31 Mart 2009 Salı

Şiddetle 3 Puana Duyulan İhtiyaç!

1- İspanya: 15
2- Bosna Hersek: 9
3- Türkiye: 8
4- Belçika: 7
5- Estonya: 2
6- Ermenistan: 1
2010 yılında Güney Afrika'da düzenlenecek olan Dünya Kupası için Avrupa Elemeleri 5. Grubu'nun puan durumu beşer maç sonunda bu şekilde gerçekleşti. Durum bizim için pek fazla parlak görünmüyor açıkçası. Grup liderliğini zaten daha önceden favori olan İspanya'ya kaptırdık bile. Kendi sahamızda Belçika'ya, deplasmanda Estonya'ya harcadığımız ikişerden dört puanda İspanya mağlubiyetinin yanına eklenmiş durumda. Banko kazanacağımızı düşündüğüm iki maç var. Bunlardan ikisi de kendi sahamızda oynayacağımız Ermenistan ve Estonya maçları. Bunun dışında Belçika ve Bosna Hersek'in yani play-off yolundaki rakiplerimizin ikisiyle de deplasmanda karşılacağız. Saha avantajı rakiplerimizde ancak bizim en büyük avantajımız tecrübemiz ve rakiplerimizin de en az bizim kadar puan kaybına meyilli olmaları.
Yarın akşam saat 21:00'de İstanbul Ali Sami Yen Stadyumu'nda İspanya'yı ağırlayacağız. İspanya karşısında alınacak ekstra puan ya da puanlar bizi play-off için oldukça avantajlı bir duruma geçirebilir. Belki beraberlik o kadar çok işimize yaramayabilir ancak keşke İspanya maçımız sona kalmış olsaydı diyesim geliyor tabloya bakınca. İspanya'nın ununu eleyip eleğini asmış olacağı (büyük mucizeler olmazsa) son maçı Bosna Hersek ile deplasmanda olacak. Biz kendi işimize bakarsak eğer zaten içerde İspanya'yı, dışarıda da Bosna ve Belçika'yı yenersek kimseler bizi ilgilendirmez, paşa paşa play-off'umuza gider kaderimizi iki maçla belirleriz ancak yarın akşam İspanya'ya sonrasında da Belçika ya da Bosna'dan birine dahi kaybedersek işimizi çok zora sokarız.
5. Grubun görüntüsü, şablonu bana göre böyle Türk Milli Takımı açısından. Yarın akşamki maç ise Santiago Barnebau'dakinden daha farklı geçecektir muhakkak. İspanya için beraberlik oluru yüksek skorlardan, hatta iddia ediyorum şayet biz de beraberliğe meyilli olsak, al gülüm ver gülüm maçı golsüz beraberliğe bile bağlayabiliriz ancak tabi ki hedef galibiyet olmalı. İspanya sahaya kuvvettle muhtemel tek forvetle çıkacaktır yani Torres'le. Sergio Ramos'un biyonik gücünü ilk maçta gördük, eğer karşısına yine Üzülmez'i, önüne de Arda'yı koyarsa Fatih Terim intihar etmiş olur. Ali Sami Yen'in kapalı tribününde oturacak olan futbolseverlerin başını döndürür Sergio Ramos. Bunun için öncelikle kademesi ve kondisyonu Üzülmez'den katbekat iyi olan Hakan Balta'nın sol beke yani gerçek mevkisine geçmesi gerekiyor. Arda Turan'ın (sakal bırakacak dahi olsa!) sağ tarafa geçmesi gerekir ki ben olsam Arda'yı kenarda tutar, 60 dakikalık kondisyonunu sonlarda yıpranacak olan İspanyollar için saklardım. Sağ kanatta Nihat, solda Tuncay benim için en mantıklı tercihler. Kaş ya da Sedat Bayrak'ı da artık riske edip, Emre Aşık'ın yanına ekleyeceksin. Emre Aşık'ta kırkından sonra Milli Takım'ın bel bağladığı adam oldu ya ben bişey demiyorum artık Fatih Terim sana! Göbeğe, top saklayacak, tutacak, yön verecek bir adam lazım. O'da Tümer olmadığına göre(!) Emre Belözoğlu olur mevcut bünyede. Ön libero sıkıntısı yaşarsan da Ayhan olur. Aurelio zaten ele avuca gelen iki adamımızdan biri. Semih forvet çıkar ve hoca ben olsam Semih'e derimki: ''Evladım kendi kalene hat-trick yapsan dahi bugün 90 dakika sahadasın, ona göre ayarla kendini''. Kısaca bence sahaya çıkmamız gereken kadro:
Volkan Demirel
İbrahim Kaş
Emre Aşık
Gökhan Gönül
Hakan Balta
Marco Aurelio
Ayhan Akman
Emre Belözoğlu
Tuncay Şanlı
Nihat Kahveci
Semih Şentürk
şeklinde olmalı. Bugün birkaç gazetede Fatih Terim'in hücumun sağında Sabri ya da Kazım'ı kullanabileceğini okudum, Nihat'ı kesip. Sahaya bu iki adamdan birisi onbirde çıkarsa direk İspanya tarafına geçer, ''Viva Espana'' diye bağırmaya başlarım bunu da belirtmek isterim. Zaten bu şekilde bir tercih yapan hocanın maçı ve Dünya Kupası'na katılma şansını kaybetmesi daha hayırlı olur, yeni bir hocayla önümüze bakarız.
İspanya maçı grubumuzun en zorlu ikinci maçı. En zor maçını deplasmanda İspanya'ya karşı oynayıp 1-0 kaybetmiştik 3 gün önce. Şimdi hem bu skoru telafi edebilmek hem de play-off şansımızı korumak için kazanmak zorunda olduğumuz bir maça çıkıyoruz. Tabi ki bir tamam mı devam mı maçı değil ama grubun en hassas maçlarından birini oynayacağımız da gün gibi aşikar...

30 Mart 2009 Pazartesi

Galip Sayılır Bu Yolda Mağlup!

Beklediğimden çok daha değişik bir oyun oynanıyordu ilk yarım saat içerisinde. Hakan Balta ve Emre Aşık'la oluşturulan stoper hattının bir de İbrahim Üzülmez faktörüyle Torres ve Villa'ya pek fazla direnebileceğini düşünmüyordum açıkçası. İspanya'nın golü erken bulabileceğini bile düşünürken, maçın hemen başında Nihat yüzde yüz gol pozisyonunda İspanya'ya yani ''ikinci vatanına'' gol atayım hissine kapılınca hemen yanında bulunan bomboş üç arkadaşını değil kaleyi hedeflerken, bulduğumuz en iyi pozisyonu ''zayi'' etmeyi başardı. Semih'in mükemmel pivotluğunda topu çeviren, oyunu oynayan Türk Milli Takımı'nı sahada hayretle izlemeye başlamıştımki, İspanyollar sazı eline aldı ve ilk yarım saatten sonra bize topu göstermediler. Pozisyon diyebileceğimiz bir heyecan yaşayamadan da ilk yarıyı sonlandırdılar. İkinci yarının ortalarında Fatih Terim fahiş bir hatayla Türk Milli Takımı'nın en iyi adamı Semih'i kenara alıp Ayhan'ı oyuna sürünce İspanyollar iyice yüklenmeye başladı ve bir duran topla da golü bulup maçı bitirmeyi başardılar. Sonrasında ''bitik'' Gökhan Ünal'ın oyunda girmesi sadece tebessüm ettirdi beni. Mehmet Yıldız ve Fatih Tekke gibi opsiyonları kadroda bile düşünmeyen Fatih Terim özellikle bu sezon ''beceriksizliği ve bitikliği tescillenmiş'' Gökhan Ünal'ı oyuna sürerek takımın hücum gücünü hepten bitirdi. Orta sahayı dirençli tutma fikri gayet mantıklı olarak kabul edilebilir ama bir puan için oynadığını hem sahadaki futbolculara hem de İspanyollara bu kadar fazla ''belli etmemek'' gerekirdi. Sahada hayalet gibi gezen Arda bu değişikliğin adamıydı ancak Fatih Terim'in ''tutkuları ve saplantıları'' en kötü alınabilecek bir puanı da Santiago Barnebau'nun çimlerine gömdü.

90 dakika boyunca kornaya basan İspanyol taraftarlara da birilerinin bu kornaların takım desteklemeyle bir alakası olmadığını birilerinin izah etmesi lazım. Yatağa yattığımda bile beynim uğuldamaya devam ediyordu.

Maçın en güzel yorumu ise tek cümleyle şudur bana göre: Nihat o golü atacaktı arkadaş!!!

Çarşamba günü kaybedersek Güney Afrika trenine el sallamış olacağız. Milliler umarım bu bilinci hissedip daha çok mücadele edip, İspanya'da yapmadıklarını yaparlar. Yani ''ısırırlar''

İspanya adına sahada herşeyi yapan Sergio Ramos'u hayretle izledim, ''normal insan ciğeri'' olmayan Real Madrid futbolcusu kanadını otoyola çevirdi ve tek kişilik bir gösteri sundu futbolseverlere. Maç bir yana, Sergio Ramos bir yanaydı Santiago Barnebau'da...

27 Mart 2009 Cuma

Gavur İzmir!

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından Yunanistan İzmir'de büyük bir faaliyete girişmiş ve İzmir'e Rum göçmenleri yerleştirmeye başlamıştı. İngiliz, Yunan, Fransız ve İtalyan diplomatlarında o dönem sık sık ziyaret ettiği İzmir'in Türklerin elinden alınacağı dedikodusu hem şehirde hem de tüm ülkede büyük bir hızla yayılmaya başlamıştı. 1919 yılının Ocak ayından itibaren ise İzmir'in yerel basınında dahi büyük bir rahatlık içerisinde İzmir'in Yunanistan'a verileceği yazılmaya başlanmıştı.

Yunanistan adına ilk kez Paris Barış Konferansı'nda Elefterios Venizelos, İzmir çevresindeki Rum vatandaşların çokluğundan bahsetmiş ve halkın isteği doğrultusunda İzmir'in Yunanistan'a verilmesi gerektiği açık bir dille belirtmişti. Adı ''Barış Konferansı'' olan bir platformda başka bir ülke mensubu bir şehre açıkça talip olduğunu belirtmişti Yunanistan, Elefterios Venizelos'un ağzından dökülen cümlelerle.

Birinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında Akdeniz'den gelebilecek olası bir saldırıya karşı Aydın'a komutan olarak atanan Nurettin Paşa daha sonra İzmir Valiliği görevine getirilmişti. Dönemin İngiltere Başkabanı Lloyd George'un ''Tam müttefik Büyük Yunanistan'' hayalini ise bilmeyen yoktu. Nurettin Paşa'nın İzmir Valisi olması en çok Lloyd George'u rahatsız etmişti. Paşa'nın İzmir'in Yunanistan'a verilmesi konusunda en büyük engellerden biri olacağını, halkı örgütleyip bir ayaklanma çıkarabileceği endişesi taşıyordu. Nurettin Paşa'nın görevinden alınması için Yunanlı diplomatlar başta olmak üzere, İngiltere Başbakanı Lloyd George'ta Osmanlı Hükümeti'ne büyük baskılar yapmaktaydı. Başbakan'ın bir diğer korkusu ise İzmir'e talip olan İtalyanların bu emelini gerçekleştirmesiydi.

Paris Barış Konferansı'nın son gününde İzmir ve çevresinin Yunanistan'a verilmesi kararlaştırılırken, Vali Nurettin Paşa görevinden alınmış ve yerine Kambur İzzet yeni İzmir Valisi olmuştu. Yunanistan denizden ilk çıkartmasını da işte tam bu dönemde gerçekleştirdi. İzmir'de ciddi bir yağmalama operasyonu gerçekleştiren Yunan askerleri karşısında yeni vali aracılığıyla Osmanlı Hükümeti ''sukünet'' çağrısı yapmış ve ''işgal'' söylentilerini yalanlamıştı.

Savaşın galibi olan 3 büyük devlet İtalya'yı karşısına alıp tarihi entrikalarla sadece İngiltere'nin çıkarları doğrultusunda İzmir'in Yunanlılara verilmesini kabul ediyor ve ayrıca 3 tümen askerin daha İzmir'e girişini onaylıyordu.

O dönem İzmir'in yeni kolordu komutanı ise Ali Nadir Paşa olmuştu. (İzmirliler hala kendisinden büyük bir saygıyla bahseder) 7 Mayıs 1919 tarihinden itibaren yüzlerce gemiden oluşan bir donanmayla Yunan, İngiliz, Fransız ve Amerikan askerleri İzmir'e gelmeye başlar. Ali Nadir Paşa'ya Mondros Mütakeresi'nin 7. maddesi gereğince İzmir ve çevresinin Yunanlılara verildiği ve konudan İstanbul Hükümeti'nin de bilgisi olduğunu deklare edildi. Bununla birlikte İzmir'de bulunan tüm Türk askerleriyle birlikte her türlü cephane ve mühimmatın da müttefik güçlere verilmesi gerektiği belirtildi. Bunlar olurken Foça ve Urla'yı Fransızlar, Kösten Adası'nı İngilizler, Yeni Kale'yi ise Yunanlılar işgal etmişti bile. İtalyanlar ise 13 Mayıs'ta Kuşadası'na asker çıkarmış ve Selçuk'a doğru ilerliyorlardı. ''Yurdun dört bir yanı düşmanla çevrilmişti'' sözünün ne kadar doğru olduğu ise işte bu tarihi gerçekle belgeleniyordu. 15 Mayıs 1919'da ise yüzyıllardır Türk olan İzmir'in merkezine asker çıkarmaya başladı Yunanistan. Rumlar Kordon'da Yunan askerlerini coşkuyla karşılaşmış, Başpiskopos Hrisostomos karaya çıkan Yunan askerlerini kutsuyor ve askerler silahlarını çatarak ''Hora'' tepiyorlardı.

Askerler topluca işgal için şehir merkezine doğru yürümeye başladılar. Yürüyüş esnasında Hasan Tahsin adındaki bir vatandaş Yunan askerine ''ilk kurşunu'' sıktı ve derhal öldürüldü. Ardından bir Türk genci Yunan bayrağı taşıyan askeri öldürdü ve Yunanlılar derhal etrafa yaylım ateşi açmaya başladılar. Gördükleri her dükkanı yağmalayıp, yıktılar, ilk günün bilançosu yaklaşık 400 ölü, tecavüze uğramış kadınlar ve yağmalanıp yıkılmış dükkanlardı. Birkaç gün içinde işgalde öldürülen Türk sayısı 5000 rakamına ulaştı. Yunanistan'ın İzmir'e işgaline ön ayak olan Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılar bile kendi yarattıkları canavar karşısında şaşkına döndü. İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmişti.

19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Atatürk Samsun'da Kurtuluş Savaşı'nı resmen başlatıyor ve halkı kitleler halinde peşinden sürüklemeye başlıyordu. Süreç içerisinde üstüste kazanılan Birinci İnönü, İkinci İnönü, Aslıhanlar-Dumlupınar ve Sakarya Meydan Muharebeleri ile birlikte yurdun düşman işgalinden kurtarılması yolunda büyük adımlar atılmıştı. 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir titizlikle hazırlanan ''Büyük Taarruz'' planı işleme koyuldu. 26-30 Ağustos arası yapılan Büyük Taarruz da zaten Kurtuluş Savaşı'nın son halkasını oluşturmuştu. 31 Ağustos sabahı Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Ordu Komutanları Yakup Şevki Subaşı ve eski İzmir Valisi Nurettin Paşa'yı karargah üssü olan Çalköy'de toplayarak kaçabilen Yunan askerlerinin hızla takip edilmesini ve İzmir'de bulunan kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan takip edilmesi emrini verdi. 31 Ağustos'ta başlayan takip 2 Eylül'de son buldu. Uşak'ta yakalanan Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis esir alındı. 9 Eylül'de İzmir'e ulaşan Türk Ordusu burada halkın sevinç gözyaşlarıyla karşılandı. Üç yılı aşkın süredir ''tutsak hayatı'' yaşayan İzmir kurtarılmış ve Yunan askeri Ege Denizi'ne dökülmüştü. Hükümet Konağı'na ve Kadife Kale'ye Türk bayrakları çekildi.

15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkan ve Anadolu'nun hemen hemen yarısını işgal eden ve burada ''Yunan Asya İmparatorluğu'nu'' kurmayı düşleyen Yunanlılar tek bir er bile kalmadan 18 Eylül 1922'de vatan topraklarından temizlendi...

Bu yazıyı çeşitli kaynakları derleyerek yazmaya çalıştım. Çok süslü ifadeler kullanmamaya özen gösterdim. İzmir Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında en çok işgal altında kalmış, en çok zulüm görmüş ve savaşı derinlerde yaşamış şehirlerimizdendir. Bu tarihi gerçekleri bile bile İzmir'de ''Adalet ve Kalkınma Partisi''nin birinci çıkmayı beklemesi sadece bir hayaldir. İzmir Türkiye'nin kalesi olarak kalmaya ve asla yıkılmamaya devam edecektir. Kurtuluş Savaşı'nın ne büyük zorluklar altında kazanıldığını biz yaşamayanlar ancak dinleyerek ya da okuyarak öğrenebileceğiz ve maalesef bu savaşı yaşayanlar kadar bilemeyeceğiz, anlayamayacağız ama İzmir biliyor, İzmir ülke topraklarının önemini de, o toprakların ne şartlarda kazanıldığını da, Atatürk'ün ne tür bir mucizeyi gerçekleştirdiğini de biliyor. Biz bilmesekte, İzmir biliyor. O yüzden ismi ''Gavur İzmir''. Bu yüzden İzmir'e ''Gavur İzmir'' diyor yobazlar, gericiler, rant peşinde koşanlar. Türkiye'nin başkenti Ankara'dır belki kağıt üzerinde ama Türkiye'nin en büyük, en ihtişamlı ve en görkemli şehri İzmir'dir. Büyük Önder'de şu an yattığı yerden İzmir'i ve İzmir halkını büyük bir gururla izlemeye devam ediyordur eminim. Türkiye'nin haline bakıp kemikleri sızlıyor olsa bile...

İspanya Maçı...

Fatih Terim takımın başına geçtiğinden itibaren Milli Takım olmaktan çıkıp Fatih Terim'in takımı haline gelen Türkiye yarın akşam (daha doğrusu gece) Santiago Barnebau Stadyumu'nda İspanya Milli Takımı ile Türkiye saatine göre 23:00'te karşı karşıya gelecek. Son Avrupa Şampiyonası şampiyonu apoletli İspanya ile oynayacağımız maçı hepimizin ismini daha önce birçok kez duyduğumuz İsviçre Futbol Federasyonun'dan Massimo Busacca yönetecek. Ertesi gün gazeteler için olası ters kararlarda ''musakka'' başlıkları için şimdiden yer ayrılmıştır diye tahmin ediyorum.

Avrupa elemeleri 5. grupta önceki maçlarda:

Ermenistan - Türkiye: 0-2 (Tuncay,Semih)

Türkiye - Belçika: 1-1 (Emre Belözoğlu-pen-/Sonck)

Türkiye - Bosna Hersek: 2-1 (Arda,Mevlüt/Dzeko)

Estonya - Türkiye: 0-0

şeklinde pekte parlak olmayan neticelere imza attık. Buna karşın İspanya'nın geçmiş maçları ise:

İspanya - Bosna Hersek: 1-0 (David Villa)

İspanya - Ermenistan: 4-0 (David Villa-2-,Senna,Capdevilla)

Estonya - İspanya: 0-3 (Juanito,David Villa, Puyol)

Belçika - İspanya: 1-2 (Sonck/Iniesta,David Villa)

skorlarıyla tamamlanmış. Tabi bu tabloya baktığımızda oynadığı tüm maçları kazanan, 10 gol atıp yalnızca 1 gol yiyen İspanya'nın, 5 gol atıp 2 gol yiyen Türkiye'ye karşı ciddi favori olduğu tartışılmaz bir gerçek. Hamit Altıntop ve Servet Çetin gibi önemli oyuncuların sakatlıkları nedeniyle oynayamayacak durumda olması Milli Takım için dezavantaj olarak gözükse de rakip İspanya'da da Iniesta ve Xavi gibi orta sahanın temel direkleri bu karşılaşmada yer alamayacak. Rakibin en tehlikeli oyuncusu şu ana kadar oynanan her maçta gol atan ve 4 maçta 5 gollük istatistiğiyle tabiki Valencia forveti David Villa. İspanya Milli Takımı'nın 5. grupta attığı gollerin yarısında imzası olan futbolcu bize karşıda boş geçmek istemeyecektir. İspanya Milli Takımı adına kadroya çağrılmadığı her maç bir eksik olarak düşündüğüm Raul Gonzalez bu karşılaşmada da kadroya davet edilmedi. Uzun zamandan beridir yaptığı gibi bana göre İspanya'nın en iyi oyuncusu bu karşılaşmayı da evinden seyredecek.

Açıkçası bu maç için söylenecek pek fazla birşey yok. Karakteristik olarak Fatih Terim'e yakın olan (Batuhan, Kazım, Emre vb...) futbolculardan oluşan Milli Takım İspanya karşısına puan ya da puanlar için çıkacak ancak Fatih Terim uzun zaman aradan sonra ilk kez doğru bir söz söyleyip ''Rakibimiz birinci biz ikinci oluruz'' açıklamasını yaptı. İkincilik için ise Belçika'nın şu anki puan durumuna göre bizden daha avantajlı olduğu ise yadsınamaz bir gerçek. Milli Takım'ın daha önce ne tür dezavantajlardan maçlar çevirdiğini bildiğimiz için İspanya deplasmanına da umutla çıkıyoruz tabi ki. Benim aday kadroya çağırılan futbolcuları baz alarak oluşturabileceğim en iyi onbir:

Rüştü Reçber
Emre Aşık
Hakan Balta
Gökhan Gönül
İbrahim Üzülmez
Ayhan Akman
Marco Aurelio
Tuncay Şanlı
Arda Turan
Nihat Kahveci
Semih Şentürk

şeklinde olurdu ama Fatih Terim'in Mevlüt'ten, Colin Kazım'a, Batuhan'dan, Sedat Bayrak'a kadar geniş bir yelpazade ilk onbir çıkarabileceğini daha önceleri de tecrübe ettiğimiz için bu maçın ilk onbirini kestirmek oldukça güç görünüyor.

Kişisel fikrim maçı farklı kaybedeceğimiz yönünde ancak geçmiş tecrübelerimizi göz önüne alarak Milli Takım'ın bazı maçlarda, istatistik ve mantığa aykırı skorlar aldığını hatırlıyorum hemen. O yüzden bir umutla ekran karşısına geçip, Santiago Barnebau'dan iyi bir skor çıkmasını bekleyeceğiz...

25 Mart 2009 Çarşamba

Dönüyor!

Khalid El-Amin ''yuvaya dönüşünden'' sonra şimdi Solomon'dan gelecek iyi haberi beklemeye koyulduk. Dün Mahmut Uslu ''Solomon bizim oyuncumuz, NBA opsiyonunu kullanıp gitti, sürekli irtibat halindeyiz, takımdaki arkadaşlığı ve taraftarı özlediğini söyleyip, dönmek istediğini söyledi, NBA'de normal sezonun bitmesini bekliyoruz, bir sorun olacağını sanmıyorum'' açıklamasını yaptı. Bir tarafta El-Amin önderliğindeki Telekom, diğer tarafta Solomon ve arkadaşları, tabi ki Kerem Tunçeri'nin Efes Pilsen'i... Bir play-off için daha fazla ne istenebilirki? Tarence Kinsey mi? Yok artık LeBron James!..

Geri Döndü!

Beko Basketbol Ligi 2007-08 sezonunun play-off finalinde Fenerbahçe Ülkerspor Abdi İpekçi Spor Salonu'nda Türk Telekom'u ağırlıyor. Seride Fenerbahçe Ülkerspor 1-0 önde ve iki takım ikinci maçı oynuyorlar. Fenerbahçe Ülkerspor yaklaşık 13, 14 sayı farkla önde. İkinci periyodun ortaları... Türk Telekom'un oyun kurucusu Khalid El-Amin el üstünden attığı üçlükle farkı azaltıyor. Boş dönen bir Fenerbahçe Ülkerspor hücumunun ardından, El-Amin, Ömer Aşık ve Oğuz Savaş'ın arasından harika bir turnike bırakıyor. Maç bir anda Fenerbahçe Ülkerspor ile Khalid El-Amin arasında geçmeye başlıyor. Tribünler El-Amin'e top gelince yoğun bir ıslığa başlıyor. Biliyorlarki eğer El-Amin frene basarsa, Fenerbahçe Ülkerspor maçı rahatça kazanır. Sonraki hücum faulle durduruluyor El-Amin ve iki serbest atış kullanacak. İlk atışı yapmadan önce inanılmaz bir ıslık tufanı sarıyor her yanı ancak atış sayıyla sonuçlanıyor. El- Amin sağ elinin işaret parmağını dudağına götürüp ''sus işareti'' yapıyor tribünlere. Tribünler iyice alevleniyor, küfür-kıyamet eşliğinde ikinci atışı da sayıya çeviriyor ''ufak adam''. Bu kez sağ elinin işaret parmağını dudaklarına sertçe vura vura ''sus işareti'' yapıyor tribünlere. Seyirci galeyana gelmiş vaziyette ve tam saha kenarında bulunan sandalyeli bölümdeki birkaç seyirci sahaya girmeye kalkıyor. El-Amin geri adım atmıyor ancak Ercüment Sunter geri adım atıyor ve büyük tepki çeken oyuncusunu kenara alıyor. Sonradan açılan fark kapanmıyor ve Fenerbahçe Ülkerspor hem o maçı hem de seriyi kazanarak üstüste ikinci kez şampiyonluğa ulaşıyor. Şampiyonluk seromonisi sırasında Türk Telekomspor takımı oyuncuları madalyalarını almak için kürsüye çıkarken, El-Amin ortalarda gözükmüyor ve Fenerbahçe Ülkerspor seyircisi kendilerini en çok zorlayan oyuncuyu ''Amin pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım'' tezahüratları eşliğinde alaya alıyor. El-Amin'in Türk Telekomspor forması ile oynadığı son maçta Abdi İpekçi'deki serinin beşinci maçı oluyor böylece...

Khalid El-Amin kısa bir ayrılığın ardından yuvasına dönüş yapıp dün kendisini 3 aylığına Türk Telekomspor'a bağlayan imzayı atarak play-offların heyecanını biraz daha üst seviyeye çıkarmış oldu. Ukrayna Ligi takımlarından Azovmash formasını giyen oyuncu orada istediği heyecanı bulamadığını ve Beko Basketbol Ligi'ne dönmekten dolayı çok mutlu olduğunu söyledi. Kendisine Willie Solomon'un dönme ihtimali sorulduğunda ise ''Dönerse basketbolseverler çok memnun olacaktır'' cevabını verdi. En kısa zamanda Willie Solomon'u da Fenerbahçe Ülkerspor formasıyla playofflarda görmek isterim. Bu gerçekleşirse bizim tayfa hazır olsun, ilk Fenerbahçe Ülkerspor - Türk Telekomspor maçında her türlü rezilliği yapan görevlilerine rağmen Abdi İpekçi'de olacağız...

24 Mart 2009 Salı

Karakolda Biter!

Turkcell Süper Lig'in kendimi bildim bileli yaşadığı en ''sıradışı'' sezon olan 2008-09 sezonu tam gaz devam ediyor. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu sezonda hakem hatalarının birçok maçın sonucuna tesir ettiği ancak puan sıralamasında yer alan takımların oynadıkları futbollara bakarak üç aşağı beş yukarı ''adaletli'' bir şekilde sıralandıklarını görüyoruz. Bitime artık 9 hafta kaldı ve benim ligin gidişatı adına son viraj olarak gördüğüm son beş haftaya girmeden önce yukarıdaki beş takımdan herhangi birinde kopma olmazsa son beş haftaya beş takımın şampiyonluk mücadelesiyle girebileceğiz.

Ligin zirvesini uzun süredir işgal eden Sivasspor kendi sahasında Beşiktaş'a mağlup olmayarak liderliğini bu hafta da korumayı başardı ve iki sezondur kovaladığı şampiyonluğa bir adım daha yaklaşmış oldu. Sivasspor'un zirve rakipleriyle oynayacağı iki maç kaldı. Bunlardan birisi kendi sahasında Trabzonspor ile diğeri ise deplasmanda Galatasaray ile. Bunun dışındaki rakipler Sivasspor'un zaten daha önce yendiği ya da favori olarak çıkacağı maçlardan oluşuyor. Biraz dikkatli olmaları halinde şampiyonluk şansları ciddi oranda büyük. Beşiktaş'ı bir kenara ayırırsak, Trabzonspor'a dört, Fenerbahçe ile Galatasaray'a da altı puan fark atmış durumdalar. Geçen sezon Petkovic ve Balili'nin sakatlıkları gibi uzun soluklu sakatlıklarla uğraşmışlar ve uzun maratonun sonunu getirememişlerken, bu sezon tam takım halinde yollarına devam ediyorlar ve Mehmet Yıldız'ın yanında Kamanan, Balili ve Herve Tum gibi ekstra silahlarıyla etkili bir hücum gücü oluşturmaya devam ediyorlar. Teknik direktörleri Bülent Uygun biraz fazla konuşan bir adam ve Sivasspor'un yönetim yapısındaki sessizliğe bakınca aslında kulübün basın sözcülüğünü de yapıyor gibi duruyor genç hoca. Futbolcuların O'nu çok sevdikleri belli ve ligin tepesindeki takımlar içerisinde arkadaşlık olgusunun en fazla oturduğu takım görüntüsündeler. Sivasspor şayet bu hafta deplasmanda oynayacağı Denizlispor maçını kayıpsız geçerse, avantajını iyice arttıracak. Ertesi hafta sahasında Antalyaspor'u ağırlayacak (ilk yarıda kaybetmişlerdi Antalyaspor maçını), sonrasında Konya'ya gidecek olan Yiğidolar'ın ertesi hafta rakipleri Trabzonspor. Bu maçlardan 12 puan çıkarırlarsa artık Sivasspor'a şampiyon diyebiliriz herhalde sıkı bir takipçileri olmazsa. Son derece hassas olan dört maçlık bir periyoda sahipler.

Beşiktaş'ın geriden gelmek gibi önemli bir avantajı var. Sivasspor'un yaşadığı gerilimi iyice arttırdılar ancak son darbeyi Sivas'ta vurmayı başaramadılar. Geriden gelip önce Fenerbahçe ve Galatasaray'ı ardından Trabzonspor'u sollayıp geçtiler ve zirvenin kapısına dayandılar. Tello'nun muhteşem performansının yanında, artık iyice oturan savunma ve devre arasının en iyi transferi Ernst faktörüyle yaklaşık bir aydır ifade ettiğim gibi Beşiktaş bu sezon şampiyonluk için benim en güçlü adayım durumunda. Mustafa Denizli'nin işaret ettiği ''26. hafta'' maçlarında Sivasspor Denizli'de puan kaybedip Beşiktaş Kayserispor'u yenerse (ikili averajda Sivasspor önde) Mustafa Denizli'nin kehaneti doğru çıkmış olacak. Takıma ilk geldiğinden beri çok eleştirdiğim Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'a son dönemde oynattığı futbola saygı duymak lazım. Tam bir takım görüntüsü veriyorlar artık ve taraftarla da iyice kenetlenmiş durumdalar. Zorlu Kayserispor maçından sonra (Kayserispor bayılır böyle maçlara) ''tırnağının ucundaki'' Kocaelispor ile oynayacaklar deplasmanda. Sonrasında Bursaspor geliyor İnönü'ye ve son beş haftaya giriyorlar. Son beş haftanın ilk maçı deplasmanda Eskişehirspor maçı. Eskişehirspor kendi sahasında Galatasaray'ı 4-2 yenip, Fenerbahçe ile 2-2 berabere kalmıştı. Beşiktaş'ın fikstürü Sivasspor'a oranla sanki biraz daha zorluymuş gibi gözüküyor. Neticede Sivasspor'un oynayacağı rakipler içinde 14. ve 15. sırada olan Konyaspor ile Antalyaspor bulunurken. Beşiktaş'ın fikstüründe 8., 7. ve 11. sıradaki takımlar var. Beşiktaş'ın avantajı ise Kayserispor ve Bursaspor ile içeride oynayacak olması. Beşiktaş buradan bir galibiyet serisi çıkarırsa, son dört haftaya girerken ''Beşiktaş şamp...'' başlıklı bir postu elimin altında hazır hale getiririm zaten.

Zirvedeki beşliden puan sıralamasına göre ''3 numaralı seribaşı'' olan Trabzonspor ise şubat ve mart ayında koparma şansını defalarca yakaladığı lig yarışında kendi sahasında Denizlispor ve Konyaspor'a, deplasmanda Gaziantepspor'a kaybedip, Galatasaray'la hem de Hamburg arasında oynadığı maçta berabere kalıp büyük bir avantaj kaybetti. Bu periyodda yalnızca Antalyaspor'u ''güç bela'' geçebilen Trabzonspor'da bir şampiyonluk adayı için olabilecek olan en kötü şey oldu ve bir iç saha fobisi başladı. Şampiyon olacak takımın evinde oynadığı son üç maçtan yalnızca bir puan çıkarması affedilecek bir durum değil. Trabzonspor'un kemikleşmiş onbiri artık yorgun, onbirde ciddi bir rotasyon bekleniyor artık. Son dönemde Colman'ın sorumluluk üstlenerek takımı taşımaya çalıştığını ancak bu konuda arkadaşlarından yardım almadığını görüyoruz. Defans oyuncularının formsuzluğu da Trabzonspor için olumsuzlukların başında geliyor ancak Trabzonspor'un Sivasspor maçına kadar olan üç maçlık fikstürü ''pembe hayaller'' kurmak için son derece ideal bir fikstür. İlk önce İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u kendi sahasında ağırlayacak olan Trabzonspor, ardından ununu elemiş eleğini asmış Hacettepe ile Ankara'da karşılaşacak. İç sahada puan kaybetme kredisini fazlasıyla kullanmış olan bordo mavililerin sonraki rakibi Avni Aker'de Gençlerbirliği olacak. Bu üç maçtan 9 puan çıkarıp Sivasspor'un karşısına dikilmek hem moral motivasyonu açısından hem de yitirilmeye başlanan özgüveni geri kazanmak açısından son derece önemli. Bu üç maçlık seri Trabzonspor'un rotasının ne olduğunu da bizlere gösterecektir. Trabzonspor'un bundan sonraki fikstürü ise bir hayli zorlu görünüyor. Sivas deplasmanından sonra içerde Kayserispor, dışarıda Kocaelispor, içerde Bursaspor, dışarıda Eskişehirspor ve içeride Fenerbahçe maçlarıyla sezonu noktalayacak olan Trabzonspor'un kaybettiği büyük avantaj fikstüre bakınca daha net ortaya çıkıyor. Mart ayı kazasız geçilseydi şu an dört beş puanlık bir avantajla son viraja girebilecekti bordo mavililer ancak şimdi zoru başarmaya çalışacaklar.

Ligin en çalkantılı takımlarından Fenerbahçe ise son maçında uzun süre önde götürmesine rağmen deplasmanda ''prestij mücadelesi veren'' Bursaspor'a kaybedip son iki maçtan yalnızca bir puan çıkarmış oldu. Bu hafta kendi sahasında Eskişehirspor'u ağırlayacak olan Fenerbahçe, ardından Ali Sami Yen'de Galatasaray'ı devirmeye çalışacak. Zaten bu maç hem Fenerbahçe için hem de Galatasaray için kader maçı olacak ve kaybeden resmen havlu atmış olacak şampiyonluk için ve sonraki mücadelesini ''ligin daha iyi yerleri için'' yapacaklar gibi görünüyor. Galatasaray deplasmanından sonra bir de Ankaraspor deplasmanı oynayacak olan Fenerbahçe son beş haftaya girerken kendi sahasında Ankaragücü'nü ağırlayacak. Seri halde alınacak olan galibiyetler için Fenerbahçe'nin önündeki son şans işte bu periyod. Bu maçlar kazanılırsa şampiyonluğa olan inanç bir hayli artacak. Havlu atılması durumunda sezonun geri kalanını Aragones'in göreceğini sanmıyorum. Şu anki durum pek iç açıcı gözükmüyor ancak Fenerbahçe defalarca elinin tersiyle ittiği liderlik ve şampiyonluk şansını bu maçları kazanarak sürdürebilir.

UEFA Kupası gazisi Galatasaray geçtiğimiz hafta Eskişehirspor'a kaybederek oldukça büyük bir yara aldı ve puan olarak Fenerbahçe ve Trabzonspor'u ekarte edip üçüncü sıraya yükselmeyi başaramadı. Bülent Korkmaz'la geçirilen balayı bitti ve takım şu anda Skibbe'nin takımından bile daha kötü bir performans sergilemeye başladı. Tabi bunda sakatların payı da oldukça büyük. Fenerbahçe maçından önce Gaziantepspor deplasmanına gidecek olan sarı kırmızılıların Fenerbahçe'den sonraki rakipleri ise Olimpiyat Stadı'nda İstanbul Büyükşehir Belediyespor olacak. Bana göre son beş haftaya üç maçını kazanarak girme ihtimali en düşük takım Galatasaray gibi gözüküyor. İşler yine Cevat Güler'in kucağına kalabilir son beş haftaya girerken.

Ligde zirvenin durumu bu şekilde. Sivasspor ve Beşiktaş'ın favori, Trabzonspor'un ''plase'', Fenerbahçe ve Galatasaray'ın ise ''bomba'' olarak şampiyonluk adayları olduğunu görüyoruz. Sivasspor tüm maçlarını kazansa bile ancak 68 puanla şampiyon olabiliyor ve bu puan şimdiye kadar 18 takımlı ve 3 puanlı sistemin gördüğü en düşük ''barem'' olacak. Fenerbahçe ya da Galatasaray bundan sonra ''tulum çıkarsa'' bile puanları en çok 62'ye ulaşabiliyor. Bu sezon ligimizde 70 puan gören takım olmayacak, lig çok mu kaliteli yoksa çok mu kalitesiz bunun kararını vermekte bizlere düşüyor herhalde...

23 Mart 2009 Pazartesi

Turkcell Super Lig 25. Hafta Toplu Sonuçlar ve Genel Görünüm

TOPLU SONUÇLAR:

Bursaspor - Fenerbahçe: 2-1 (Tuna,Ivankov/Güiza)

Gaziantepspor - Trabzonspor: 3-2 (H.Bayraktar-2-,M.Yozgatlı/Colman,Gökhan)

Hacettepe - Antalyaspor: 1-2 (Selçuk Şahin/Tita,Arda-kk-)

İstanbul B.Şehir Bel. - Konyaspor: 2-0 (İbrahim Akın,Erman)

Kayserispor - Ankaragücü: 2-0 (Cangele,Mehmet Topuz)

Kocaelispor - Ankaraspor: 3-1 (Taner-2-,Murat Hacıoğlu/M.Çakır)

Sivasspor - Beşiktaş: 1-1 (Herve Tum/Tello)

Gençlerbirliği - Denizlispor: 0-0

Galatasaray - Eskişehirspor: 0-1 (Youla)

HAFTANIN TAKIMI: Eskişehirspor

HAFTANIN FUTBOLCUSU: Taner Gülleri (Kocaelispor)

HAFTANIN GOLÜ: Rodrigo Tello (Sivasspor - Beşiktaş)

GOL KRALLIĞI:

17 GOL: Milan Baros
16 GOL: Taner Gülleri
13 GOL: Mehmet Yıldız
11 GOL: Rodrigo Tabata, Souleymane Youla
10 GOL: Alex de Souza, Marcio Nobre, Gökhan Ünal
9 GOL: Mehmet Topuz, Umut Bulut

PUAN DURUMU:

1- Sivasspor: 50
2- Beşiktaş: 49
3- Trabzonspor: 46
4- Fenerbahçe: 44
5- Galatasaray: 44
6- Bursaspor: 38
7- Kayserispor: 37
8- Gaziantepspor: 37
9- Ankaraspor: 36
10- Eskişehirspor: 30
11- Gençlerbirliği: 29
12- Denizlispor: 29
13- Antalyaspor: 29
14- İstanbul B.Şehir Bel.: 28
15-Konyaspor: 27
16- Ankaragücü: 24
17- Kocaelispor: 23
18- Hacettepe: 15

GENEL BAKIŞ:

Haftanın maçında Sivas'ta Sivasspor ile Beşiktaş 1-1 berabere kalıp ikişer puan kaybetmesine rağmen, Trabzonspor deplasmanda Gaziantepspor'a Fenerbahçe yine deplasmanda Bursaspor'a ve Galatasaray kendi sahasında 10 kişilik (golü atarken 9) Eskişehirspor'a mağlup olarak bu büyük avantajı değerlendiremediler. Kayserispor yeni stadyumu Kadir Has'ta Ankaragücü'nü 2-0 ile geçip, bu stadda oynadığı ikinci maçında ilk galibiyetini almış oldu. Haftanın kritik maçlarından biri Denizlispor ile Gençlerbirliği arasında Ankara'da oynanadı ancak bu maçtan gol sesi çıkmadı. Denizlispor bu sonuçla yenilmezlik serisini altı maça çıkarmış oldu ve haftaya kendi sahasında Sivasspor'u ağırlayacak. Antalyaspor lig sonuncusu Hacettepe'yi son dakika golüyle geçip, puan sıralamasında iyi bir konuma yükselirken, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da kendi sahasında Konyaspor'u 2-0 yenip uzun süre sonra 3 puanı bir arada gördü. Kocaelispor'un parlak yükselişi kendi sahalarındaki ''ihtişamlı'' Ankaraspor galibiyetiyle devam etti ve 15. sıradaki Konyaspor ile arasındaki puan farkını Körfez temsilcisi dörde indirdi. Erhan Altın'ın öğrencileri bir mucizeye doğru koşar adım ilerlemeyi sürdürüyorlar. Gol krallığı için ise en ciddi adayım bu maçta iki gol birden atan Taner Gülleri tabi ki. Krallık O'na çok yakışacak. Haftaya milli maç arası var ve İspanya maçlarıyla birlikte milli havayı solumaya başlıyoruz, önümüzdeki iki hafta boyunca...

24. hafta genel bakış için tıklayın

22 Mart 2009 Pazar

Skor Tahmin Oyunu 25. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

FARUK TURUTOĞLU: 17

HAKAN DEMİREL: 14

MURAT YILMAZ: 1

BALTHAZAR: 0

TOLGA ŞENER: 0

GENEL PUAN DURUMU:

TOLGA ŞENER: 197

BALTHAZAR: 189

HAKAN DEMİREL: 189

MURAT YILMAZ: 187

FARUK TURUTOĞLU: 186

NOT: Birkaç haftadır tahminlerinde aksaklık gördüğüm Yavuss kardeşimi hem oluşan puan farkı hem de zaman bulamaması ya da ''isteksizliği'' nedeniyle yarışmadan diskalifiye ettim, sezon sonundaki ödül sisteminden de ''muaf'' olduğunu belirtmek isterim. Şimdiye kadar yarışmada göstermiş olduğu devamlılık ve tahminlerinden dolayı kendisine teşekkür ediyorum.

25. hafta tahminleri için tıklayın
24. hafta genel puan durumu için tıklayın

20 Mart 2009 Cuma

Fıkra

Dün Omanim'den gelen bir e-posta vardı ''inbox''ta. Rivayete göre Can Yücel'in anlattığı bir fıkra. Çok güldüm, paylaşmak istedim:

Bir köyde ateşli bir hasta vardır, hastayı kasabadaki doktora götürür köylüler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köylülere, köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler. Köylüler "Tamam doktor bey" deyip köye giderler. Köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. Ne cüret değil mi doktoru arayacak bir köylü.. Neyse durumun vahameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'Biz ne yapacağımızı bilemedik doktor bey' falan der. Karşıdan doktor bir şeyler söyler. Muhtar döner arkasına: 'Makattan verin dedi doktor' der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar falan ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise gitti gidecek, ateşler içinde kıvranıyor bayağı. İhtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bir yandan "Çok kızacak doktor, çok" diye söylenmektedir. Sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bir şeyler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak , arkasını döner: 'Ben çok kızacak demiştim size; fitili gö...ne sokun dedi'.

Trajik Son...

Son birkaç adım kalmıştı oysaki, 2 gollük avantaj ve çeyrek final için kalan yalnızca 37 dakika. Stopersiz Galatasaray 2 farklı üstünlüğü yakalamasına rağmen, Hamburg'u devirip tur vizesini alamadı. Yarım saatte 3 gol yediler ve tura veda ettiler. Başta Baros, Arda, Barış, Ayhan ve Kewell olmak üzere tabiri caizse kanının son damlasına kadar savaştı Galatasaray ancak başaramadı. Mehmet Topal, Servet Çetin, Emre Güngör ve Emre Aşık'tan yoksun savunma hattı Guerrero'nun driplinglerine boyun eğerken, dün maç öncesinde yazdığım ''Anahtar adam De Santcis'' turun Galatasaray'da kalmasını sağlayacak kritik kurtarışları yapamayınca, Galatasaray üstüste yediği 2 ''playstation'' golüne engel olamayarak turu önce zora soktu, son dakikada Olic'in aşırtmasıyla da böğrüne hançer yedi. İki maça da baktığımız zaman aslında turu hakeden tarafın Galatasaray olduğunu rahatlıkla söyleyebilirm ancak önemli olan skordu ve Galatasaray 3 golde kalırken Hamburg 4 gol atmayı başardı.

Dün akşam Arda'ya bayıldım bayıldım bayıldım... Baldırındaki krampon deliğiyle, iğneyle çıktığı sahada yorgunluktan ölene kadar canını dişine taktı, kah savunma yaptı, kah takımını atağa kaldırdı, Baros'un golüne harika bir asist yaptı ancak tüm çabası tura yetmedi. Baros kendisine yardım gelmeyince, orta sahaya gelip top aldı, taşıdı, şut attı, orta yaptı, faul aldı, korner yaptırdı, elinden gelen tüm çabayı gösterdi ancak bu da yetmedi. Kewell işi olmasa bile mecburen savunduğu kalesini tüm iyi niyetiyle, tecrübesiyle müdafa etti, gollere engel olamasa bile profesyonelliğini konuşturdu. O'na en çok ihtiyaç duyulan zamanda hücumdaki yerini alamasa da takımının yaşadığı sıkıntıda sorumluluk alarak önemli bir rol üstlendi.

Lincoln'ün oyundan çıkarken kenara baş parmağını havaya kaldırarak yaptığı işaret hiç olumlu bir işaret değildi bana göre. Hakemin kararınını beğenmeyen futbolcunun hakemi alkışlaması gibi bir protesto gösterisiydi sanki. Bülent Korkmaz ile Lincoln'ün arası hiç düzelmeyecek gibi duruyor. Trabzonspor maçında Brezilyalıyı kenara alarak O'nu cezalandıran Korkmaz'a misilleme yaptı sanki dün akşam Lincoln.

2-2'den sonra bir Galatasaray'a bir Hamburg'a giden maç ve tur en son Hamburg'ta kaldı. Ülkenin yarısı sevinirken, diğer yarısı üzüldü. Maçtan önce asılan pankart ''Kadıköy'e metrobüsle gideceğiz'' idi. Maçtan mağlup ayrılınca Galatasaray bu kez ''Türk değil misiniz ulan ezikler!'' muhabbeti yapılmaya başlandı. Halkımız çok garip maalesef. Kimse Galatasaray'ı desteklemek zorunda değil, bütün UEFA macerası boyunca Kadıköy'de final oynayacağız dedikten sonra kaybedilen ilk turda ''Türklük'' muhabbeti yapmak yakışık almıyor. Arda maçtan sonra ''Turu geçeceğiz diye birilerinin yüreğine inecekti'' dedi. Yanlış yaptı. Turu kaybetsende birilerinin yüreğine inecekti, sen sana inananlar için, destekleyenler için oradasın. Önümüzdeki cumartesi günü tüm ülkenin kalbi birlikte atarken, emin olki İspanya'ya yenilirseniz ülkenin büyük çoğunluğunun kalbine inecek. O platform ülkenin tek yumruk olduğu platform. Bu değil. Umarım er ya da geç bu olguyu anlarız. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki bu olguyu...

19 Mart 2009 Perşembe

Caydırıcılık!


Nerede O Eski Formalar #7

''Nerede O Eski Formalar'' serisinin sonuncusu Kamerun Milli Takımı'nın giydiği kolsuz forma oldu tabiki. Afrika Şampiyona'sında bu formalarla mücadele ettikten sonra Dünya Kupası'na da bu formalarla katılmak istemişler fakat FIFA'dan ret yanıtı almışlardı. Kolsuz forma elle oynanan basketbol sporu için çok önemli bir detay tabi ki ama futbolun olmazsa olmazlarından değil. Kendi fikrim ise Kamerun ya da başka herhangi bir takımın bu formaları giymesinde hiçbir sakınca olmadığı yönünde. Hatta giyilse estetik açıdan da renk olabilirlerdi Dünya Kupası'nda...

Medyanın Gücü!

Volkan Demirel Eren Güngör'ü ''tekmeledikten'' sonra medyamızda müthiş ''pozitif'' bir hava oluştu birdenbire. Geçen sezon Lincoln'ü sahada kovalayan, Hacettepe maçında rakibinin son dakikada kazandığı penaltıyı kaçırmasına rağmen hakeme itirazdan oyundan atılan, EURO2008'in en can alıcı maçlarından birinin son dakikasında rakip forveti yere yığıp kaleye Tuncay Şanlı'yı geçiren bu adam değilmiş gibi, ''Ayağıyla şöyle bir itti'', ''İnsani bir tepki verdi'' gibi söylemlerin ardında medya ve yorumcular Volkan Demirel'in 2 maçlık cezasını bire indirmeyi başardılar. Ben geçmişi son derece sabıkalı olan ve şimdiye kadarki ''insani tepkilerinin'' en düşük şiddetlisini uygulayan Volkan Demirel'in asla uslanmayacağını ve özellikle bu ''aftan'' sonra ''yüz bulacağını'' düşünüyorum. Forması yırtılmışken ve göğsünde kesik oluşmuşken dahi ilk hedefi ''kendisine zarar verene zarar vermek'' olan bu adamın yaptığı hareketin Avrupa'nın hangi liginde olursa olsun en az 3 maç ceza alacağını düşünüyorum.

Unutmadan ekleyeyim, bakalım ''vuruş şiddeti'' hemen hemen Volkan Demirel'inkiyle aynı olan Yaser Yıldız kaç maç ceza alacak, ve ceza indirme kur.. pardon tahkim kurulu cezayı kaç maça indirecek. Blogta bu konuyu Yaser'in cezalandırılış şekli ile tartışmaya devam edeceğiz...

Puan Değil Kazanmaktır Önemli Olan...

Michael Schumacher emekli olduğundan beridir eski ''reytinglerini'' mumla arayan Formula-1 hemen her sezon yarışları daha izlenebilir kılmak için çeşitli alternatifler üretip, kuralları değiştiriyor. Bu sezonda uzun zamandan beridir beklenen kural değişikliği geldi ve artık puan sıralamasında birinci olan pilot değil, en çok yarış kazanan pilotun sezon sonunda F1 şampiyonu olacağı açıklandı.

Bu karar alınırken gözetilen husus tahminimce yarış içerisindeki geçişlerin artıp, izleyenlere daha heyecanlı bir yarış izletmek. Netice itibariyle birincilik sayısı diğerinden az olan pilot, şampiyon olabilmek için yarışı en önde tamamlamaya çalışacak. Üç dört pilotun son yarışlara hemen hemen eşit birinciliklerle geldiğini düşünürsek gerçekten de büyük bir heyecan yaşanacağı kesin. Yarışların daha çok sertleşeceği ve pilotların birbirlerini geçmek için amansız bir mücadelenin içine gireceğini tahmin ediyorum. Peki ya madalyonun öbür yüzü?

F1'deki puantaj sistemi birinciden sekizinciye kadar ''10-8-6-5-4-3-2-1'' şeklinde gidiyor. Yani dört yarış kazanmış ve at yarışı tabiriyle diğer yarışlarında ''tabela yapamamış'' olan bir pilot 40 puan toplarken, 7 yarışta üçüncü olmayı başaran (ki daha mantıklı bir olasılık) veya ortalama 5 ya da 6 yarışta ilk üçe giren bir pilot daha fazla puan sahibi olabiliyor. Hatta geçen sezonki istatistiklere bakarsak şampiyonun Hamilton değil Felipe Massa olması gerekiyordu çünkü Massa'nın birincilik sayısı Hamilton'dan daha fazlaydı.

Bu kural istikrarı öldürecektir bana göre. Misal olası bir ceza ile yarışa son sırada başlayacak olan Hamilton birinci olamayacağını göz önüne alarak yarış içerisinde hiç bir riske girmeden, gezinti yaparak bitirebilir yarışı. Birincilik için önemli olan yarış kazanmak olduğuna göre, pilotların hepsi aynı yarış içinde maksimum performansı göstermeyebilirler. Bu kuralla birlikte bana göre yalnızca belirli takımların pilotlarının F1 şampiyonu olabilme ihtimali kalıyor. Yani istikrarlı bir şekilde her yarışta podyum ile sekizincilik arasında gidip gelen örneğin Nick Heidfeld'in sezon başlamadan şampiyonluk rüyasına sekte vurulmuş oluyor. Bu kural en çok Ferrari, McLaren gibi kalburüstü takımların işine geldi bana göre. Hatta iddialı konuşup şimdiden Ferrari'nin bir numaralı pilotunun şampiyonluğu hayırlı olsun bile diyebilirim.

Konuyla ilgili eklemek isterim. Lance Armstrong Fransa Bisiklet Turu'nda yaşadığı bir şampiyonluğu hiç etap birinciliği yaşayamadan kazanmıştı. Casey Stoner'da efsane MotoGP şampiyonu Valentino Rossi'yi sezon sonunda geri bırakıp şampiyon olurken O'nun yarısı kadar bile birincilik kazanamamıştı. Ben bu sistemin tamamen büyükleri korumaya yönelik olduğunu ve şimdiye kadar F1'de yapılmış en kötü kural değişikliği olduğunu düşünüyorum...

Sezonun En Önemli Maçı

Galatasaray 2008-09 sezonunun şimdiye kadarki en önemli karşılaşmasında 1-1'in rövanşında bu akşam İstanbul Ali Sami Yen Stadyumu'nda Hamburger SV'yi ağırlıyor. Saat 21:30'da başlayacak olan karşılaşmayı Portekiz Futbol Federasyonu'ndan Pedro Proenca Oliviera Alves Garcia yönetecek ve maç Futbol Smart kanalından naklen yayınlanacak.

Galatasaray bu maça hemen hemen sezon başından beridir süregeldiği gibi birçok eksikle çıkacak. Servet Çetin, Emre Güngör, Uğur Uçar, Serkan Çalık, Emre Aşık, Mehmet Topal ve Tobias Linderoth bu karşılaşmada yer alamazken, tedavileri süren Arda Turan ve Shabani Nonda'nın kadroda olup olmayacağı ise maç saatinden biraz önce belli olacak. Tabi bu saydığım eksikler içerisinde Galatasaray'ın 4 stoperi ve 1 stoper özellikli oyuncusu olmayınca bu mevkide yeri garanti olan Hakan Balta'nın partnerliğini kimin yapacağı 1 haftadan beri büyük bir merak konusu olmaya devam ediyor. Hamburg'taki maçta Emre Aşık kırmızı kart gördükten sonra bu mevkiye geçen ve 35 dakika başarılı bir performans ortaya koyan Harry Kewell bu bölgenin bir numaralı adayı konumunda. Şayet Arda maça çıkamazsa (ki bence çıkacak) Kewell hücum bölgesine kaydırılıp, Mehmet Güven faktörü devreye sokulabilir. Genç Semih Kaya ve Serkan Kurtuluş'ta bu mevkinin ''plase'' adayları. İki takım içinde muhtemel onbir vermek istemiyorum bu kez çünkü Alman ekibide sakatlıklardan dolayı bir hayli eksik durumda. Özellikle Mladen Petric ve Trochowski'nin sakatlıkları maça çıkmalarına engel ancak Trochowski ufak bir ihtimale karşılık dahi olsa İstanbul'a getirildi. İki takımında maça çıkacağı onbirler maç saatine yakın belli olacağı için kesin onbirleri de ancak o zaman öğrenebileceğiz.

Maç golsüz biterse Galatasaray turu geçen taraf olacak yani öncelikli olarak Hamburg gole ihtiyaç duyuyor. Bu Galatasaray için ciddi bir avantaj. ''Maça ilk maç 0-0 bitmiş gibi başlayacağız'' geyiklerini bir tarafa bırakırsak, Galatasaray skoru ne kadar süre lehinde tutarsa o derece avantajını korumuş ve rakibini paniğe sevketmiş olacak. Savunma bir tarafa özellikle hücum hattında oynayacak olan Arda, Baros ve Lincoln'ün kendilerine gelen topları kullanış şekilleri büyük önem arzediyor Galatasaray için. Ne kadar iyi saklayabilirse, ne kadar çok savunmalarını rahatlatabilirlerse o derece şansı olacak Galatasaray'ın. Hamburg'un önemli silahları Olic ve Guerrero'nun yanında ilk maçta olduğu gibi sürpriz çıkışlar yapıp golle burun buruna kalan Marcel Jansen'i de hiç yabana atmamak gerekiyor. Bu turun ilk maçta Galatasaray'da kalmasını sağlayan isim bana göre İtalyan kaleci Morgan De Santcis'ti. Turun anahtarı yine O'nda olacak ve yapacağı ya da yapamayacağı kurtarışla Galatasaray'ın Kadıköy finaline tamam mı yoksa devam mı diyeceğini De Santcis belirleyecek bana göre. Temsilcimize bu maç öncesinde başarılar diliyorum...

18 Mart 2009 Çarşamba

Efsane Oyunlar Serisi #2 (Street Fighter 2 - The World Warriors -)

Uzun bir süredir yayınlamayı atladığım daha doğrusu unuttuğum bir seri başlatmıştım blog ilk başladığı zamanlar, arşivi karıştırırken farkettim ve hemen bu seriye devam etmeye karar verdim. Serinin ilk oyununa buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Street Fighter 2 (The World Warriors) Street Fighter serisinin en ihtişamlı ve o meşhur ''atari salonlarının'' en çok jeton yiyen oyunu olarak baki kaldı aklımda. Ortaokul ve lise çağında sık sık okuldan kaçıp, elimdeki birkaç jetonu harcasam dahi, diğer oyuncuları izlerken bile zamanın nasıl geçtiğini farketmediğim herhalde şimdiye kadar oynamaktan en çok zevk aldığım oyun oldu Street Fighter.

Oyunda biri kadın olmak üzere 8 seçilebilir farklı karakter (Ryu, E.Honda, Blanka, Guile, Ken, Chun Li, Zangief, Dhalsim ) ve 4 seçilemeyen karakter (Balrog, Vega, Sagat, M.Bison) olmak üzere toplam 12 farklı karakter bulunuyordu. O zamanın arcade dövüş oyunlarından farklı olarak Street Fighter'da seçilebilir karakter sayısının fazlalığı, her karakterin kendine has dövüş stilleri vardı. İki karakter hariç. Ryu ve Ken. Oyunun senaryosuna göre aynı ustadan eğitim almış olan ancak biri Japon biri de Amerikalı olan bu iki karakterin oyun içindeki dövüş stilleri birebir aynıydı. Detaycılar hatırlar, yalnızca ''tekmeyle kapma'' esnasında Ryu rakibini bir kez çevirip atarken, Ken iki kez çevirip atıyordu ancak rivayetler bitmek bilmezdi. Kimi zaman ''Ya oğlum Ken'in oryusu (oryuyu bilen bilir!) Ryu'dan daha iyi'' ya da ''Ryu'nun kapması Ken'in kapmasından daha iyi'' gibi çocukluk geyiklerimiz bitmek bilmezdi. Oyunda seçtiğimiz karakterle seçilebilir diğer 7 karakteri toplam 3 round üzerinden devirip seçilemeyen karakterlerle dövüşmek için mücadele ederdik. Tabi son karakter olarak gelen M.Bison'u devirip, oyunu bitirdiğimiz karakterin ''sonunu'' izlemek en büyük keyiflerden birisiydi.

Kendi adıma oyun kariyerim hemen hemen ''master'' seviyesine yükselerek son buldu. Oyunu bitirmediğim adam kalmadı. Oyunu ilk bitirdiğim karakter Chun Li olduğu için kendisine ''ilk göz ağrım'' diyebilirim ancak oynamasını en çok sevdiğim karakter Guile oldu. Oyunun daha sonra filmi de çekilmiş başrollerde de Jean Claude Van Damme ve Kylie Minogue gibi önemli isimler rol almıştı. Bu güzel oyunun yapımcı firmasıda birçok güzel dövüş oyununa imza atan Capcom Firması'dır...

Efsane oyunlar serisinin birincisi için tıklayın

Skor Tahmin Oyunu 25. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

BURSASPOR - FENERBAHÇE

GAZİANTEPSPOR - TRABZONSPOR

SİVASSPOR - BEŞİKTAŞ

GALATASARAY - ESKİŞEHİRSPOR

Benim Tahminlerim:

Bursaspor - Fenerbahçe: 2-1 (Sercan Yıldırım,Gökhan Güleç/Alex)
Gaziantepspor - Trabzonspor: 0-2 (Colman,Umut)
Sivasspor - Beşiktaş: 1-3 (Musa Aydın/Tello,Nobre,Delgado)
Galatasaray - Eskişehirspor: 2-2 (Lincoln,Barış/Batuhan,Youla)

KIRMIZI KART CEZALILARI: Yaser Yıldız (Galatasaray)

17 Mart 2009 Salı

Apartman Sakinlerinin Dikkatine!


Nerede O Eski Formalar #6

David Seaman Peter Shilton'la birlikte İngiltere futbolunun yakın dönemdeki en iyi iki kalecisinden birisi olarak anılır hiç kuşkusuz. Futbol oynadıkları yıllarda hem kendi takımlarının hem de İngiliz Milli Takımı'nın kalesini defalarca korudular. David Seaman eğer yanlış hatırlamıyorsam, en son 2002 Dünya Kupası'nda İngiltere Milli Takımı'nın kalesini koruyup, sonrasında milli takımı bırakmıştı ki, zaten milli takımı bırakmasını gerektirecek goller yemişti. Neyse konumuz bu değil. Kimin ne akla hizmet tasarladığını bilmediğim bir kaleci kazağı giymiş üstteki fotoğrafta, Fransa Ligi takımlarının formasını andırıyor ilk başta ancak o takımlar bile birbirine bu kadar zıt ve uyumsuz bir renk çümbüşüne sahip formaları tercih etmiyorlardır herhalde. Seaman'ı medeni cesaretinden dolayı tebrik etmekten başka birşey gelmiyor elimden, fotoğrafa tekrar bakınca...

Güle Güle Ve Hoşgeldin

Ümit Özat Gençlerbirliği, Bursaspor, Fenerbahçe, FC Köln ve Milli Takım kariyeri boyunca kaptanlık pazubandını kolundan çıkarmamış adam gibi adamlardandı. Post fotoğrafında bile kullanmak istemediğim o ''andan'' sonra futbol oynamasına izin vermedi kalbi ve birkaç gün önce futbolu bıraktığını açıkladı kendisi. Hep dönecek gözüyle bakmıştım kendisine, gerçekten çok üzüldüm. Efendi bir adamdı, centilmendi, liderdi, sahaya ruhunu koyardı. Kendisine has yaptığı ''Sol kanattan sağ dış ortalar ve paslarla'' futbolda kendi ''markasını'' yaratmıştı. Sağ ayağını kullanmasına rağmen, milli takımın bile solunda oynadı. Teknik direktörlük yapacağını söyledi futbolu bıraktığını açıkladığı basın toplantısında. Umarım teknik direktörlük kariyeri de, futbolculuk kariyeri gibi ''parlak'' olur genç ''teknik direktörün''...

Yapma Hıncal!

Bloğumuzun müdavimlerinden birisi de benim rahatlıkla ''medya maymunu'' yaftasını yapıştırabileceğim, Galatasaraylı (spor yazarı demeyelim) ''herşey'' Hıncal Uluç. Akşam 90 Dakika Programı'na denk geldim, bir on dakika kadar izledim. Hıncal Uluç Lincoln hakkında konuşuyordu ve kendisi için ''Hakemi aldatarak rakip futbolcunun kart görmesini sağlamaya çalıştığını ve futbol düşüncesi olarak Galatasaray'a yakışmadığını'' buyurdu. Bu cümleye neremle güleceğimi şaşırdım çünkü Galatasaray kadrosu zaten on yıldır bu tip ''çirkef'' futbolcuların ağırlıklı olarak yer aldığı bir oluşum içerisinde. Son jenerasyondan ''sabıkalı'' Arda Turan'ı bir kenara ayırıyorum çünkü kendisi ''adam olma yolunda'' ciddi adımlar atıyor bu aralar, umarım şu son birkaç maçtır takındığı efendi ve sportmen tavırları korur. Misal bir Arif Erdem Galatasaray'da oynarken Hıncal Uluç bir kez bile Arif için bu cümleleri kullandı mı acaba? Emre Belözoğlu daha 18 yaşındayken Hagi abisinin kanatları altında her türlü ahlaksızlığı yapıyordu futbol sahalarında. Efsane kaptan Bülent Korkmaz'ın bile ayaklarından çok dirsekleri ve çenesi çalışırdı. Hakan Ünsal'ın şu anki ''beyefendi yorumlarından'' bir gram eser var mıydı futbol sahasında? Ya da Filipescu rakibinin yüzüne tükürdüğünde (futbol sahasında ya da spor sahasında en nefret ettiğim şeydir, başıma gelse katil olmam kaçınılmaz) neler söylemişti, neler yazmıştı acaba?

Lincoln disiplinsiz ve sorumsuz bir futbolcu. Bunu sonuna kadar kabul ediyorum ancak, özellikle Galatasaray Camiası'nın ve fanatik Galatasaraylı Hıncal Uluç'un bu oyuncuyu ''etik'' olarak eleştirmesi yapmaları gereken son iştir. Kimse unutmasın ''Çirkefliğin Efendisi'' Sabri Sarıoğlu hala bu takımın ve milli takımın formasını giymeye devam ediyor...

İddaa mı Oynadın Aslanım?!!

İbrahim Ege ile birlikte bir dönem Trabzonspor'un orta sahasında da yer işgal etmiş, hırsı ve mücadeleci futboluyla her daim Trabzonspor taraftarı tarafından sevilmiş ancak Trabzonspor kariyeri çok uzun sürmemiş ve Kayseri Erciyesspor'dan sonra Eskişehirspor forması giymeye başlamış bir oyuncudur Emre Toraman.

Turkcell Süper Lig'in 24. hafta maçında Eskişehirspor Bursaspor'u kendi sahasında ağırlarken herhalde kendilerini Youla ve Batuhan'dan daha çok Emre Toraman'ın zorlayacağını aklına getirmemişti Eskişehirsporlu oyuncular. Önce 15. dakikada sol kanattan gelen ortaya değme santraforlara taş çıkartan bir kafa vuruşu yaptı Emre Toraman. Hem de kalecilerin en çok zorlandığı hatta çıkarmasının imkansız olduğu ''köşeye, yerden sektirerek'' klas bir vuruşla. Etrafı bomboş aslında ve kafa vuruşunu yönü kalenin dışında her tarafa rahatlıkla vurabilir. Bu pozisyonda orta ne yakın mesafeden gelmiş ne de ''Alexvari'' bir ''bomba orta''. Top baya baya havadan alelade süzülerek geliyor ve kendisine kimin vuracağını en az 2 saniye önceden görmüştür herhalde. Bu golü unutalım ve ''Olur böyle şeyler'' deyip geçelim. Ya ikinci gole ne demeli! Bu kez dakika 35, Emre Toraman önce gelişen kontraatağa ofsayt diye itiraz ediyor ancak kaleciden sekip önüne düşen topa yine ölümcül bir vuruş yapıp (çünkü top tam kalenin ortasında içeri girse başına iş alabilir) boş kalenin sağından ağlara yolluyor topu. Bu pozisyonda da en az 5 metre civarında Bursaspor'lu oyuncu yok ve biraz soğukkanlı olsa yavaş gelen topu kontrol edip oyuna dahi sokabilir ama yok, yine bir tek vuruş ama bu sefer ayakla...

Herhalde neyi ima ettiğimi anlamışsınızdır. Bir futbolcuya direk ''maç sattı'' demek zor bir iş. Belki de ben vuruş tekniklerinden ya da pozisyonların rahatlığından gereksiz bir ''fesatlık'' içerisindeyim. Belki de Emre Toraman ilk golden sonra inanılmaz bir moralsizliğin içine girip, ikinci pozisyonda ne yapacağını bilemedi. Bilemiyorum, kimsenin günahını almak istemem ama bana o gün o sahada Emre Toraman'ın yaptıkları hiçte ''masumane'' gelmedi.

Şansal Büyüka Emre Toraman için ''Emre Toraman'ın trajedisi'' olarak bahsetti durumdan. Çok güldüm bu trajedi lafına ve aklıma Tolunay Kafkas'ın ''Atom parçalamıyoruzki hepi topu futbol oynuyoruz'' sözü geldi. Çok doğru söyledi bana göre hoca. Şansal'ın kullandığı kelimelere bakınca, Emre Toraman'ın parasızlıktan sokaklara düştüğünü, yatacak yeri olmadığını (Gerçi bu maçtan sonra yatacak yeri yok Emre'nin de!..) falan zanneder olayı bilmeyen birisi ya da sahada ayağının 3 yerinden kırıldığını. İlla saha içinde bir trajedi aranırsa Marc Vivien Foe, Michael Meduna veya Miklas Feher isimlerini hatırlatmam gerekir hatta Ümit Özat.

Bir enteresan olayda, PAF maçında Eskişehirspor konuğu Bursaspor'la 2-2 berabere kalmış ve 2 golü de kendi kalelerine atmış genç Eskişehirsporlular! Maçtan sonra Rıza Çalımbay ''2 maçta toplam 7 gol attık ancak bir beraberlik ve bir mağlubiyet aldık'' diyerek o gün yaşananları özetlemiş oldu zaten...

Kaptanımız Ol!

Tuncay Şanlı İngiltere Premier Lig'de oynamaya başladığından beridir blogta O'nun için sık sık postlar açmaya çalışıyorum. Sağolsun kendiside gerek transfer haberleri, gerek attığı goller, gerekse de taraftarın sevgilisi olmasıyla sık sık bloğun konuğu olmaya devam ediyor.

Bu kez konumuz Middlesbrough taraftarının kendisine olan sevgisi. Son oynanan Porstmouth maçında son dakikaya Peter Crouch'un golüyle 1-0 mağlup giren Boro'da tüm oyuncular ıslıklanmış, yalnızca top Tuncay'ın ayağına geldiğinde taraftar milli oyuncuyu alkış yağmuruna tutmuştu. Bu olayın ardından maçtan sonra Boro Menejeri Southgate ''Evet Tuncay gerçekten iyi bir maç çıkardı ancak, diğer oyunculara yapılan büyük bir saygısızlıktı, biz bir takımız ve diğer oyuncularımda en az Tuncay kadar karakterli bir oyun ortaya koydu.'' açıklaması yapmıştı. O günden beridir de röportaj yapılan her Boro oyuncusu kendilerine yapılanın bir saygısızlık olduğunu vurguladılar ancak taraftarın Tuncay'a karşı olan hisleri forumlarda da tam gaz devam ediyor. Bu aralar yeni moda Tuncay'a atfen yapılan ''We've only got one player'' (Bizim sadece bir oyuncumuz var) tezahüratı ve tabi ki forumlarda dile sık sık getirilmeye başlanan ''Kaptanımız ol!'' seslenişleri.

Forma aşkıyla oynanan hırslı oyunculara karşı hep özel bir sevgim ve hayranlığım olmuştur. Tuncay Şanlı tam da bu bahsettiğim oyunculardan birisi. Takımı küme düşme hattının içinde bulunsa ve hatta küme düşecek dahi olsa hiç kuşkusuz milli oyuncu Middlesbrough tarihinde önemli bir yeri şimdiden almış durumda...

16 Mart 2009 Pazartesi

Güneşi Gördüm

Mahsun Kırmızıgül'ün iki yıldır üzerinde çalıştığı Güneşi Gördüm adlı film, Kars Sarıkamış'ta yaşayan küçük bir köyün terör yüzünden boşaltılması ve yaşadıkları yerden ayrılmaya zorlanan köy halkının İstanbul, Mersin ve Norveç'teki yaşam mücadelesini anlatıyor. Filmi yapan isim Mahsun Kırmızıgül olunca tabi ki bir önyargı oluşuyor ister istemez ancak, son derece profesyonelce hazırlanmış bu filmde değinilen konular, oyuncu performansları ve tema bu filmi yerli yapımlar arasında ''kült'' olarak değerlendirmeme yol açıyor. Bence bir akşamınızı ayırıp bu güzel ve dokunaklı filmi görmenizde yarar var. Emeği geçenleri tebrik etmek lazım, özellikle de Mahsun Kırmızıgül'ü tabi...

Nerede O Eski Formalar #5

Avustralya Milli Takımı'nın 1991-92 sezonunda kullandığı bu yağlı boya tablosunu andıran forma, o dönem öncelikle Avustralya Kriket Milli Takımı'nda denenmiş ve sonuç alınınca(!) futbol milli takımında da uygulanması kararlaştırılmış. Formaya dikkatli bakınca Harry Kewell ya da Marc Viduka'yı bir an düşünemedim bu formanın içinde. Tasarım harikası (!) bu formanın ömrü ise yalnızca o sezonla sınırlı kalmış tabi...

Yine Olmadı.

UEFA Kupası yorgunu Galatasaray, Trabzon'a ''kafa izni'' verdiği Kewell ve Nonda'nın yanında, sakatlıkları devam eden Servet, Emre Güngör, Mehmet Topal gibi ''banko'' oyuncularından yoksun bir şekilde gelirken, Trabzonspor'da ki tek ve en büyük eksik ise maçtan bir gün önce gribal enfeksiyon geçiren İbrahima Yattara'ydı.

Alanzinho'nun futbol sahalarında ender görülecek güzellikteki golüyle maça iyi başlayan Trabzonspor neden çalınmadığını anlamadığım bir faule itiraz ederken Baros'un ayağından beraberlik golünü yedi. Geldiği günden beri kalesinde güven veren bir performans gösteren Slyvia ise pozisyonda son derece hatalı bir çıkış yaparak Baros'un ekmeğine yağ sürdü. Trabzonspor'un daha atak göründüğü ilk devrede Gökhan Ünal ve Umut Bulut'un bilinen ''kısır'' performansları aynen devam ederken, Galatasaray'da Arda ve Ayhan yıldızlaşan isimlerdi.

İkinci yarıda Trabzonspor'un baskıyı iyice arttırdığı dakikalarda yapılan 61. dakika kutlamasında sahaya atılan balonlar ve konfetiler bir yana, oyuna Umut'un yerine giren Isaac'in 2 dakikasını krampon değiştirmekle harcayıp, takımın kullandığı iki korneri kenardan seyretmesi amatörce yapılnış hatalardı. Tayfun hemen her maç ya penaltı ya da başka ''çeşitlemelerle'' kendi kalesine yaptığı gol girişimlerinden birisini de kaleci Slyvia'ya faul yaparak zenginleştirdi. Pozisyonun devamında Arda 5 Trabzonsporlu oyuncu arasından golü atarak takımını ''zorlu'' diye tabir edilen ancak ''yumuşacık'' olan Trabzon deplasmanında öne geçirmeyi başardı. 80. dakikada oyuna giren Yaser Yıldız Egemen'i ''dirsekleyip'' bir dakika sonra oyundan atılıp, Arda'da sakatlanınca, Trabzonspor'un son 10 dakikada baskısı iyice arttı ve bu dakikalarda Alanzinho'nun akıl dolu asistinde Colman'ın muhteşem şutuyla skora yeniden denge geldi. Maçın son anlarında Trabzonspor istediği ''boğucu'' baskıyı bir türlü kuramayınca ''yarım takımla'' sahaya çıkan Galatasaray'la 2-2 berabere kaldı.

Bence Galatasaray bu haliyle istediğini almış oldu Trabzon'dan. Skoru korumayı başarabilseler hedefledikleri 3 puanın sahibi olacaklardı ancak 1 puanda bu kadar eksiğe ve izin verilmiş oyunculara rağmen hiçte fena sayılmaz. Arda'nın performansı parmak ısırtacak derecede iyiyken, baldırında oluşan krampon deliği son dakikaları sahanın içinde geçirmesini engellemiş oldu. Gelen haberlere göre önemli birşeyi yok ve Hamburg maçında sahada olacak. Stoperler Emre Aşık ve Hakan Balta'da ''sıfır'' hatayla oynadılar. Trabzonspor'un iki golüde tamamen ''yetenekten'' ibaretti ve defans oyuncularının ya da kalecinin yapabileceği pek birşey yoktu. Hamburg maçı Galatasaray için hiç kuşkusuz daha önemli ve Trabzon'dan fena sayılmayacak bir skorla dönmeyi başardılar.

Trabzonspor cephesinde ise değişen birşey yok. Ersun Yanal herşeye rağmen Gökhan Ünal ve Tayfun Cora'da ısrar etmeye devam ediyor ve bu oyuncularda verilen bunca şansa rağmen hocalarını ''utandırmaya'' devam ediyor. Özellikle Isaac oyuna girerken oyundan Umut Bulut'un alınması başlı başına hatalı bir karardı özellikle sahada Gökhan Ünal yer işgal etmeye devam ederken. Egemen Arda'nın golünde hatalı olsa da genel hatlarıya yine iyi bir oyun ortaya koydu ve Song'un da performansı fena değildi. Bu ikili formsuzluklarını atlatırsa Trabzonspor en azından yediği gol sayısını daha aşağılara çekip ''bir farklı galibiyetler serisine'' devam edebilir. Sivasspor'la 3 Beşiktaş ile 2'ye çıkan puan farkları önümüzdeki hafta Gaziantep deplasmanından alınacak bir galibiyetle yeniden aşağıya çekilebilir çünkü bu iki takımdan ya birisi ya da her ikisi önümüzdeki hafta ''kesin olarak'' puan kaybedecekler.

Duyduğuma göre maçtan sonra bir grup yine Ersun Hoca'yı istifaya davet etmiş. Hem de takım otobüse binmek üzere stadyumdan çıkarken. Ben diyecek kelime bulamıyorum, bulduklarımda blogda yazmaya müsait değil. Ersun Yanal'ın klasik olacak ama ''bu kendini bilmezlere'' kulak asmadan işini yapmaya devam etmesi gerekiyor. Ha bir de Gökhan ile Tayfun yedeğe çekilirse daha da memnun oluruz ''kendini bilenler olarak!''

Alanzinho geldiği günden beri eleştiriliyordu ancak takıma alıştıkça daha iyi bir performans göstereceğini bekliyordum. Tam olarak bir patlama olmasa da dün akşam attığı olağanüstü güzel gol ve yaptığı asistin haricinde, oynadığı futbol ile de tam not aldı. Yattara'nın saha içinde üstlendiği liderlik vasfını O yokken yerine getirmeyi, sorumluluk almayı başardı. Selçuk İnan aylar sonra ilk kez ortalarda göründü ve son 10 maç kala kendisi adına ümitlerimizi tazeledi.

Maçın hakemi Yunus Yıldırım, Alanzinho'ya yapılan pek çok faulü çalmayarak büyük tepki toplarken, özellikle Baros'un attığı golden önceki net faulü vermeyerek, maçın kaderine tesir etmiş oldu. Tabi burada kendisinin şanssızlığı o pozisyonun golle sonuçlanması oldu. Sonrasında ise verdiği kararın altında ezildi ve Trabzonsporlu oyuncuların defalarca yaptıkları ''sarı kartlık'' itirazları hep görmezden geldi. Yaser'i oyundan attıran yardımcı hakemi de tebrik ediyorum, tereddütsüz bir şekilde gözünün önünde olan pozisyonda doğru kararı vermeyi başardı.

Bu maçtan sonra benim söyleyebileceğim birer cümle var iki takım için. Trabzonspor'a bundan sonra ligde oynayacağı maçlarda, Galatasaray'a da Hamburg rövanşı başta olmak üzere UEFA Kupası'nda olası oynayacağı maçlarda başarılar dilemek...

Ligin En İyi Takımı...

Bu aralar ligin en iyi futbolunun hangi takım oynuyor diye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap Beşiktaş olur. Etkileyici futbolun yanında bir de sonuca gidiyor oluşları siyah beyazlıları 2003 yılından beri ilk kez bu kadar yaklaştırıyor şampiyonluğa.

Devre arasında takıma katılan Fabian Ernst'in takımı bir iki gömlek yukarı taşıdığı kesin. Kendi işini yapmayı bırakıp bir de güzel gol attı maçın sıkıştığı dakikalarda Gençlerbirliği'ne. Gençlerbirliği'ni yabana atmamak lazım, çıktıkları son beş maçın dördünü kazanmışlardı İstanbul'a geldiklerinde. Mustafa Denizli için ''şöyle kötü, böyle kötü'' demiştik ama hoca bizi utandırıp takımı belli bir çizgiye oturtmayı başardı, cesaretle uyguladığı ''deneme-yanılmalarla'' takımın iskeletini kurmayı başaran hoca, hem oynattığı futbol hem de takımdaşlık duygusunu geri kazandırmasıyla Beşiktaş'ı en ciddi şampiyonluk adayı haline getirdi. Eğer ciddi bir düşüş yaşamazlarsa ligi bu şekilde götüreceklerini tahmin ediyorum. Benim bu aralar şampiyonluk için en büyük adayım Beşiktaş ve beceriksiz yönetim ile başkanın bu kez turnayı gözünden vurmasına az kaldı gibi gözüküyor.

İşte saydığım bu sebepler yüzünden Beşiktaş'ın önümüzdeki hafta deplasmanda Sivasspor'u zorlanmadan yeneceğini düşünüyorum. Bakalım siyah beyazlılar ''muhteşem'' taraftarlarının desteğiyle şampiyonluk ipini göğüsleyebilecek mi?

Mucizeye İnanış...

Kendi tuttuğum takım hariç son yıllarda herhalde hiç bu kadar bir takımın gol atmasını, ya da sahadan puanla ayrılmasını istememiştim herhalde. Kocaelispor sonuna kadar hakettiği maçta Fenerbahçe'den bir puanı koparmayı başarırken, ligde kalma yolunda attığı adımlarla da göz kamaştırmaya devam ediyor. Devre arasında tam 13 futbolcusunun mali sorunlar nedeniyle kulübü terkettiği, en pahalısının maliyeti 250 bin dolar olan 4 yabancı futbolcuyla devre arasında sözleşme imzalayan ve 3. teknik direktörüyle çalışan Kocaelispor lige sımsıkı tutunmuş durumda bu aralar. Henüz daha ilk dakikada yediği gole rağmen, Deniz Barış'ın pozisyonu hariç rakibine hemen hemen hiç pozisyon vermeyen, kıyaslanamayacak kadro kalitesi ve genişliği farkına rağmen güçlü rakibine adeta nefes aldırmayan Kocaelispor fazlasını hakettiği maçta Fenerbahçe'den ancak bir puan alabildi. Kocaelispor'un lige tutunuşu ve anormal kısıtlı imkanlarına rağmen oynadığı futbolun önünde saygıyla eğiliyorum.

Peki ya Fenerbahçe? Milyon dolarlık futbolcuların kenarda oturduğu, sahaya çıkanların ise Fenerbahçe formasını giydiklerden bi haber durumları... Lugano ve Gökhan Gönül'ü ayırırsak, Fenerbahçe'nin Kocaelispor karşısında oynadığı futboldan taraftarı utanmıştır herhalde. Takım 1-0 öndeyken Volkan Babacan'ın daha ilk yarının ortalarında zaman geçirmeye başlamasına taraftarın koyduğu posta ise gerçekten etkileciydi. Sahadaki futbolcular maçı taraftarın onda biri kadar isteseler, Fenerbahçe bu maçtan galip ayrılır ve ligde üçüncülüğe yükselip Sivasspor - Beşiktaş maçının sonucuna göre liderlik kovalayabilirdi. Aslında Fenerbahçe için söylenecek sözler hep aynı doğrultuda olur. Ciddi bir kadro revizyonu, Fenerbahçe forması giydiğini ''bilen'' futbolcular lazım takıma. Canı isteyince oynayan Alex, Deivid ve Roberto Carlos gibiler sözleşme yenilerken, sahaya ruhunu koyan Tuncay, Ümit Özat, Aurelio ve artık gidici gözüyle baktığımız Lugano gibiler terkediyor bu takımı. Önümüzdeki sezonun yapılanmasını gerçekten merak ediyorum bakalım Aziz Yıldırım'ın neşteri kimlerin canını yakacak. Ben bir tanesini biliyorum. Fatih Terim'in prensi Colin Kazım Richards...

Turkcell Super Lig 24. Hafta Toplu Sonuçlar ve Genel Görünüm

TOPLU SONUÇLAR:

Fenerbahçe - Kocaelispor: 1-1 (Roberto Carlos/Julio Cesar)

Ankaragücü - Sivasspor: 0-2 (Mehmet Yıldız,Kamanan)

Konyaspor - Gaziantepspor: 2-3 (Kratochvil,Mihajlov/Tabata,Beto-2-)

Antalyaspor - İstanbul B.Şehir Bel.: 1-0 (Mahmut-kk-)

Beşiktaş - Gençlerbirliği: 3-0 (Ernst,Ekrem,Holosko)

Eskişehirspor - Bursaspor: 1-2 (Vucko/Emre Toraman-2 kk-)

Ankaraspor - Kayserispor: 2-2 (Bilal,Neca/M. Eren,Cangele)

Trabzonspor - Galatasaray: 2-2 (Alanzinho,Colman/Baros,Arda)

Denizlispor - Hacettepe: 0-0

HAFTANIN TAKIMI: Kocaelispor

HAFTANIN FUTBOLCUSU: Rodrigo Barbosa Tabata (Gaziantepspor)

HAFTANIN GOLÜ: Alanzinho (Trabzonspor - Galatasaray)

GOL KRALLIĞI:

16 GOL: Milan Baros

14 GOL: Taner Gülleri

13 GOL: Mehmet Yıldız

12 GOL: Rodrigo Barbosa Tabata

10 GOL: Alex de Souza, Marcio Nobre, Soulaymane Youla

PUAN DURUMU:

1- Sivasspor: 49
2- Beşiktaş: 48
3- Trabzonspor: 46
4- Fenerbahçe: 44
5- Galatasaray: 44
6-Ankaraspor: 36
7- Bursaspor: 35
8- Kayserispor: 34
9- Gaziantepspor: 34
10- Gençlerbirliği: 28
11- Denizlispor: 28
12- Eskişehirspor: 27
13- Konyaspor: 27
14- Antalyaspor: 26
15- İstanbul B.şehir Bel.: 25
16- Ankaragücü: 24
17- Kocaelispor: 20
18- Hacettepe: 15

GENEL BAKIŞ:

Kendi kalesine gol atanların damga vurduğu 24. haftanın en önemli karşılaşmasında Trabzonspor kendi sahasında Galatasaray ile 2-2 berabere kalırken, Sivasspor iyi oynamadığı maçta deplasmanda Ankaragücü'nü 2-0 mağluğ ederek liderliğini korumayı başardı. Beşiktaş üstüste dördüncü galibiyetini Gençlerbirliği karşısında da 3-0 ile alırken, Fenerbahçe Kocaelispor karşısında 1-1 berabere kalıp, oldukça kritik 2 puan kaybetti. Ankaraspor ile Kayserispor'un zevkli mücadelesinde 10 kişi kalan Kayserispor son beş dakikada bulduğu gollere Asaş Stadyumu'ndan 1 puan çıkarmayı başarırken, Emre Toraman'ın kendi kalesine attığı 2 golle Bursaspor deplasmada Eskişehirspor'u 2-1 yenmeyi başardı. Denizlispor üstüste dört maç kazanarak çıktığı maçta Hacettepe ile kendi sahasında golsüz berabere kalırken, alt sıraları çok yakından ilgilendiren maçta Antalyaspor İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u Mahmut Tekdemir'in kendi kalesine attığı golle 1-0 mağlup etmeyi başardı. Gaziantespor Nurullah Sağlam'sız çıktığı ilk maçta deplasmanda Konyaspor'u Tabata'nın 1 gol 2 asistlik performansıyla 3-2 yenmeyi başardı. 25. hafta zirveyi yine karıştıracak olan bir maça yani Sivasspor - Beşiktaş maçına sahne olacak. Beşiktaş kazanırsa zirveyi ele geçirecek, Sivasspor kazanırsa şampiyonluk yolunda şimdiye kadarki en ciddi adımını atmış olacak. Neler olacağını hep birlikte göreceğiz...

GELECEK HAFTA:

Bursaspor - Fenerbahçe (Cuma 20:00 LİGTV)
Kocaelispor - Ankaraspor (Cumartesi 13:30)
Hacettepe - Antalyaspor (Cumartesi 13:30)
Kayserispor - Ankaragücü (Cumartesi 13:30)
İstanbul B.Şehir Bel. - Konyaspor (Cumartesi 13:30)
Gaziantepspor - Trabzonspor (Cumartesi 15:15 LİGTV)
Sivasspor - Beşiktaş (Cumartesi 19:00 LİGTV)
Gençlerbirliği - Denizlispor (Pazar 13:30)
Galatasaray - Eskişehirspor (Pazar 19:00 LİGTV)

23. hafta genel bakış için tıklayın

Skor Tahmin Oyunu 24. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

TOLGA ŞENER: 7

MURAT YILMAZ: 6

FARUK TURUTOĞLU: 5

BALTHAZAR: 2

HAKAN DEMİREL: 1

YAVUSS: 0 (tahmin yapmadı)


GENEL PUAN DURUMU:

TOLGA ŞENER: 197

BALTHAZAR: 189

MURAT YILMAZ: 187

HAKAN DEMİREL: 175

FARUK TURUTOĞLU: 169

YAVUSS: 122

24. hafta tahminleri için tıklayın
23. hafta genel puan durumu için tıklayın

13 Mart 2009 Cuma

Nerede O Eski Formalar #4

1995-96 sezonunda Manchester United'ın deplasmanlarda kullandığı forma rivayete göre Sir Alex Ferguson'ın ünlü bir modacıya tasarlattırdığı ve futbolculara sahaya çıkarken kendilerini ''daha iyi hissetmesine'' yardımcı olacağını söylemişti. O sezon şampiyonluk ipini göğüslemeyi başaran Manchester United'a bu ''halıflexvari'' formaların ne derece yardımcı olduğunu ise asla bilemeyeceğiz. Gerçi efsane futbolculardan Roy Keane hangi formayı giyerse giysin her daim formanın O'na verdiğinden daha fazlasını O'nun ''formaya'' verdiğine eminim...

Avantaj Galatasaray'da...

Maçın başlamasıyla birlikte tribünlerden yükselen ''üçlü'' ekran başındakilerin tüylerini nasıl diken diken ettiyse, o desteği hisseden sarı kırmızı onbirin de aynı hisleri yaşadığına emin oldum ilk dakikalardan itibaren. Ayağa pasın, ''bilinçli presin'' Ömer Üründül tabiriyle ''tüm çeşitlemelerini'' uygulayan Galatasaray rakibine istediği baskıyı kurma şansını birkaç dakikalık iki periyod hariç ilk yarı boyunca vermemeyi başardı. Birkaç kontraatak girişimiyle de rakibine ''çok gelirsen, kontrayı yersin'' gözdağını vermeyi başardı. Hamburg'un orta sahayı organize eden takım kaptanı David Jarolim'in ilk dakikalardan itibaren oynadığı agresif oyun ve tatlı-sert faullere hakem ikinci yarıyı beklemeden kart çıkarsaydı, ikinci yarıdaki şiddetli Hamburg baskısı belki de bu kadar fazla yaşanmayacaktı. Hamburg'un top Galatasaray'a geçtiği anda maçın genelinde uyguladığı sert oyunun Galatasaray'ı oyunun hiç bir bölümünde yıldırmaması belki de o hep bahsedilen ''2000 ruhunun'' saha kenarından, sahanın içine yansımasıydı. 26. dakikada Trochowski'nin bilindik sert ve düzgün şutlarından birinde Galatasaray'ın İtalyan kalecisi Morgan de Santcis son yıllarda gördüğüm en güzel kurtarışı yaparak, maçın ''gitmesini'' engelledi aynı zamanda. Bu adamın oldukça iyi bir kaleci olduğunu hep söyledim, hepte söyleyeceğim.



Ayhan Akman önüne düşen şans topunu akıl dolu bir vuruşla ağlara gönderip, Galatasaray'ın çok işine yarayacak golü atarken, devrenin sonu Hamburg'un bu golün şokunu atlatması için tam zamanında geldi diyebiliriz. İkinci devre ise bilindik bir ''Galatasaray efsanesine'' sahne oldu. İkinci yarının hemen başında topu ağlarında gören Galatasaray golden iki dakika sonra da Emre Aşık'ın atılmasıyla sarsıldı ki o andan itibaren ben dahil maçı takip eden topluluktan ''buraya kadarmış, bundan sonra üç hatta dört olur'' serzenişleri yükseldi. Belki o anlarda Martin Jol, UEFA Kupası'nın en skorer oyuncusu Olic'i oyuna alsaydı golü de bulabilirlerdi. Servet ve Emre Güngör'ün sakat olduğu, Meira'nın Rusya'ya uğurlandığı ve asıl işi stoper olan tek oyuncu olan Emre Aşık'ın kırmızı kart görmesiyle Galatasaray'ın attığı golle yakaladığı avantajın heba olduğunu düşünürken, stoper mevkiine Harry Kewell yerleşti. Maçtan önce böyle bir plan yapılmış mıydı bilmiyorum ama Kewell yıllardır o bölgede oynuyormuşçasına rahat bir şekilde maçın sonunu getirmeyi başardı. Bülent Korkmaz acemice bir hamleyle top saklayacak ve maçı çok istediği her halinden belli olan Lincoln'ü kenara çekip sahaya Mehmet Güven'i sürdü. Eminim bir süre yanında oturan genç Semih Kaya'yı sahaya sürmeyi düşünmüştür ''Efsane kaptan'' Mehmet Güven oyuna girene dek. Lincoln'ün oyundan çıkarkenki tepkisi son derece şiddetli ve haklı bir tepkiydi. Nonda sahada hayalet gibi gezerken, topu tutacak, takıma güven verecek Lincoln'ün kenara gelmesi, Bülent Korkmaz'ın tecrübesizliğiyle izah edilebilir ancak. 74. dakikada Nonda yerini Ümit Karan'a bırakırken, Hamburg'ta pozisyon bulamasada akın akın Galatasaray kalesine gol için gelmeye başlamıştı artık. 2 tane karambol pozisyonunda da gole gerçekten çok yaklaştılar. Direkten geri gelen Benjamin'in şutu ve boş kale yerine topu auta yollayan Ivica Olic'in vuruşları maçın kaderini tayin etti.

Olic'in 70 dakika boyunca kenarda beklemesi ve oyun stili bizim Serhat Akın'ı andıran Guerrero'nun 90 dakikayı tamamlaması Hamburg'un belki de lig şampiyonluğuna verdiği önemi ortaya koyarken, Galatasaray'ın bu maça sımsıkıya tutunması da Şükrü Saraçoğlu'ndaki finali ne kadar çok istediğini gösterdi. Geriye 6 maç kaldı ve Galatasaray bütün bu maçları oynamayı başarabilirse, bu karşılaşmaların 4 tanesi İstanbul'da olacak. Avantaj gerçekten de Galatasaray'da...

12 Mart 2009 Perşembe

Bahis Zamanı...

UEFA Kupası ilk maçları bana göre İddaa'da kazanma oranının en yüksek olduğu maçlardır daha önce de belirttiğim gibi. Bu akşamda UEFA Kupası'nda birbirinden zorlu ancak kazanma ihtimalimiz yüksek maçlar oynanacak. Programın içinden güvenerek seçtiğim maçların naçizane kısa analizlerini ve önerdiğim tahminlerin oranlarını görelim önce:

Hamburg - Galatasaray: Bu maçın analiz yazısında da yazdığım gibi ben Hamburg'un Galatasaray'ı Nordbank Arena'da yeneceğini düşünüyorum. Hamburg galibiyetine verilen oran: 1.65

Paris Saint Germain - Sporting Braga: Geçen turda Standart Liege'i sürklase eden Sporting Braga bu turda Standart Liege'den iki üç gömlek üstün bir takım olduğuna inandığım Paris Saint Germain ile mücadele edecek. Fransa'da oynanacak olan ilk maçta ben Paris Saint Germain'in Braga'yı mağlup edeceğini düşünüyorum. PSG galibiyetine verilen oran: 1.55

Dynamo Kiev - Metalist Kharkiv: Metalist Kharkiv'in bu kupadaki işinin henüz bitmediğini ve her geçilen turdan sonra kendine olan güvenlerinin katlanarak arttığını düşünüyorum. Fenerbahçe karşısında izlediğimiz Dynamo Kiev ise renkli bir takım olmaktan çok uzak bir şekilde sadece disiplinli bir mücadele yapısına sahip. Riski sevenler bu maç için Metalist Kharkiv galibiyetini düşünebilir ancak benim önerim, Metalist Kharkiv lehine 1.76'lık oranıyla çifte şans.

Manchester City - Aalborg: Bu sezonki Avrupa Kupaları macerasında birbirinden başarılı ve spektaküler sonuçlara imza atan Aalborg deplasmanda karşılaşacağı Manchester City karşısında daha şanslı gördüğüm ekip. Özellikle geçen turda Deportivo'yu elerken rakibini dağıtan Aalborg'un Manchester City karşısında pes etmeyeceğini düşünüyorum ve bu maç için önerim Aalborg lehine çifte şans. Oran ise: 2.55

Marseille - Ajax: İki formda ekibin mücadelesinde Ajax'ın deplasmanda Marseille karşısında birden fazla gol yiyeceğini ve birden fazla gol atacağını düşünmüyorum. Bu yüzden ''kontrollü'' geçmesini beklediğim maçta benim tercihim 2,5 gol altı seçeneği olacak. Alt seçeneğinin oranı ise: 1.55

Bu maçların ışığında iş yine en zor kısma yani kupon oluşturmaya geldi. Benim kupon tercihlerim:

BANKO KUPON:

Hamburg - Galatasaray: 1 (1.65)

Paris Saint Germain - Sporting Braga: 1 (1.55)

Marseille - Ajax: ''ALT'' (1.55)

TOPLAM ORAN: 3.96

NORMAL KUPON:

Hamburg - Galatasaray: 1 (1.65)

Paris Saint Germain - Sporting Braga: 1 (1.55)

Marseille - Ajax: ''ALT'' (1.55)

Dynamo Kiev - Metalist Kharkiv: 0-2 (çifte şans): 1.76

Manchester City - Aalborg: 0-2 (çifte şans): 2.55

TOPLAM ORAN: 17.79

BOMBA KUPON:

Hamburg - Galatasaray: 1 (1.65)

Paris Saint Germain - Sporting Braga: 1 (1.55)

Marseille - Ajax: ''ALT'' (1.55)

Dynamo Kiev - Metalist Kharkiv: 2 (4.25)

Manchester City - Aalborg: 2 (8.00)

TOPLAM ORAN: 134,7

NOT: Son dönemde İdda üzerinden oynadığı hemen her kuponu tutturmayı başaran Tolga kardeşiminde bu akşamki maçlarla alakalı olarak bir tahmin göndermesini rica ediyorum. Herkese bol şans...

Hamburger Zamanı!..

Kadıköy'de oynanacak olan UEFA Kupası finalinin zorlu yolunda Avrupa Kupaları'ndaki tek temsilcimiz olan Galatasaray bu akşam saat 19:00'da Hamburg'ta Nordbank Arena'da Hamburg karşısına çıkıyor. Amaç tabi ki ilk maçtan avantajlı bir skorla ayrılıp, Ali Sami Yen'deki rövanşta turu elde edecek skoru sağlayabilmek.

Haftaiçinde Rusya'nın Zenit Petersburg takımına transferi gerçekleşen Fernando Meira'nın yanında, sakatlıkları devam eden Emre Güngör ve Servet Çetin'den de yoksun olarak sahaya çıkacak Galatasaray'ın muhtemel kadrosu:

Morgan De Santcis
Emre Aşık
Hakan Balta
Volkan Yaman
Sabri Sarıoğlu
Ayhan Akman
Barış Özbek
Harry Kewell
Arda Turan
Cassio Lincoln Soarez
Shabani Nonda

şeklinde. Rakip Hamburg'un ise;

Frank Rost
George Boateng
Alex Sandro da Silva
Joris Mathijsen
Dennis Aogo
Collin Benjamin
Piotr Trochowski
David Jarolim
Marcell Jansen
Ivica Olic
Mladen Petric

ilk onbiriyle sahaya çıkması bekleniyor. Maçın hakemi ise Macaristan Futbol Federasyonu'ndan Victor Kassai olacak.

Galatasaray Round of 32 turuna gelene kadar zorlu ancak bildiğimiz bir yoldan Bordeaux karşısına çıktı. 0-0'lık ilk maçın rövanşında, Ali Sami Yen Stadı'nda 3-1 öne geçip, 3-3'e düşmüş ancak son dakikada atılan golle rakibini mağlup etmeyi başarıp turu geçmişti. Hamburg'un UEFA Kupası serüveni ise 1. turdan başladı. Bu turda Romanya'nın Unirea Urziceni takımıyla eşleşen Hamburg Fırat Aydınus'un yönettiği ilk maçta kendi sahasında rakibiyle 0-0 berabere kalıp taraftarlarını korkuttuktan sonra rövanşta rakibini deplasmanda Mladen Petric'in golleriyle 2-0 yenip UEFA Kupası gruplarına kalma vizesi almayı başardı. Grubundaki ilk maçında deplasmanda Zilina'yı Mladen Petric ve Ivica Olic'in golleriyle 2-1 yenen Hamburg ikinci maçında kendi sahasında karşılaştığı Ajax'a 1-0 mağlup olup 3 puanda kaldı. Üçüncü maçında deplasmanda Slavia Prag'ı Mladen Petric ve Ivica Olic'in golleriyle 2-0 yenen Hamburg gruptaki son maçında kendi sahasında güçlü Aston Villa'yı 3-1 ile devirip tur vizesini 9 puanla almayı başardı. Bu maçta da goller iki Hırvattan yani Ivica Olic(2) ve Mladen Petric'ten geldi. Round of 32'nin ilk maçında NEC Nijmegen'i deplasmanda Trochowski, Alex Silva ve Olic'in golleriyle 3-0 yenen Alman temsilcisi bu maçın rövanşını da kendi sahasında Olic'in golüyle 1-0 kazanıp rahat bir şekilde Galatasaray'ın karşısına çıktı.

Tabloya baktığımızda göze çarpan ilk şey hiç kuşkusuz takımın hücum gücünün Hırvat hücumculardan yani Olic ve Petric'ten geldiği. Bu oyuncular Hamburg'un gol atmayı başardığı tüm maçlarda en az bir en fazla üç gole imza atmışlar ve Hamburg bu oyuncuların gol atmayı başardığı tüm maçları kazanmayı başarmış. Galatasaray'ın şu andaki defans hattını göz önünde bulundurduğumuzda Olic ve Petric'ten gol ya da goller gelmesi çok olası bir ihtimal gibi gözüküyor. İkinci göze çarpan istatistik ise Hamburg'un kendi sahasına nazaran deplasmanlarda çok daha iyi bir performans göstermiş olması. Kendi sahasında Romanya'nın adı sanı bilinmeyen takımı Unirea Urziceni'yi yenemeyen ekip, aynı zamanda UEFA Kupası macerasındaki tek yenilgisini de kendi sahasında Ajax'a karşı almış. Deplasmanlarda oynadığı tüm maçları kazanan Hamburg'un oynadığı 8 maçta yalnızca 1 kez berabere kaldığını ve bu maçların beş tanesini kazandığı görüyoruz.

Bundesliga'da son haftaya lider giren ancak liderliğini aldığı mağlubiyet sonucu Hertha Berlin'e kaptıran ''hamburger''in doğduğu şehrin takımı Hamburg karşısında genel olarak Galatasaray'ın şansını düşük buluyorum. Belki Servet oynayacak olsaydı bir nebze de olsa Nordbank'ta yenecek olası gollerin önünde siper olabilirdi ancak bu görüntü ve Emre Aşık ile Hakan Balta'nın stoperliğinde bu riski ne kadar aza indirgeyebilecekler bunu göreceğiz. Her türlü beraberliğin dahi turu garantiliyemeyeceğini Hamburg'un deplasman performansına bakıp iddia edebilirim. Galatasaray'ın bu turda işi gerçekten çok zor ve maçlar oynanadıktan sonra skor basınımızdan ''Meira'yı neden gönderdiniz?'' eleştirilerinin oluşabileceği güçlü bir rakiple oynayacak Galatasaray.

Her ne kadar olumsuz bir tablo çıkarmış olsam da Galatasaray'ın Avrupa'daki en başarılı Türk takımı olduğunu, marka değerinin Avrupa futbolunda oldukça yüksek olduğunu, sarı kırmızılı takımın Avrupa Kupası maçlarını her zaman bir iki gömlek daha iyi oynadığını avantaj kısmına ekleyebilirim diye tahmin ediyorum. Temsilcimize bu turda başarılar diliyorum...