Hrvoje Cale, Selçuk İnan, Egemen Korkmaz, tabi ki Serkan Balcı ve kalesinde güven veren Onur'da maçın performans gösteren oyuncuları oldular. Engin Baytar tüm çabasına rağmen bana göre bu takımın oyuncusu değil, yaptırdığı penaltıda takipçiliğini konuşturdu ama topu ayağına her aldığında eliyle koluyla takım arkadaşlarına işaretler yapması hiç ama hiç hoş kaçmıyor, Şenol Güneş'in bu konuya mutlaka bir önlem alması gerekiyor. Sanki sadece top Engin Baytar'a geldiğinde bütün takım ''saklambaç'' oynuyormuş gibi davranması hiç doğru değil, genç futbolcunun.

Hepsinden öte, Trabzonspor'un yedek kulübesinin ''dolgunluğu da'' beni en çok sevindiren gelişmelerden. Oyuna sonradan giren oyuncular, A Milli Takım oyuncusu Ceyhun Gülselam, Sezer Badur ve Teofilo Gutierrez oldu.

Sivasspor devre arasında 4 oyuncu getirdi yurt dışından. Van Heerden, Aubey ve Taider ilk onbirde yerlerini aldılar. Musa Aydın, Kamanan, Erman Kılıç gibi ''yıldızlar da'' ilk onbirde sahadaydı ama Sivasspor'un takım ruhu yerlerde süründü maç boyu. Erman Kılıç'ın attığı golden sonra golü tek başına kutlamasının yanı sıra, o bir ara adı Fenerbahçe ile anılan Musa Aydın'ın performansı,o geldiğinin daha ilk ayında onlarca methiye düzülen Kamanan'ın hali... Sanki değil Muhsin Ertuğral, Fabio Capello gelse bu takıma ruh aşılayamaz gibi geliyor bana. Resmen yabancı oyuncularla, yerliler birbirlerine mecbur kalmadıkça pas atmıyorlardı. Bu tip yaklaşımları hep ''saçma sapan'' bulurum ama dün Sivassporlu futbolcuların bunu yaptığına resmen şahit oldum. Kalecileri Akın Vardar'a dua etsinler yoksa tarihi bir fark yerlerdi. Ankaraspor küme düşürülmeseydi kuvvetle muhtemel düşme potasında dahi olmazdı. Bu şansı iyi değerlendirsinler bence. Bileti alacak iki takımdan birisi de Denizlispor, üçüncüsü kendileri olmasınlar.

22 Ocak 2010 Cuma

Bana Richards Deyin!


Fenerbahçe'nin kangrenli organlarından birisiydi Colin Kazım-Richards. Hiç haketmediği halde defalarca milli forma verildi genç futbolcuya. ''Kelepçeli partilerden'', gecenin bir yarısı geçirilen trafik kazaları O'nun sadece ''saha dışı'' performanslarıydı. Fenerbahçe forması altında, özellikle Christoph Daum'un güvendiği ve ısrarla forma verdiği bir adamdı ancak O hem Fatih Terim'in, hem de Christoph Daum'un güvenine layık olamadı. Premier League'e dönmek istediğini vurguluyordu ısrarla ama Toulouse'un, Fenerbahçe'ye önerdiği bonservis bedeliyle birlikte kendisi Fransa'nın yolunu tuttu. Ben Richards'ın yetenekli ama çok kötü bir futbolcu olduğunu düşününlerdenim. Sahada Alex dahil olmak üzere oyuncu arkadaşlarına yaptığı el kol hareketleri, oyundan alındığında gösterdiği reaksiyonlar, vurdumduymaz tavırları ve sadece ''piyasa futbolu'' oynaması dahi, kendisinin Fenerbahçe'den uzaklaştırılması için yeterli sebeplerdi. Bu kararın verilmesinde geç bile kaldı sarı lacivertli yöneticiler. Fenerbahçe'nin en iyi transferi Gökhan Gönül bile olabilir, yıllarca ''kahrını'' çektiği Richards takımdan ayrıldığı için.

E tabi Fransa'ya gider gitmez adını değiştirdi genç futbolcu. Buralarda milliyetçilik aşkıyla kendisine gururla ''Kazım Kazım'' diye hitap eden futbolseverler için O'nun ''Kazımlığı'' pek uzun sürmedi tabi ki. Fransa'daki ilk basın toplantısında ''Bana Richards deyin'' açıklamasını yaptı ki, kendilerinden birisi olduğu anlaşılsın. E zaten orijinal ismi buydu kendisinin, sadece isminde ne idüğü belirsiz bir şekilde duran ''ekstra Kazım'ı'' kaldırmış oldu. Vatana millete hayırlı olsun!

İyi Bir Başlangıç İçin...


Genel yapısı itibariyle, hem çalkantılı bir şehir, hem de çalkantılı bir camiaya sahip Trabzon. Alınsa, camianın ve taraftarın sesinin kesileceği, müthiş olumlu bir hava getireceği, neredeyse kesin olan Fatih Tekke transferini bile camia olarak elimize yüzümüze bulaştırmış durumdayız. Huzurlu bir kamp dönemi ve tam destekli bir ikinci yarı başlangıcı için neredeyse ''farz'' olmuştu Kaptan'ın transferi ama hala ortada netleşen bir durum yok. Tarafların birbirini suçlaması ve Sadri Şener'in, Fatih Tekke'nin açıklamaları için ''gençlik işte'' diye uyguladığı ''geçiştirme siyaseti'' dolayısıyla Sivasspor maçı da gergin bir atmosferde oynanacak.

Son kupa maçında kendi sahasında Giresunspor'a karşı 3-1 geriye düşmüştü Sivasspor ancak son 15 dakikada attığı 3 golle maçı kurtarmayı başardı. Özellikle ikinci yarının ilk birkaç haftasında alınabilecek bir iki kötü sonuç ve ligin dibine demir atma ihtimali bile Muhsin Ertuğral'ı müthiş şekilde geriyordur eminim. İki takım açısından bakıldığında, Sivasspor'un Trabzonspor'dan daha fazla kaybedeceği şey var gibi gözüküyor ama tabi ki kendi sahasında oynayan Trabzonspor galibiyet için saldırırken, ''hiç olmazsa bir puan'' diyecek olan Sivasspor köşesinde bitirici bir yumruk atmak için tetikte olacaktır.

Rennes takımından Lucien Aubey, Blackburn Rovers takımından Elrio Van Heerden, Xanthi'den Nabil Taider, ve Al Arabi takımından Souleymane Keita, Sivasspor'un devre arası transferleri oldu. Hiçbirisinin adını daha önce duymamıştım ama kesinlikle takviyeye ihtiyacı olan bir takıma birkaç tane ''yeni yüz'' getirmiş oldular.

Trabzonspor ise, Sivasspor'dan Sezer Badur'u, Ankaraspor'dan Murat Tosun'u ve Atletico Juniors takımından Teofilo Gutierrez'i transfer ederken, Razundara Tjikuzu'yu da Diyarbakırspor'a gönderdi.

İki takımın artılarına ve eksilerine baktığımızda tabi ki Trabzonspor'un Sivasspor karşısında ciddi avantajları olduğunu görüyoruz ancak başta da söylediğim gibi ''hır gürün'' eksik olmadığı camiada, Sivasspor karşısında yenilecek erken bir gol dahi bardağı taşırıp, futbolcuları strese sokabilir. Kontrollü bir oyunun sonunda, en azından duran toplardan Trabzonspor'un gol ya da goller bulabileceğini düşünüyorum. Giresunspor'un Sivas'ta attığı 3 gol Trabzonspor için bir avantaj olarak düşünülmemeli çünkü o maçla bu maç arasında dağlar kadar fark var.

Liderle arasına 4 maç fark sokmuş vaziyette Trabzonspor. 3 galibiyet ve 1 beraberlik fazlası var Fenerbahçe'nin Trabzonspor'dan. Arada daha Galatasaray, Beşiktaş, Kayserispor ve Bursaspor gibi takımlar var. Gerçekçi hedef Avrupa Kupaları tabi ki. İşte o hedef doğrultusunda Trabzonspor'un mutlaka ama mutlaka kazanması gereken bir maç Sivasspor maçı. Ligin ilk yarısında bütün lükslerini kullandılar neredeyse. Şimdi maksimum performans gösterme zamanıdır.

21 Ocak 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 18. Hafta Tahminleri


TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

FENERBAHÇE - DENİZLİSPOR

BEŞİKTAŞ - İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR

TRABZONSPOR - SİVASSPOR

GALATASARAY - GAZİANTEPSPOR

Not: İkinci yarı öncesi tüm arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Sakat ve cezalı oyuncuları fair-play çerçevesinde birbirimizle paylaşmaya gayret edelim. Umarım devre arasında oyunu özlemişsinizdir. Şahsen ben bayağı özlemişim.

Almayın da Görelim!


Geldi, gelmedi, oldu, olmadı, kulübü verdi, vermedi... Ocak ayının birinden itibaren iyiden iyiye alevlenen Fatih Tekke'nin transferi konusunda Trabzonspor Kulübü ''transferi dondurma'' kararı verince, dün Kaptan Fatih Tekke bir basın toplantısı düzenledi.

Kendisi hakkında, ''Şartları beğenmedi, Rubin Kazan ile görüştü, Gutierrez'in transferine sinirlendi, iki gündür kendisine ulaşamıyoruz'' gibi çeşitli iddialar ortaya atılan ''Sultan'' basın toplantısında o kadar değerli ve o kadar güzel cümleler sarfetti ki, Trabzonspor taraftarının kalbini bir kez daha fethetti.

Öncelikle başlayacağım nokta Fatih Tekke'nin sarfettiği ''Yönetim kurulunda benim kadar Trabzonsporlu birisi var mı?'' sözü ve ardından da birkaç saniye sonra eklediği ''Ünal Karaman'da dahil'' eki. Bunu anlayan anlar. Rusya'ya transferi bitirmeye değil, iddialı ve altını çizerek söylüyorum ''BİTİRMEMEYE'' giden, futbolculuğu döneminde siyasi kimliği ve hatırlı dostları sayesinde yıllarca Trabzon'da barınabilen Ünal Karaman, kaderin bir cilvesi olarak, ''Bu satırları yazan benden, senden, ondan daha Trabzonsporlu''  Fatih Tekke'yi ''ALMAMAYA'' gitti ya da gönderildi Rusya'ya. Sadri Şener'in kıtalararası yolculuklarla adı sanı bilinmeyen Gutierrez için sarfettiği çabanın (yanlış anlaşılmasın, Gutierrez'i küçümsemiyorum, tabi ki kendisinden çok büyük beklentilerimiz var) onda birini bonservisi Gutierrez'den daha düşük ve Trabzonspor tarihinin bir sezonda 30 gol barajını geçen tek oyuncusu, kaptanı, Fatih Tekke için sarfetmemesi sadece Kaptan'ı değil, tabi ki bizleri de kırdı, incitti. Bu yüzdendir ki, gecenin bir vakti Gutierrez'i havaalanına karşılamaya giden taraftarlar, ''Fatih Sultan Tekke'' tezahüratlarıyla ortalığı çınlatıp, gerekli mesajı gönderdiler. Bütün yönetim kurulunun toplamından daha değerlidir benim için Fatih'in ''saf ve temiz'' Trabzonsporluluğu.

''Yönetim istese transfer bir saatte biterdi'' dedi Sultan. Sonuna kadar katılıyorum. Fatih kimden ne kadar para talep etmiş, kiminle konuşmuş, açıklasınlar, biz de bilelim. Sadri Şener diyorki: ''Fatih bu kulübün efsane futbolcusudur, boş mukaveleye imza atması gerekir.'' Neden? Artık futbolculuk yaşamının sonbaharına gelmiş yaşı ile Fatih'in ücret pazarlığı yapması ya da yapıyor oluşu neden bu kadar problem oluyor? İstese 20 defa Fenerbahçe'ye, 30 defa Beşiktaş'a, 40 defa Galatasaray'a transfer olacak Trabzonlu bir futbolcunun, ''ille de memleketim'' demesi yeterince büyük bir fedakarlık değil mi zaten? Emre Belözoğlu'na 3,5 milyon euro saydıran Aziz Yıldırım, Fatih için yıllık minimum 2,5 milyon euro ödeme yapmaz mı sence Sayın Başkan? Bırakalım bu ''evladımız'' ayaklarını. Hamileri, Sonerleri, Lemileri, Tolunayları yıllarca bu edebiyatla üç otuz paraya oynatmadınız mı zaten? Gökhan Ünal'ın 6 milyon 250 bin euro, adı sanı bilinmeyen Gutierrez'in 3 milyon euro ettiği yerde, Fatih Tekke 20 milyon euro eder! Transferi bitirmemek için uğraşan Sadri Şener ve ekibi çıkacak ve diyecekki: ''Fatih Tekke bize ve camiaya şu şu yanlışları yapmıştır ve bizde bu yüzden işi yokuşa sürüyoruz.'' Boğazımız yırtıldı be Fatih Tekke diye bağırmaktan, boğazımız yırtıldı!

''6 ay önce önüme yıllık 1,6 milyon euroluk bir mukavele getirdi, Ünal Karaman, ben yıllık 1,5 milyon euro olsun dedim'' şeklinde bir açıklaması da var Kaptan'ın. Eğer bu doğruysa ve kimse yalanmıyorsa, yazıklar olsuın o Ünal Karaman'a da, o yönetime de. Topa vurmasını bırak, yolda yürümesini bile beceremeyen adamlar, Trabzonspor yönetimiyle ''çatır çatır'' kontrat pazarlığı yaparken, yıllık ücretini fazla (!) bulan Fatih Tekke'ye yapılan muamele ''ihanettir'' kardeşim!

Şimdi ayın yirmibiri. 10 gün sonra transfer dönemi bitecek. Eğer gücünüz yetiyorsa, bak dikkat edin: GÜCÜNÜZ YETİYORSA EĞER, almayın Fatih Tekke'yi görelim. Almayın da görelim, bakalım, neler oluyor, hangi kelleler kopuyor! Almayın da görelim! ''Transferi dondurma'' kararı vermişler! Bana da versinler iki top! Kakaolu, sade!

19 Ocak 2010 Salı

Top 16 ve Efes Pilsen


Oyuncularını ulu orta eleştiren teknik direktör ya da coachlardan nefret ederim ezelden beridir. Basının ''hadi yap'' dediğini yapmak ve sorumluluğu yönettiği adamlara yüklemek bir yöneticinin düşmemesi gereken bir durumdur.

Bir mucizedir oldu ve Efes Pilsen bir şekilde Top 16'ya kalmayı başardı. Sezonun başından beridir her kaybedilen maç sonrasında, ''Shumpert yoktu'', ''Rakocevic'ten istediğimizi alamadık'' gibi dahiyane mazeretlerle Efes Pilsen kültürünü sarsmaya devam eden Ergin Ataman son olarak yeni gelen yabancı oyuncuları suçlamış ve Euroleague'de devam şansının azalmasını, oyuncularının isteksizliğine bağlamıştı, özellikle de isim vererek, ''yeni gelen yabancıları'' suçlamıştı.

Şimdi ne değişecek peki? Top 16'ya kalmayı başaran ya da geçen sene lig şampiyonu olan Efes Pilsen için, Ergin Ataman ile pek bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Bu aralar adı Efes Pilsen ile anılan Gilbert Arenas dahi gelse, Ergin Ataman zihniyeti bu takıma ivme kazandıramayacaktır. Normal şartlar altında ligi domine etmesi gereken ayrıca Euroleague'de en azından grubunun ikinci olması gereken bu takımı nasıl bu hale getirdiğini de sorgulamak gerekiyor. Çok sevdiğim Efes Pilsen'i Ataman'ın eline bırakmamalı bence basketbol yönetimi, şu bütçelerin, şu yapılanmanın, şu oyuncu kalitesinin ve kadro genişliğinin bu durumda olmasının bir nedeni olmalı. Bence bu takımın sorumlusu Ergin Ataman olmamalı.

Çeşitle Artık Kendini!


Türk futbol literatürüne kazandırdığı söz öbeklerinin haddi hesabı yoktur. TRT'nin resmi yorumcusudur aynı zamanda Ömer Üründül. Ziraat Türkiye Kupası maçlarını izlerken, kendisininden ne derece haz etmediğimi bir kez daha anladım.

Çok uzatmayacağım lafı. Sadece iki maçı örnekleyeceğim. İlk maç Beşiktaş'ın İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nda İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a 1-0 kaybedip, gruptan elendiği karşılaşma. İlk yarıyı ben de kendisi gibi izliyorum. Beşiktaş ağır saha koşullarına rağmen (ki normalde ağır, bir de yağmur çamur artı ekstra rüzgar eklenmiş) İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısında baskın bir oyun oynuyor ve kendisinin özellikle her maçta vurguladığı ''orta saha çeşitlemelerini'' başarıyla uyguluyor. Sol kanat, sağ kanat bindirmeleri, çeşitli göbekten savunmayı delme girişimleri ve uzaktan şutlar. Morali, gücü, saha şartları ve rakip elverdiği ölçüde iyi bir maç çıkarıyorlar fakat maçı yorumlayan Ömer Üründül beni kelimenin tam anlamıyla ''deli ediyor''. Beşiktaş'ın zayıflığından bahsederken, bir yerde ''Ben Mustafa Denizli'nin yaptıklarını yorumlamak bile istemiyorum'' derken küstahlaşıyor. Bunları yaparken de ligin dişli ekiplerinden İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u ne kadar hafife aldığını ortaya çıkarıyor. Maçı anlatan spiker ise Tabata'ya takmış durumda. 90 dakika boyunca Tabata'nın neden alındığını, neden alındıysa oynatılmadığını, Delgado'nun yokluğuna rağmen, Tabata'nın oynatılmadığından mütemadiyen her 10 dakika da bir uzun uzadıya bahsediyor. Bir... İki... Üç... Dört... Bitmiyor. Maç gerçekten keyifli bir maç, iki takımda dişe diş oynuyor ancak maçın spikeri ve Ömer Üründül'e tahammül etmek sinir sınırlarını zorluyor.

Antalyaspor'un, Fenerbahçe'yi 4-3 yendiği maçı izliyorum. Yorumcu tabi ki yine Ömer Üründül çünkü Türkiye'de bu yetiye sahip başka bir ''bilen'' yok. Bu kez bir Fenerbahçe övgüsüdür gidiyor. Fenerbahçe'nin oynadığı futbol o gün Beşiktaş'ın oynadığına o kadar çok benziyor ki... Arkadaşlarla aynı şeyi konuşuyoruz. Sıkı maç olacağından bahsediyoruz ki zaten oluyor yanında da bol gol getiriyor. Ama yok! Ömer Üründül için iki maç arasında büyük farklar var. Birinde Beşiktaş amatör küme rakibi (!) İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısında dökülürken, Fenerbahçe ise Barcelona'nın B takımı (!) Antalyaspor karşısında mucizeler yaratıyor. Mevzu bu adı geçen dört takımla da ilgili değil. Takımların yerlerini ya da isimlerini de değiştirseniz, Ömer Üründül için farketmiyor. O maçı daha önceden kafasında yaşamış ve fikri sahada ne olursa olsun değişmiyor. Beşiktaş'ın maçın başından beridir oynadığı etkili, tempolu oyunu ilk yarının sonunda bir iki pozisyona girince ''Beşiktaş ilk yarının son beş dakikasında kendine geldi'' olarak yorumluyor. Tamamen skora ve pozisyona göre yapılan ''ucuz'' yorumlar.

Ömer Üründül'e karşı kesinlikle bir art niyetim yok ama bu kadar antipatik ve ukala yorumlarına mahkum olmamız sinirlendiriyor beni. Mazallah TRT ihaleyi kazansa ne olurdu düşünmek bile istemiyorum!

Renklerin Çıkarları İçin Değil, Futbolun Geleceği İçin!


Yeni yayın ihalesini Digiturk kazandıktan sonra LigTV'nin de bir takım revizyonlara imza atacağı konuşuluyordu. Bu revizyonlardan en ''bomba'' olanı bugün medyaya yansıdı.

Erman Toroğlu, LigTV kurulduğundan bu yana Şansal Büyüka ile birlikte Maraton Programı'nı yapıyordu. En sert eleştirileri alsa dahi, tamamen gündem belirleyen konuşmaların geçtiği, özellikle hakem kararlarının en ince açı detaylarına kadar eleştirildiği ve Erman Toroğlu'nun yaptığı yorumlara göre hakem kararlarının doğruluğunun ya da yanlışlığının kamuoyu tarafından ''sindirildiği'' kim ne derse dersin başarılı bir programdı Maraton. Başarı ölçüsü de tamamen izlenme oranıdır. Yoksa kalite olarak yerlerde süründüğünü, misalen NTV'de yayınlanan %100 Futbol'un yanından geçemeyeceği gün gibi aşikar. Yoksa benim baktığım açıdan bakılırsa, Yemekteyiz'te başarılı bir program!

Kulüpler Birliği'nin yoğun baskısı sonucu LigTV yani Digital Platform, Erman Toroğlu ile yollarını ayırmış. E tabi Kulüpler Birliği burada biraz kullanılıyor çünkü Fenerbahçe kanadının Erman Toroğlu ile ilgili müthiş rahatsızlıklarını olduğunu biliyoruz. Gerçi Fenerbahçe'nin genel anlamda Digiturk ile ilgili de büyük rahatsızlıkları var ama bu, şu anki konumuz değil.

Bir kere Erman Toroğlu'nun Fenerbahçe'nin maçlarındaki hakem kararlarını eleştirirken sergilediği tutumu kesinlikle yanlı bulduğumu söylemeliyim. Fenerbahçe'nin bariz lehine olan pozisyonları ''güç bela'' yorumlarken, takdir haklarını sürekli Fenerbahçe'nin aleyhine kullanıyor özellikle hakem hatalarıyla Fenerbahçe lehine maçın ''döndüğü'' anları ballandıra ballandıra anlatıyordu. Doğaldır ki yorumlarında standart olmayınca, bir gün ak dediğine öbür gün kara diyebiliyordu. Ben Erman Toroğlu'nun Fenerbahçe takıntısının şu meşhur ''kablo kesme'' olayına kadar dayandığını düşünüyorum. O zamandan bu zamana ne kadar kamufle etmeye çalışsa da (ben de hep yargılanıyorum bu davadan!) yanlı tutumunu farketmemek mümkün değil. Özellikle son Fenerbahçe - Ankaragücü maçından sonra tuvalet kağıdıyla yaptığı şov tamamen bir rezaletti ki, Erman Toroğlu ne yaparsa yapsın, o pozisyonun gol olduğuna beni ikna edemezdi. Seçtiği yolda en ucuzuydu.

9 yıldır Türk Futbolu'na yön veren bir adamdı Erman Toroğlu. Doğrusu yanlışı ayrı. Halkın bilinçaltında müthiş bir tesir gücü vardı. İyi özellikleri yok muyudu? Tabi ki vardı. Bir kere kim ne derse desin, Anadolu Kulüplerini koruyan bir mizacı vardı. Kaliteli esprilere de imza atıyordu. Pascal Nouma için ''tombala çekiyor'' esprisi ve Emre Aşık'ın, Nobre'yi taciz ettiği pozisyon için Şansal Büyüka'nın ''Hocam fazla kurcalama'' uyarısını, ''Hocam ben kurcalamıyorum ki, Emre kurcalıyor'' diye cevaplaması benim için hitlerdir. Ayrıca hakem kararlarının daha ''adil'' ve ''cesaretle'' verilmesine de katkısı olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun Erman Toroğlu bana göre de misyonunu tamamlamış bir adamdı. Bir Mehmet Özkan'ı, bir Uğur Meleke'yi, bir Rıdvan Dilmen'i görmek isteriz artık LigTV ekranlarında. Şöyle kaliteli, bu işi bilen, reyting peşinde değil de, futbolun güzelliğinin peşinden koşan adamları isteriz artık, yayıncı kuruluşun bir numararalı programında.

Şansal Büyüka'yı ikna edememişler, Maraton'u sürdürmesi için. E kader birliği yaptı tabi ''Hocam, hocam'' diye diye 9 yıldır. Takdir ettim Şansal Büyüka'yı, doğrusunu yapmış.

Şansal Büyüka'nın, Erman Toroğlu'na söz verirken, ''Efet, sefkili hocam, ne diyorsun?'' diyip ortayı yaptıktan sonra Erman Toroğlu ''incileri sıralarken'' kulaklıktan ''Sefkili Ender'' diye başlayıp sinkaflı ayar verişlerini de özleyeceğimi belirtmek isterim. Bir zamanlar Maraton vardı deriz, çocuklarımıza anlatırken...

Türkiye Kupası'nın Geleceği...


Bu Türkiye Kupası uzun süreden beridir ''Havasını kaybetti'', ''Artık tadı yok'', ''Olmuyor, olmuyor, olmuyor'' gibi manşetlere konu oluyor. Uzun süreden beridir herkes gibi ben de söylüyorum, bu Türkiye Kupası'nın şu an tek esprisi Fenerbahçe'nin yirmi küsür yıldan beridir kazanamıyor olması. Aslında takımları cezbedecek bir sürü seçenek var şu anki sistemde. Galibiyetlere, kalifiye olmalara iyi paralar veriliyor. Özellikle Anadolu takımları için ekstra bir soluk Türkiye Kupası. Ayrıca UEFA Avrupa Ligi'ne gidilen ikinci yol bu kupa. Kazanmak dahi gerekmiyor. Ligde ilk ikiye girmiş bir takımla final oynamak dahi yeterli olabiliyor. Statü değişikleri, para ödülleri ya da Avrupa Kupaları'na katılma şansı... Hiçbirisi Türkiye Kupası'nı angarya olmaktan öteye götüremiyor.

Avrupa'daki örneklere baktığımız zamanda, İngiltere'deki F.A Cup ve İspanya'daki Kral Kupası dışında çok fazla rağbet gören bir ülke kupası yok aslında. İngiltere ve İspanya'daki duruma ise gelenek mi deriz, sponsor başarısı mı deriz, köklü kupa tarihi mi deriz bilemiyorum. Bir kere tabi ki her takım için bulunduğu major ligde alacağı sıra herşeyden daha önemli. Hiçbir takım kendi ülkesinin kupası için stratejiler geliştirip, ekstra transfer bütçeleri yaratmaz. Ha geleneksel bir ''Hem lig hem kupa şampiyonluğu hedefi'' geyiği vardır bizde ama dediğim gibi bu sadece ''laf ola beri gele'' bir yaklaşımdan ibarettir. Ligde şampiyon olan bir takımın prestiji ile kupa şampiyonun arasında fersahlar ötesi bir fark oluşur.

Herşeyden önce ülkemizdeki kupanın kesinlikle oynanması gerektiğini düşünüyorum. Yani Türkiye Kupası'nın iptali gibi bir durum kesinlikle söz konusu olmamalı. Hiç olmazsa Necipler, Göksular, Emre Çolaklar falan bu kupada şans bulup kendilerini gösterebiliyorlar. Normal lig maçlarında yüzünü bile göremeyecekleri formaları giyip, hiç olmazsa Anadolu Kulüpleri'ne kapağı atabilmek için ''piyasa yapmış'' oluyorlar.

Ben kupa statüsü için ezelden beridir şunu düşünürüm: Madem ki bu kupanın adı Türkiye Kupası. O zaman Türkiye'de profesyonel olarak mücadele eden her takımın bu kupaya direkt katılması gerekir. Hiçbir takımı ayırmadan. Tek maçlı eleminasyon sistemi en ideali. İki torba gerekiyor. Bir torbaya seribaşlarını atıp, sonra takımları eşleştirmek gerekli ve bütün seribaşlarının maçlarını deplasmanda oynamaları gerekiyor. Galibiyetlere yine aynı primler verilsin. Şu an varolan prim sistemi yeniden revize edilip aynı ödül miktarı yine dağıtılsın. Çeyrek finale gelindiği zaman, artık seribaşı hikayesi kalksın ve takımlar yine tek maçlı eleminasyon sistemine göre eşleştirilsin. Finalin oynanacağı kent sezon başında belirlenmiş olsun. İzmir'den resmen baydık artık! Misalen sezon başında ''Bu sezon Türkiye Kupası finali Çanakkale 18 Mart Stadyumu'nda oynanacak'' deklaresi yapılırsa, başta Çanakkale olmak üzere komşu il takımları dahi kupaya daha fazla asılabilirler.

Bu grup statüsü çok kötü. Denizli Belediyespor, kura çekimi sonrasında hem Galatasaray deplasmanına hem de Trabzonspor deplasmanına gitti. Birisinden 5, diğerinden 6 gol yedi. O takımın özgüvenini bu kadar sarsmaya ve bu kadar adaletsiz bir statü uygulamaya kimin hakkı var? Neden Orduspor, Galatasaray maçını kendi sahasında oynayıp, hasılatın dibine vururken, Denizli Belediyespor bu haktan mahrum kalıyor? Bu statünün Anadolu Kulüpleri'ni koruduğu falan yok. Tek maçlı eleminasyon sistemi bu kupa için en idealidir. Fransa'da Libourne Saint Seurin mucizesi yaşanmıştı birkaç yıl önce. Google'dan aratın bakalım ne çıkacak birkaç sene öncesinin bu amatör kulübü hakkında?

Teofigol Gutierrez


Tam adı: Teofilo Antonio Gutierrez Roncancio. 24 yaşında. Kolombiya'nın Atletico Juniors takımı formasıyla çıktığı 52 maçta 41 gol, Kolombiya Milli Takım formasıyla da 3 maçta 2 gol kaydetti. Yurtdışına ilk transferini ülkesinden binlerce kilometre uzaklıktaki Trabzon şehrine yaptı. Hem kendisi için, hem de Trabzonspor için enteresan bir deneyim olacak. Başkan Sadri Şener, Atletico Juniors'a 3 milyon euro ödedi ''Teofigol''ün bonservisi için. Futbolcu hakkında bir bilgimiz yok ama Youtube'dan gollerini izlerken, ceza sahası dışından etkili vuruşları olduğunu bir de hemen her Kolombiya ve Şilili oyuncu gibi kafa toplarına hakim olduğunu gördüm. Bir de Atletico Juniors takımının taraftarına hayran oldum. O nasıl bir gol sevinci, o nasıl bir coşkudur öyle? Avni Aker'de bunları çok arar, Kolombiyalı.

Teofilo Gutierrez'i, Trabzonspor'a efsane Şota tavsiye etmiş. AZ Alkmaar'ın da bu oyuncuyu transfer etmek için son güne kadar uğraştığını biliyoruz. Yani Şota oyuncuyu sadece tek eski takımına tavsiye etmemiş anlaşılan! Umuyorum Gutierrez'de en az Şota kadar klas bir oyun oynar ve goller atar Trabzonspor için. Gökhan Ünal geldi geleli, ''gerçek'' bir golcü izlemeyi o kadar çok özledik ki...

Artık Fenerbahçeli...


Trabzonspor taraftarı herhalde bir futbolcusu Fenerbahçe'ye transfer olurken bu kadar çok sevinmemiştir. Trabzonspor forması altında bir buçuk sezon geçirdi Gökhan Ünal. Kayserispor'dan alındığı paranın yarısına Fenerbahçe'ye transfer oldu. Burak Yılmaz kangrenini nasıl kabul etti bizim yönetim ve Şenol Güneş bilmiyorum ama keşke takıma hemen gelecek bir futbolcu da karar kılınsaydı. Burak Yılmaz'da Gökhan Ünal'ın bir başka versiyonu aslında. O'nun da gözü hep yükseklerde ve bulunduğu yeri hazmedemeyen tiplerden.

Gökhan Ünal, Trabzonspor'a transfer olduğunda beklentiler çok yüksekti aslında. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın uzun süre peşinden koştuğu bir futbolcu kazandırılmıştı takıma. Umut Bulut'tan yılan Trabzonspor taraftarı için yeni bir umuttu ama olmadı. İşin enteresan kısmı ise, Gökhan Ünal'ın ilk geldiği sezon bir forvet için hiçte fena olmayan 15 gol ve 9 asistlik performansına rağmen ''tu kaka'' olmasıydı. Bunun birinci sebebi, Trabzonspor taraftarının Fatih Tekke gibi bir fenomeni çıplak gözle izlemiş olması ve Gökhan Ünal'dan hiç olmazsa Fatih'in bir gömlek altında performans göstermesini beklemesiydi. Belki sürekli Fatih ile kıyaslanmak, belki kaçırdığı gollerden sonra protestolar altında ezilmesi, belki de kan uyuşmazlığı... Netice de Gökhan Ünal bana göre de Trabzonspor'dan bir an önce gitmesi gereken bir futbolcuydu. O'nun o vurdumduymaz halleri, ezdiği toplar, mahkeme duvarı gibi suratı kaldı aklımda. Umut Bulut'tan daha fazla gol ve asist performansı göstermesine rağmen, Umut ile yeni kontrat yapılma aşamasındayken, Gökhan'ın bir an önce gönderilmesinin sebeplerini kendisi araştırmalı artık. Fenerbahçe kendisi için son umut kapısı artık, yoksa kötü ayrıldığı Kayserispor bile sahip çıkmaz kendisine.

Gökhan Ünal'ın kötü oynamasını ya da Fenerbahçe'de de başarısız olmasını kesinlikle istemem. Umarım takımına faydalı olur ve bu transfer öncelikle Trabzonspor'a, ardından Gökhan Ünal ve Fenerbahçe'ye hayırlı olur.

15 Ocak 2010 Cuma

Roger Milla


İki gün önce yayınladığım ''Kim Bu Futbolcu?'' postunun kahramanıydı Roger Milla. Kendisine karşı ayrı bir hayranlığım bulunmaktadır çünkü O Dünya Kupası tarihinin en ''spektaküler'' oyuncularından birisi hiç kuşkusuz.

Roger Milla 1952 doğumlu ve şu an 58 yaşında. Kendisini 1990 ve 1994 Dünya Kupalarından hatırlıyoruz. 1994 yılında Rusya ile oynayıp 6-1 kaybettikleri maçta, Rusya adına 5 gol atan Oleg Salenko Dünya Kupası tarihinde bir maçta en çok gol atan oyuncu olurken, Roger Milla ise Dünya Kupaları tarihinde gol atan en yaşlı oyuncu ünvanını almıştı. Milla o golü attığında tamı tamına 42 yaşındaydı.

Roger Milla'nın asıl spektaküler performansı ise milli takımı yıllar önce bırakmış olmasına rağmen Kamerun Başbakanı'nın özel talimatıyla 1990 Dünya Kupası için Kamerun kadrosunda yer almış olmasıdır. Bir Afrika ülkesinin tarihte ilk kez çeyrek finale çıkmasında attığı 4 golle büyük pay sahibi olan ve o dönemde 38 yaşında Milla, futbol kariyeri boyunca Fransa Ligi'nde çeşitli kulüplerde oynamış ve Montpellier formasıyla kariyerinin zirvesine ulaşmıştı. Higuita'nın ayağından çalıp attığı golden, gol sonrası yaptığı danslara kadar 1990 Dünya Kupası'na damga vurmuş bir futbolcudur Roger Milla. Bir dönem ülkesinde de spor bakanlığı yapan Kamerunlu oyuncu, 1994 Dünya Kupası'ndan sonra futbola veda etmiştir.

Roger Milla doğru cevabını veren Tolga'yı tebrik ediyorum...

Misyon


Geçen yılın galibiydi Skor Tahmin Yarışması'nda Tolga. Bu senede ilk yarının sonunda ipi önde göğüslemeyi başardı. Normalde bu sezonun da favorisi kendisi ama, kendi aramızda yaptığımız ankette yalnızca 8 oy çıkmış doğal olarak. Bu 8 oyun 5 adeti bana çıkmış, 2 adet Tolga'ya, 1 adette Balthazar'a oy var. Sevgili Hakan Demirel ise hiç oy alamayarak (kendi oyunu bana verdi muhtemelen sağolsun!) şu an sıralamada ikinci olsa da, favoriler arasında yer almadı.

Halkımın bana yüklediği misyonun farkındayım! Sorumluluğumunda bilincindeyim! Bu ağır yükün altından başarıyla kalkacağıma inanıyorum. Teşekkürler Türkiye!

9 Yıllık Forma Değişmez Bir Günde!


Dün yeni yayın ihalesi yapıldı, ancak bir bölümünü canlı olarak izleyebildim. Sebebini bilmiyorum ama Digiturk'un kazanmasını çok istedim. Türk Telekom'un sürpriz ''saldırısı'' olmasa belki de Digiturk'ün çok daha ucuza kapatabileceği bir ihale olacaktı ancak Türk Telekom yedi kez mola alıp işi 320 milyon dolara kadar çıkardı. Yedinci molada açık arttırmayı devam ettirmediler. Aslında ihalenin başından beridir, Digiturk'un CEO'su Ertan Özertem'in yanında oturan Mehmet Emin Karamehmet'in şartlar ne olursa olsun ihaleyi bırakmayacağı ''cool'' tavırlarından belliydi. Kimi zaman canı sıkıldı, kimi zaman kulağını kaşıdı ama uzun süren açık arttırmanın sonunda istediğini almayı başardı.

9 yıldan beridir yayın haklarını elinde bulunduran Digiturk, önümüzdeki 4+1 yıl boyunca da milyar dolar seviyesinde yatırım yapacak bu işe. Bana düşmez ama bu parayı verdikten sonra artık yayın hakları için Digiturk'un öncelikle Türki Devletlere, ardından komşu ülkelere bu haklarını pazarlaması alternatif bir getiri türü olabilir onlar için.

Şansal Büyüka'nın ''Bir büyük devirip gelmiş'' konuşma tonu ve Erman Toroğlu'nun +18 yorumlarını beş yıl daha izleyeceğiz. HD yayınların yanında, slow-motion kameralarla yapılan çekimler, aynı anda 8-9 maçı birden yayınlama kapasitesiyle Digiturk bu işin de altından kalkacaktır. Herkes gibi bende, son derece şeffaf bir şekilde gürültüsüz, patırtısız gerçekleşen bu ihalenin galibi Digital Platform ve sahibi Mehmet Emin Karamehmet'i tebrik ederim. Kulüpler ise bir ''altın madeninin'' içerisinde, umarım futbolumuza, kalite ve yeni heyecanlar getirmeyi başarırlar.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Kim Bu Futbolcu?


Herhangi bir ''Google'' arama içerikli ipucu yok. Cevap yarın sabaha...

Özlü Sözler


BİR GÜN GELECEK, YAHUDİLERİ TAMAMEN ORTADAN KALDIRAMADIĞIM İÇİN BANA KÜFREDECEKSİNİZ.

Adolf Hitler...

Yılmaz Vural ve Milli Takım


Son dönemin popüler gündemlerinden birisi oldu Yılmaz Vural'ın Milli Takım'ın teknik direktörlüğü için aday oluşu. Ben de naçizane Yılmaz Vural'ın bu görev için ''biçilmiş kaftan'' olup olmayacağını sorgulamaya çalıştım.

Yılmaz Vural'ın en büyük özelliklerinden birisi, Türkiye'de kalburüstü olmuş, bir dönem ligde mücadele etmiş hemen her takımı çalıştırmış olması. Özellikle şehir takımları için küme düşmek üzereyken neredeyse ''acil kan'' muamelesi gören Yılmaz Hoca'nın kariyerinde çalıştırdığı en büyük takım Trabzonspor olmuş. Kendi ifadesine göre 3 kez Fenerbahçe'nin, 2 kez de Beşiktaş'ın kapısından dönmüş. Bunun dışında, Kocaelispor, Bursaspor, Sakaryaspor, Ankaragücü, Antalyaspor, (ki en iyi yapılandırmayı orada gerçekleştirmek üzereydi) Gençlerbirliği, Gaziantepspor, Konyaspor ve adını sayamayacağım onlarca takımla irili ufaklı maceraların içinde yer almış. Sadece İstanbul'da bile, Zeytinburnuspor, Sarıyer ve Kasımpaşa gibi ilçe takımlarıyla Süper Lig'de denemeler yapmış, garip bir kariyere sahip bir teknik direktör profili var önümüzde.

Futbolcu dövmekten, tribünlere saldırmaya, maç oynanırken soyunma odasına gitmekten, intihar etme teşebbüsüne kadar birçok sansasyonel olayda da adı geçmiş deneyimli teknik direktörün. Futbolumuzun içinde varoldukça, son derece renkli açıklamalarına ve ''duruşlarına'' şahit olacağımız gerçek. Emekli olduğunda dahi, yaptığı hareketler ya da söylemleri mutlaka futbolumuzun içinde yaşamaya devam edecek bir ''fenomendir'' Yılmaz Vural.

Daha önceleri, ''Milli Takım'a kendimi öneriyorum'' açıklaması yapmış ve gayrıciddi bulunmuştu Yılmaz Vural. Sadece Milli Takım değil ki, 3 büyükler için de yıllarca didindi durdu, açık açık belirtti, her platformda söylemekten çekinmedi, bu takımların teknik direktörlük görevine talip olduğunu. Hiç bir zaman gerçekleşmeyen bir dileğin arkasında dursa da, O asla ideallerinden ve renkli kişiliğinden taviz vermedi.

Yılmaz Vural kesinlikle Capello tarzı, uzun pardesü giyip, karizmatik gözlüğünün arkasından, parmak ucuyla futbolcularına direktif veren bir teknik direktör değil. Ya da bir motivasyon uzmanı, tam bir lider gibi özellikleri de yok. Türkiye'nin en eğitimli teknik direktörü olarak biliniyor. Eğitimini Almanya'da almış, bu işin tozunu yutmuş bir adam. Karakter olarak fazlaca laubali gözüküyor ve her an ortalığı karıştıracak söylemler de bulunmaya müsait bir yapısı var kendisinin. Son dönemde Türkiye Futbol Federasyonu, Fatih Terim'den boşalan koltuğa bir türlü oturtacak birini bulamayınca, kendisi bu işe iyice heveslendi. Neredeyse bir tür baskıyla halkı referanduma götürüp, Milli Takım teknik direktörünü halka seçtirecek. Zaten bu tarz bir referandumda kendisi kesinlikle Milli Takım teknik direktörü olur çünkü halk olarak genel mizacıyla sevdiğimiz bir karakter Yılmaz Vural. Beşiktaş tribünlerinden yükselen ''Takla atsana'' tezahüratlarını dahi gülerek cevaplayabilecek bir mizah anlayışı da var.

Yılmaz Vural'ın Milli Takım teknik direktörü olma konusundaki ısrarını anlayabiliyorum. Birşeyleri bildiğini düşünen bir adam, sürekli ücretleri zamanında ödenmeyen, başkanları futboldan anlamayan, küme düşmek üzere olan takımlarda çalışmış bir teknik direktör olarak, sadece ''stres'' yaşayabileceği bir takımın başında olmak istemesi en büyük hakkı kendisinin. Türk Halkı, Yılmaz Vural'ın Milli Takım teknik direktörlüğüne hazır mı peki? Bence çoktan hazır. Fatih Terim gibi kendisine sıradan bir soru sorulduğunda dahi kendisini kaybedebilen bir ''The Man'' den sonra Yılmaz Vural'ın sempatik tavırları tabiri caizse ''ilaç gibi'' gelebilir bizlere. Alınacak başarılı bir sonuçtan kendisine büyük küluplerimizin kapıları da sonuna kadar açılacaktır. Belki de o meşhur taklalarını Avrupa'da atar ''Kurt Hoca''. Yıllarını Türk Futbolu için harcamış bir adam için bu çok anormal bir istek midir? Bence hayır. Trapattoni, Hiddink, Löw, Lucescu hatta Daum. Hepsi iyi teknik direktörler ama artık Yılmaz Vural'ın isteğini yerine getirelim bence. Bir şansı hakedeli epey zaman oluyor. Verelim...

12 Ocak 2010 Salı

Yahşi Batı


Hayatım boyunca izlediğim en küfürlü filmlerden birisiydi Yahşi Batı ama bir yetişkinin gözünden bakarsak, bir o kadar da eğlenceliydi. Masraftan kaçınmayarak, gerçek bir Western görselliğini yakalamayı başaran filmin yaş sınırının +7 olması ise tamamen saçmalık. Ben 8-9 yaşlarındaki bir çocukla filme girsem, sicim sicim terlerdim herhalde. Yahşi Batı, Cem Yılmaz'ın G.O.R.A ve A.R.O.G'u gibi yine hit bir film olmaya aday. Zaten son iki yıldır AFM'ler bazında ilk haftasında en çok gişe yapan yerli film olma ünvanını şimdiden kazanmış vaziyette. Filmde Cem Yılmaz'ın yanısıra, Cem Yılmaz filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, Ozan Güven, Özkan Uğur ve Zafer Algöz'ün yanısıra, Demet Evgar'da rol alıyor. Yahşi Batı, yanınızda 16 yaşından küçük bir çocuk getirmeden (sosyal sorumluluk adına!) gülerek izleyeceğiniz bir film olmuş. G.O.R.A'dan sonra Cem Yılmaz ve Ömer Faruk Sorak'ın arası açılmıştı. Belli ki buzlar erimiş, Ömer Faruk Sorak, Yahşi Batı'nın yönetmenliğini yapıyor.

11 Ocak 2010 Pazartesi

Ziraat Türkiye Kupası


Bulunduğu 2. Ligde dahi, kendi grubunun son sırasındaydı, Denizli Belediyespor. Sıkıntıları vardı ve bir şekilde Türkiye Kupası grup maçlarına yükselmeyi başarmış bir takımdı. Daha 2. ve 7. dakikalarda iki gol birden atınca bordo mavili rakipleri, gardları çabuk düştü. Beklediğimizden de zayıf çıktı 2. Lig temsilcisi. Maçla ilgili söylenebilecek birkaç şey var. Trabzonspor 2007 yılında oynadığı Türkiye Kupası yarı final maçında yabancısız sahaya çıkmıştı. Cumartesi günü, o günden bu güne ilk kez yine yabancısız sahadaydı. Şenol Güneş üç oyuncu değişikliğini de yabancılardan yana kullandı. Colman, Alanzinho ve Cale dahil oldu oyuna. Sezer Badur ilk onbir çıktı ve iyi bir futbol oynadı. Umut Bulut hat-trick'i bize hiç lazım olmayan bir maçta yaptı. Kendisinin ikinci takımının beşinci golü jeneriklikti. 61. dakika kutlaması yapılırken dördüncü golün gelmesi seyircinin sevincini katmerledi. Gökhan Ünal yine ''ruhsuz'' oyunun devam ettirdi. Bir an önce ayrılmak istiyor ancak bunu dile getirmek yerine sahada göstermeye çalışıyor olmalı.

Fenerbahçe ''bir çuval'' eksiğine rağmen Eskişehirspor'u deplasmanda yenmeyi başararak, kupanın tek anlamı olan ''kupasızlıklarına'' bu sene de bir çare arayacağını gösterdi. Burak Yılmaz'ın kaçırdığı gollerden sonra, ikinci yarıda sahaya biraz daha hakim olan Fenerbahçe'nin ''kurnaz'' futbolcusu Alex'in yarattığı poziyonda doğan penaltıyı da yine kendisi iki kez(!) ağlara göndererek maçı Fenerbahçe'ye getirdi. Klasman atlayan Cüneyt Çakır'da, Alex'in penaltısında uyguladığı kuralla, diğer hakemlerle arasında neden bu kadar fark olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Galatasaray rakibinin 5. dakikada 10 kişi kalmasına rağmen, özellikle ilk yarının son 15 dakikasında epey zorlandığı maçı 3-0 kazanmayı başardı. Nonda sıklıkla yaptığı gibi, yine fiş çekildikten sonra devreye girip takımının son iki golüne imza atmayı başardı. Arda'nın pozisyonunda çıkan kırmızı kart kararı ağır gözükse de doğruydu. Tamamen tabanla, rakibin kaval kemiğine yapılan müdaheleyi maçın hakemi iyi süzdü ve doğru bir karar verdi.

Fortis Türkiye Kupası iken daha bir havalıydı kupanın ismi. Şimdi Ziraat olunca, biraz daha ezik gibi durdu sanki. Böyle Yayla Kupası, Vatan Kupası gibi bir garip geldi bana. Tabi ben saçmalıyor da olabilirim. Bilmiyorum artık...

8 Ocak 2010 Cuma

Anket Sonuçları


Yaklaşık 1 ay önce düzenlemiştim Galatasaray ve Fenerbahçe'nin tur şansları hakkındaki anketi. Sonuçları açıklamak ise bugüne kaldı.

Fenerbahçe'nin tur şansının Galatasaray'a göre daha fazla olduğu çıktı ankette ki bu hiç anormal bir sonuç değil. Avrupa Kupaları'nda adı sanı pek fazla duyulmayan Lille ile Atletico Madrid kendi aralarında eşleşseydi hiç kuşkusuz favori Atletico Madrid olurdu. Fenerbahçe'nin turu geçme şansı bana göre de bir hayli fazla ancak devre arasında takımdan ayrılan ve kadro dışı bırakılan oyuncuların yerlerine en azından kadro derinliği açısından mutlaka takviyelerin yapılması gerekiyor Fenerbahçe adına. Lille, muhtemelen Trabzonspor'u eleyen Toulouse'un bir başka versiyonu. Koşan ve basan siyahi oyuncuların yanında, üst düzey tekniğe sahip oyuncuları barındırıyorlar ve Fenerbahçe'ye karşı en büyük avantajları üstün fizik güçleri olacak.

Atletico Madrid - Galatasaray eşleşmesi ise bıçak sırtı bir eşleşme. Her ne olursa olsun Atletico Madrid bu turda favori ancak Galatasaray'ın bilinen ''Avrupa kültürü'' ve kaliteli kadrosu ile rakibine öyle kolay kolay teslim olmayacağını düşünüyorum.

7 Ocak 2010 Perşembe

Yavuss




İstanbul'un Fatih ilçesinin köklü amatör kulüplerindir Vardarspor. 1950 yılında kurulan kulüp varlığını bu zamana kadar sürekli amatör liglerde sürdürmüş, zamanında 3. Lig'e terfi maçları da oynamıştı.

Trabzonspor'da İbrahima Yattara'nın, Galatasaray'da Serkan Çalık'ın, zamanında Gençlerbirliği'nde Kerem Seras'ın, geçen sezon Eskişehirspor'da Engin Baytar'ın, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da Oğuzhan Bahadır'ın, Rubin Kazan'da Gökdeniz Karadeniz'in, Zenit Petersburg'da Fatih Tekke'nin ve adını ya da oynadığı takımı şu anda hatırlayamadığım onlarca ''61 numara'' temsilcisinden birisi de Vardarspor'un kadrosunda bulunuyor. Blogta ''Yavuss'' nickiyle zaman zaman sivri yorumlarını da gördüğümüz, Yavuz Selim Sayın, Vardarspor'un kadrosunda, Fatih'in göbeğinde, Trabzon Şehri'ni başarıyla temsil etmeye devam ediyor. Boşuna demiyoruz ''Bize Her Yer Trabzon'' diye...

Football Manager 2010


Özellikle Suudi Arabistan'da çalışırken, bir oyunun başında en fazla vakit geçirme rekorumu oyunun 2005 yılı versiyonuyla kırdığıma eminim ama aradan geçen 5 sene üzerine oyunun geldiği noktayı görünce Sigames çalışanlarının artık neler yapabileceğinin limitini ciddi ciddi düşünmeye başladım.

Adı üzerinde Football Manager, bir menejerlik oyunu ve dünya üzerinde de bu işten en fazla haz alabileceğiniz yapım aynı zamanda. Teknik direktörlerin dahi oyuncu databaseleri için bu oyunu kullandıkları, yaptıkları taktiklerin verdiği sonuçları bu oyun üzerinde kurguladıkları bilinen bir gerçek. Ülkemizde Mustafa Denizli, yurtdışında ise Claudio Raineri ile Arsene Wenger'in bu oyundan yararlandıklarını kendi açıklamalarından biliyoruz ama eminim ki, bunu itiraf eden bu üç teknik direktörün dışında yüzlercesi de vardır.

Football Manager 2010'da, 2009 versiyonunda olduğu gibi 3D görüntü özelliği mevcut. Tabi ki 2D oynama lüksümüz de devam ediyor. Oyunda en beğendiğim özellik kulüplerin yaşadığı finansal sıkıntıların oyuna aynen aktarılması olmuş. Eski versiyonlarda bir sezonda ortalama 15 gol atan bir oyuncunuzu Avrupa piyasasına 11-12 milyon euro civarında pazarlayabiliyorken, şimdi o uçuk fiyatlar ortadan kalkmış durumda. Yaklaşık 8 sezon geçirdiğim oyunda en büyük transferimi Trabzonspor'un başındayken, Sergey Krivets adlı genç oyuncumu 17,5 milyon euro'ya Real Madrid'e satarak yaptım. Bunun dışında öyle satılığa çıkardığınız her oyuncuya büyük talipler çıkmazken, kimi zaman oyuncunun elinizde patladığı da oluyor. Özellikle bonservisi elinde olan oyunculara her geçen gün artan rağbet, oyuna da çok iyi aktarılmış durumda. Şayet bulunduğunuz kulübün finansını zorlayacak hamleler yapmaya kalkarsanız, yönetim kanadından ciddi eleştiriler alabiliyorsunuz. Basınla iletişim her versiyonda olduğu gibi bu versiyonda da geliştirilmiş vaziyette. Sorulan soruya kaçamak bir cevap verdiğinizde, soruyu soran muhabirin cevabı almak için 2 hatta 3 kez sizi zorladığı oluyor. Siz de buna kızıp ''Storm out'' butonuyla toplantıyı terkedebiliyorsunuz ancak sonrasında özellikle yerel basın kanalıyla ''kuyunuzu kazmaya'' çalışan muhabirlerle karşılaşma olasılığınız giderek artıyor. Artık maç içindeki taktik varyasyonlarınızı oyunculara bireysel olarak ''bağırarakta'' verebiliyorsunuz. Misalen, Galatasaray'ın başındayken, sağ kanat oyuncunuz Sabri'ye, ''Önde bas!'' diye bağırmak ya da moralsiz oyuncunuzu ''Hadi koçum'' diyerek motive etme şansınız mevcut.

Kendi adıma belirtmeliyim ki, eski versiyonlarda yaklaşık 10 sezonda dünya devi haline getirdiğim Trabzonspor'un başında ancak 5 sezon dayanabildim bu kez. İki kez lig ikincisi, iki kez lig üçüncüsü olduktan sonraki sezon ligi 7. sırada bitirip, Türkiye Kupası yarı finalinde de Bursaspor'a elenince, Trabzonspor'dan kovulmaktan kurtulamadım. Yaklaşık 6 aylık boşluğun ardından ikinci ligde yer alan Denizlispor'dan gelen teklifi geri çevirmeyip Denizlispor'un başına geçtim. İlk yarının sonunda 9. olarak aldığım takımı sezon sonuna kadar bir arpa boyu yol ilerletemedim ve sezonu yine dokuzuncu olarak kapadım. Finansal krizi aşamayınca yeni sezona bonservisi elinde olan oyuncuları transfer etmeye çalışarak girdim. Yönetimin koyduğu hedef Süper Lig'e terfi etmekti ancak ben yine dokuzunculuk onunculuk arasında gezince 14. haftada Denizli'den de kovuldum ve beklemeye başladım. Ertesi sezonun son dokuz haftasına girerken, kovulan Raşit Çetiner'in yerine Süper Lig'de mücadele eden Gençlerbirliği'nden gelen teklifi geri çevirmeyerek, bu takımın başına geçtim ve o sezon küme düşmekten kılpayı kurtuldum. Finansal sıkıntıları aşamayınca ertesi sezona da kötü sayılabilecek bir kadroyla girdim ancak neyseki yönetim durumun bilincinde olarak hedefi kümede kalmak olarak belirleyince, kovulmadan sezon sonunu getirmeyi başardım ancak küme düşmekten yine son hafta kurtularak ecel terleri döktüm.

Oyun bir hayli zorlaşmış vaziyette kısaca. Bu zorlukta beni inanılmaz derecede cezbediyor. Hala bu oyunu oynamayanınız varsa, bence geç olmadan oyuna başlasın. Football Manager her geçen yıl kendini geliştirirerek, bir menejerlik oyunundan ne bekliyorsanız size bizzat onu sunuyor.

Avatar


2012 her ne kadar görsel olarak bir şölen anlamı taşısa da, filmi izledikten sonra altının ne kadar boş bir konuyla doldurulduğunu görünce hayal kırıklığına uğramıştım. Neticede her ne olursa olsun, koskoca yeryüzünün haritası tepeden tırnağa değişirken, üzerinden limuzinle uçulan büyük çökükler gözlerimde ekşi bir tat bırakmıştı. (İyice film eleştirmeni moduna girdiğimi kabul etmeliyim)

Görsel şölen ziyafetinde sıra Avatar'daydı. Titanic'ten sonra ilk filmini çekmiş olan James Cameron'ın bütün mesaisini bu işe harcadığını öğrensemde, 2012'den sonra herhangi bir film için bu kadar fazla beklentiye girmemek için kendime verdiğim sözü tutup, salona alelade bir bilim-kurgu izleyecekmiş edasıyla girdim. İlk anlarından itibaren başlayıp yaklaşık 3 saat boyunca izlediğim ''şeyin'' (bu filmse diğerleri ne?) etkisinden uzun süre kurtulamadım.

''Filmi izlemeyenler varsa bundan sonrasını okumasın'' diyerek biraz biraz konuya dalmak isterim. Herşeyden önce yıllardır uzaylıların Dünya'ya saldırılarını izler (Signs, Independence Day, The Day The Earth Stood Still vb...) her daim ''Yahu bir kez de bizimkiler bir gezegene çıkartma yapsa ya'' diye hayıflanırdım. Dünya vatandaşlarının Pandora gezegenine, hem de yalnızca değerli bir maden için (Aşmışız artık!) yerleşmeleri, burada o gezegende yaşayan yerli halkı ikna için, onlarla iletişim kurmaları, hatta çocuklarını okullarda eğitmeye varıncaya kadar kurulan ilişkilerin içerisinde, ayrıca gezegene dışarıdan gelen davetsiz misafirlerden rahatsızlık duyan kabileleri (ya da klanları) görmek, onların isyanını izlemek, resmen ağzımdan salyalar akmasına neden oldu. Bir de tüm senaryonun içine mükemmele yakın şekilde uygulanan animasyonlar ve yabancı bir gezegenin muhteşem görselliğini ekleyin. (Özellikle geceleri çekilen sahnelerde gökyüzünde görülen başka başka gezegenler falan...) O gezegene has hayvanlar, bitkiler ve tabi ki zeki varlıklar. ''Eywa'' adını verdikleri kutsal ağaçları, (Yalnız kutsal mutsal, Eywa harbiden tanrıymış) uçan yırtıcıları ve hemen hemen yaşayan tüm varlıklarla kurulan bedensel bağlar filme inanılmaz ekstra lezzetler katmış. Klişelerde yok değil tabi ki. ''Savaş kaşarı'' boyutunda bir albayın, gezegeni illaki darma duman etmek istemesi, kullandığı cümleler (Hadi beyler, bu akşam yemeği evde yemek istiyorum vb...), Filmin yardımcı ve iyi karakterinin mutlaka ölmesi (Grace karakteri) gibi ''klasikleri'' içinde barındırsa da film tam anlamıyla ''Körün istediği bir göz'' oldu benim için.

Avatar sinemacılık aleminin en hit filmlerinden birisi hiç kuşkusuz. Daha şimdiden dünyanın en çok hasılat yapan filmleri sıralamasında 3 numaraya yükselmiş durumda ve yakın zamanda birinciliği ele geçirmesi hiç sürpriz bir sonuç olmayacak. Filmi izlemeyen birisi buraya kadar yazılanları okuduysa, hiç üzülmesin zira belki konuyu anlattım ama benim burada ifade etmeye çalıştıklarım yalnızca buz dağının görünen kısmının belki de onda biri. Bir an önce gidip görün derim ben...

5 Ocak 2010 Salı

Delgado Meselesi...


Mustafa Denizli henüz Beşiktaş'ın başına geçmediği dönemde yani geçen sezonun başında Lig TV'de yorumculuk yaparken sık sık bahsederdi Delgado'nun ne kadar değerli ve siyah beyazlı takım için ne kadar önemli bir futbolcu olduğundan. Beşiktaş teknik direktörlüğünü üstlendiğini andan itibaren de Delgado sevdasından hiç vazgeçmedi ve takımın iskeletini hep Arjantinli oyuncuya göre kurdu.

Delgado uzun bir süreden beridir Beşiktaş'taki yerini alamıyor. Geçirdiği ağır sakatlıktan sonra bir türlü toparlayamayan genç yıldız sahalara dönmesi uzadıkça, doğal olarak hem Beşiktaş yönetimini hem de Mustafa Denizli'yi çeşitli arayışlara itiyor.

Son dönemde basında sıkça bahsedildiği gibi Mustafa Denizli ve Delgado bir telefon görüşmesi yapmış ancak neredeyse sekiz farklı haber kaynağında sekiz farklı yorum görmek mümkün Delgado ve Denizli'nin telefon görüşmesi için.

Aslında bu görüşmelerden daha önemlisi, Delgado'nun dondurulmuş durumda bekleyen kontratı bence. Açıkçası kontrat dondurmanın ne demek olduğunu tam olarak bildiğimi söylememem. Stephen Appiah ile gündeme gelen, Delgado ile hayat bulan ve bu aralar İbrahima Yattara için düşünülen kontrat dondurma hikayesi belli ki futbolcuları yıpratacak bir uygulama. Appiah bu teklife zamanında sert tepki göstermiş, Delgado ''kerhen'' ve birtakım imtiyazlarla kabul etmişti. Tello mu, Bobo mu, Tabata mı falları açıla dursun, Beşiktaş'ın Delgado kanalında da işler pek iyi gitmiyor ve bu nasıl bir işse yönetimden ya da daha doğrusu kulüpten hiç kimse herhangi bir açıklama dahi yapmıyor Delgado'nun sakatlığı hakkında.

Gazetenin birinde, yukarıda bahsettiğim telefon görüşmesi için ''Delgado, Denizli'ye 15 Ocak'ta bomba gibi döneceğim sözü verdi'' yazıyordu. Umarım doğru olan haber budur. Beşiktaş'ın Delgado'ya, Delgado'nun da Beşiktaş'a epey ihtiyacı var bu aralar.

Alma Mazlumun Ahını...


''Genç Semih'' sözü bir espri malzemesidir, futbola bulaşmış herkes için. ''Nöbetçi Golcü'' gibi saçma lakapları, oyuna sürekli sonradan girerek gol kralı olma gibi özelliklere de sahiptir, Fenerbahçe'nin altyapısından yetişen golcü oyuncusu.

Kimlerin arkasında yedek beklemedi ki Semih Şentürk. Anelka'dan, Nobre'ye, Hoojdonk'tan, Güiza'ya, Kezman'dan, Colin Kazım-Richards'a kadar uzanan geniş bir yelpaze de yıllardır sırasını, düzenli olarak oynayacağı günleri bekledi ki bunu haketmeyi başaralı uzun bir zaman oluyor.

Daha önceleri Ümit Özat, Tuncay, Aurelio gibi temel taşları bonservis bedeli olmadan kaybeden ve yerlerini bol sıfırlı kontratlar ile birlikte, yüklü meblağlarda bonservis bedeli ödediği futbolcularla kapatmaya çalışan Fenerbahçe yönetimi, sözleşmesinin normal süresi bu sezon sonunda bitecek olan Semih Şentürk'ün kontratında bulunan opsiyon maddesini kullanarak oyuncunun mukavele sonu tarihini 2011 mayısına attı. Zaten huzursuz olan Semih Şentürk'te kendi onayı olmadan böyle bir hamle yapan altyapısından yetiştiği kulübünü Türkiye Futbol Federasyonu'na şikayet etti.

Belli ki Fenerbahçeli yöneticilerin zamanında sütten ağzı yanmış ve Semih konusunda da bir kazaya uğramamak için işi daha şimdiden sıkı tutmaya karar vermişler. Semih'e yapılan 50 bin euroluk yıllık ücret artışına ise bir anlam veremedim. Neye göre, nasıl hesaplandığını bilmiyorum ama günümüz şartlarında Semih'e yapılan zam ''memur zammı'' gibi oldu. Gerçi Semih'te Fenerbahçe'de bir memur gibi ''çalışıyordu'' ya ayrı konu.

Dün Şekip Mosturoğlu, Semih için medya tabiriyle ''zehir zemberek'' açıklamalar yaptı. Semih'in bu konuda, bu davada ''mazlumu'' oynamasına izin vermeyecek belli ki Fenerbahçe yönetimi. Semih sürekli ''Fenerbahçeli'' olduğunu belirterek (ki bunu söylemesine dahi gerek yok) özellikle bu davada vicdanen de rahat olduğunu gözler önüne sermeye çalışıyor ancak ben yine de Şekip Mosturoğlu'nun vurguladığı gibi Semih'in asıl derdinin ''para'' değil, uğradığı ''haksızlıklar'' olduğunu düşünüyorum. Bir de üzerine Fenerbahçe Kulübü kendi fikrini almadan mukaveleyi uzatınca (ki eğer Semih mukaveleyi bu şekilde imzaladıysa hiç ağlamamalı) kendisi de kazan kaldırdı.

Bu işin sonu nasıl olur bilmiyorum ama Fenerbahçe ile Semih'in arasına kalın buz dağlarının girdiği bir gerçek. Sorunu nasıl çözeceklerini ise merakla bekliyorum.

Murat Tosun ve Sezer Badur


Fatih Tekke transferi Trabzonspor'un gündemini bir hayli meşgul ederken, sessiz sedasız, iki futbolcu transfer ediverdi bordo mavililer 1 Ocak'ta. Birisi Sivasspor'un orta sahasında görev yapan Sezer Badur, diğeri de Özer Hurmacı ile birlikte yıldızı parlayan ancak devamını getiremeyip, Ankaraspor'un A2 takımıyla maçlara çıkan Murat Tosun.

Sezer Badur'u fazlaca anlatmaya gerek yok. Turkcell Süper Lig'in nokta transferlerinden birisi oldu kendisi Trabzonspor için. Yumuşak bileklere ve vasatın üstü bir oyun zekasına sahip olan Sezer, Bülent Uygun'un verdiği şansları fazlasıyla iyi değerlendirip, son üç sezondur Sivasspor'un banko oyuncusu olmuştu. Uzun süren sakatlığı yüzünden bu sezon forma yüzü göremeyen Sezer Sivasspor forması ile 2007 yılından beridir toplam 57 lig maçında forma giyip 11 gol kaydetti. Ben Sezer'in bu sezon sakatlığının da etkisiyle pek fazla forma şansı bulamasa da önümüzdeki sezon sağlam bir şekilde ilk onbiri zorlayacağını düşünüyorum. Gustavo Colman'ın alternatifsizliğinde, kadro derinliği açısından da son derece olumlu bir transfer oldu gurbetçi oyuncu.

Asıl bahsetmek istediğim oyuncu ise Murat Tosun. Bu sezon Ankaraspor'un oynadığı yedi maçta yalnızca bir gol attı Murat Tosun. Geçen sezon ise ağır sakatlığından fırsat bulup oynadığı maçlarda toplam 5 gol kaydetmişti. Son iki sezona baktığımız zaman ''Ne işi var bu adamın Trabzonspor'da?'' diyebiliriz ancak bana göre Murat Tosun pek rutin bir forvet oyuncusu değil. Bileklerine son derece hakim olmasının yanında, hava hakimiyeti ve bitirici kafa vuruşları da son derece klas olan genç oyuncu Aykut Kocaman'ın da Ankaraspor'un başındayken, Özer Hurmacı ile birlikte iki gözdesinden biriydi. Şu ana kadar profesyonel olarak mücadele ettiği hiçbir sezonda 10 gol barajını aşamasa da Murat Tosun bana göre kendi oyun karakterine çok uygun bir takıma geldi. Forma şansı buldukça zaten oldukça üst düzeyde olan özgüvenini de yeniden yakalayacağına inandığım genç futbolcuya Trabzonspor forması altında sonsuz başarılar diliyorum.

Hem Sezer Badur'un, hem de Murat Tosun'un transferleri bana göre son derece başarılı hamleler oldu Trabzonspor için. Fatih Tekke transferinin yeniden zora girdiği şu dönemde transfer edilen Murat Tosun hücum hattına, Sezer Badur ise orta sahaya mutlaka yeni bir soluk getireceklerdir.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Kaldığımız Yerden...


Hiç unutmuyorum; 8 yaşındayken bir dergi almıştım elime, çocuk dergisiydi. Karikatürün birindeki konuşma balonunun içinde ''Şunun şurasında 2000'e ne kaldı? Bu çağda böyle şeyler olur mu?'' tadında bir yazı yazıyordu. O zaman keşfetmiştim 2000 yılını. Oturup hesapladım hemen. 12 yıl kalmıştı 2000'e. Ben o yıl geldiği zaman 20 yaşında olacaktım. O zaman kafamda kuramamıştım 20 yaşı. Kocaman adam olacaktım işte. Sonra 2010'da 30 yaşında, 2020'de ise 40 yaşında olacağımı düşündüm. Ne uzak tarihlerdi öyle...

Geçtiğimiz perşembeyi, cumaya bağlayan gece, o yaştayken kafamda kuramadığım tarihlerden birisine daha giriş yaptık. 2010'u da gördüm. 2000 yılında askerdim. Bilecik'te acemi birliğinde. Şimdi kocaman evli bir adam oldum artık. 2020'yi görmeyi başarabilirsem, nerede nasıl yaşıyor olacağımı gerçekten çok merak ediyorum. 20 yaşına kadar yavaş giden hayatım, 20'den sonra neredeyse su gibi akmaya başladı. Sözün özü yeni yılı saygıyla karşılıyorum, herkesin yeni yılını da en içten dileklerimle kutluyorum.

Aralık ayının 26'sında senelik izinden bakiye 5 gün ile yılbaşı tatilini birleştirip 9 günlük kocaman bir izne ayrılmıştım. Bir anlamda bloğa da izin vermiş oldum bu süre içinde. Bugün yeniden işbaşı yaptım. Bloğun işbaşı tarihi ise yarın. İzinde bol bol oynama şansı bulduğum Football Manager 2010, Trabzonspor'un yeni transferleri, Semih vs Fenerbahçe, Delgado'nun durumu, Milli Takım'ın yeni teknik direktörü, izlerken ağzımdan salyalar dökülen Avatar ve birçok konu kafamda şekillendi aslında. Tabi sol köşede halen durmakta olan anket sonuçları da... Yarından itibaren Sportif Platform kaldığı yerden yoluna devam edecek. Herkese saygılar...