30 Eylül 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 7. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

1. MAÇ: KAR. KARABÜKSPOR - GALATASARAY (Cuma 20:00)

2. MAÇ: BUCASPOR - ESKİŞEHİRSPOR (Cuma 20:00)

3. MAÇ: MANİSASPOR - KAYSERİSPOR (Cumartesi 15:30)

4. MAÇ: FENERBAHÇE - GENÇLERBİRLİĞİ (Cumartesi 19:00)

5. MAÇ: ANKARAGÜCÜ - KONYASPOR (Cumartesi 19:00)

6. MAÇ: İ.B.ŞEHİR BELEDİYESPOR - BURSASPOR (Pazar 15:30)

7. MAÇ: SİVASSPOR - GAZİANTEPSPOR (Pazar 15:30)

8. MAÇ: M.P ANTALYASPOR - KASIMPAŞA (Pazar 19:00)

9. MAÇ: TRABZONSPOR - BEŞİKTAŞ (Pazar 19:00)

Skor Tahmin Oyunu 6. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

HAKAN DEMİREL: 15

FARUK TURUTOĞLU: 4

MELİH KAZDAĞ: 4

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 3

TOLGA ŞENER: 3

FATİH ÇİMEN : 0 (tahmin yapmadı)

FATİH TURUTOĞLU: 0 (tahmin yapmadı)


GENEL PUAN DURUMU:

FARUK TURUTOĞLU: 97

HAKAN DEMİREL: 72

MELİH KAZDAĞ: 63

TOLGA ŞENER: 60

FATİH ÇİMEN: 57

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 44

FATİH TURUTOĞLU: 42

23 Eylül 2010 Perşembe

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

1. MAÇ: BURSASPOR - BUCASPOR (Cuma 20:00)

2. MAÇ: GENÇLERBİRLİĞİ - ANKARAGÜCÜ (Cumartesi 15:30)

3. MAÇ: BEŞİKTAŞ - M.P ANTALYASPOR (Cumartesi 19:00)

4. MAÇ: ESKİŞEHİRSPOR - GAZİANTEPSPOR (Cumartesi 19:00)

5. MAÇ: KONYASPOR - KAR. KARABÜKSPOR (Pazar 15:30)

6. MAÇ: KAYSERİSPOR - TRABZONSPOR (Pazar 15:30)

7. MAÇ: MANİSASPOR - SİVASSPOR (Pazar 19:00)

8. MAÇ: GALATASARAY - İ. B. ŞEHİR BEL. (Pazar 19:00)

9. MAÇ: KASIMPAŞA - FENERBAHÇE (Pazartesi 20:00)

Marka Değeri

Mersin İdman Yurduspor'un teknik direktörü Yüksel Yeşilova'nın abisi sahaya inip Yeşilova'yı bıçakladığında bir tufan aldı gitti. ''O bıçak tribüne nasıl girer?'' dediler, ''Katlamalı bir tür sustalı, o yüzden fark edilmedi'' diye cevap verildi. Saha ortasında adam öldüreceklerdi, ''münferit olay'' dediler. Saha ortasında adam bıçaklayan adam muhtemelen çok kalmayacaktır ''içeride''. Bıçaklanan teknik direktörlüğe devam edecek, olayın gerçekleştiği kentin valisi, kaymakamı, emniyet müdürü, il spor müdürü vb... gibi adamlar, hiç bir şey olmamış gibi  görevlerine devam edecekler ülkemizin koşullarında. Zaten üç günde unutmuştuk bu olayı. Yani koskocaman profesyonel bir ligde, iki köklü kulübün maçında, bildiğin saha ortasında adam bıçaklama olayını, ''özel bir durum'', ''münferit bir saldırı'' gibi bahanelerle geçiştirdiler. Toplumun önünde ki adamlar, misal Sergen Yalçın bir gün sonra ''Fener takımında sıkıntı var'' dedi, Şansal Büyüka kulaklığından aldığı talimata ''Sefkili Ender'' diye başlayan cümlesiyle mikrofonlarını ''x'' stadyuma bıraktı, Rıdvan Dilmen yine bir futbolcu için, ''İyi niyetli, alıyor, veriyor'' şeklinde cümle kurdu.

Ne zaman birisinin kafası yarılsa, bir kaç tane pet şişeyi sahaya atsa insanlar, ertesi gün marka değerini korumasını gerekenler, en dehşet surat ifadelerini yüzlerine ''takıp'' ahkam kesiyorlar ama ertesi gün konu kapanıyor. Kimse o gün yaşananları hatırlamıyor, herhangi bir önlem ya da yaptırım için bırakın öncü olmayı, olmak isteyenin arkasında bile durmuyor.

Hazır marka değerinden bahsederken, bu değeri korumakla yükümlü olan bir departmandan da bahsedeceğim, Gaziantepspor - Bursaspor maçının tatil edilmesini de bahane ederek. Hakemlerden. Öyle ki, teknik direktör, futbolcu gibi değil hakem. Teknik direktör ve futbolcu o an kazanmak için, istediğini elde etmek, yani kendi başarısı için mücadele ederken, hakem ise sahada ''hakim olan'' olmak durumundadır. Maçı, yani iki tarafın futbolcularını ve teknik ekibi. Bunun içine bana göre taraftar da dahildir zira hakemin verdiği kararlar, çoğu zaman taraftarı olduğu takımın kötü oyunundan çok etkiler tribünü. Gaziantepspor - Bursaspor maçının hakemi Deniz Çoban'ın diğer maçlardan da bildiğimiz gibi ''kireç gibi bir yüzü'' var zaten. Otomatik olarak gergin bir ruh haline sahip gibi duruyor. Herşeyden önce belirteyim, Ömer Erdoğan'ın attığı golde zerre kadar faul yok. Sabaha kadar da olmadığını tartışırım ama tribün gelen bu golden sonra doğal olarak gerilmiş vaziyette. Sahaya atılan bir kaç yabancı cismi, sahanın bir ucundan alıp, öteki ucuna koşturarak dördüncü hakeme vermekte neyin nesi? O nasıl bir ruh halidir anlamak mümkün değil. Zaten kitapta yeri yok. Yani hakemin böyle bir görevi yok. Kamera kayıtları, gözlemciler, dördüncü hakem, saha komiseri ve özel güvenlik güçleri zaten bu tip durumlar için orada. Gerilen tribünün içerisinden çıkan salaklardan birisi, yardımcı hakemin kafasına bir çakmak isabet ettirmeyi başarıyor. Kafası kanayan yardımcı hakem, diğer yardımcı hakem ve Deniz Çoban orta sahaya gelip beklemeye başlıyorlar. Bir dakika bekliyorlar. İki dakika oluyor. Üç dakika... Dört dakika... Neyi bekliyorsun be adam? Eğer yardımcının tedaviye ihtiyacı varsa, tedavisini yaptır, eğer soyunma odasına gideceksen git! Yok hayır şov yapacak illa ki! Beş altı dakika sonra Deniz Çoban yardımcılarını da alıp soyunma odasına gidiyor ve maçı tatil ediyor.

 Her seferinde aynı teraneyi duyuyoruz. ''E evet Fenerbahçe - Galatasaray maçı devam etti ama artık buna dur denmesi gerek''. E o zaman Fenerbahçe - Galatasaray maçını tatil etseydin. Orda da hakemin kafasında kan vardı ve maç daha başlamamıştı. Şimdi Deniz Çoban'ın provakatörlüğünde bir salağın yaptığını tüm camiaya neden mal edelim? Ben Gaziantep'te daha önce buna benzer bir olay yaşandığını hatırlamam. Centilmen bir seyircisi vardır. Sıklıkla oturur, adam gibi maçını izler, takımını destekler, evine gider.

Şiddet yasası falan bilmem ben. Oturup bu olayın şeklini şemalini yorumlarsın. Nasıl başladığını, nasıl geliştiğini ve ne ile sonuçlandığını görürsün, sonra da karar verirsin. Aklın yolu birdir. Bu maç kaldığı yerden devam etmelidir. Deniz Çoban'da alabileceği en büyük cezayı almalıdır bu maçı kendisine oyuncak ettiği için!

22 Eylül 2010 Çarşamba

Skor Tahmin Oyunu 5. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

HAKAN DEMİREL: 24

FATİH TURUTOĞLU: 22

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 15

MELİH KAZDAĞ: 14

FATİH ÇİMEN: 13

TOLGA ŞENER: 13

FARUK TURUTOĞLU: 3


GENEL PUAN DURUMU:

FARUK TURUTOĞLU: 93

MELİH KAZDAĞ: 59

FATİH ÇİMEN: 57

HAKAN DEMİREL: 57

TOLGA ŞENER: 57

FATİH TURUTOĞLU: 42

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 41

20 Eylül 2010 Pazartesi

Biraz da Gülelim :)

Özlenen Trabzonspor!

Sivasspor maçını 6-1 kazanmıştı Trabzonspor, Manisaspor maçına çıkmadan önce. Teofilo, Umut, Yattara ve Jaja ile birlikte, Colman ve Selçuk'u da hesaba katarsak, hücum yönü ağır basan 6 oyuncuyu birden sahaya süren Şenol Güneş, bunun karşılığını Sivasspor maçında 6 gol ile almıştı ancak Manisaspor maçında aynı kadroyu sahaya sürerken, geçen sezonun gol kralı Ariza Makukula'yı hesaba katmamıştı.

Manisaspor bu maça gelene kadar dört maçını da kaybetmiş, hafta içinde de Hakan Kutlu ile yollarını ayırıp, Hikmet Karaman'a ''Gel bizi kurtar!'' demişti. Hikmet Karaman enteresan bir adam. Football Manager oynayanlar bilir. Misal Lionel Messi'nin üzerine gelip sağ tuş yaptığınız zaman çıkan seçeneklerden birisi ''Create Search Screen From Messi'' olur. Messi 'nin özelliklerine yakın oyuncular bulmaya çalışırsınız bu ekranda. Gerçek hayatta böyle bir buton olsa ve Fatih Terim'in üzerine gelip sağ tuş yapsanız ve bu fonksiyonu kullansanız karşısınıza Hikmet Karaman çıkar işte. Hakan Kutlu'nun yerine gelmeyi de iyice sevdi. Hatırlarsanız bir iki sezondur Ankaragücü'nü bir Hakan Kutlu, bir Hikmet Karaman çalıştırırdı. Şimdi bu rolü Manisaspor'da devam ettirdi ikili. Hikmet Karaman'ın takımın başına geçtiği birkaç günde yapabileceği pek fazla birşey yoktu. Tabi ki en iyi bildiği işi yapıp takımını motive etti ve takımı sahaya bu anlamda biraz daha güçlü çıkardı. Aşağı yukarı tüm Türkiye'nin hem fikir olduğu gibi ligin en iyi ''takımı'' görüntüsünde olan Trabzonspor maça öyle baş döndürücü bir pas trafiği ile başladı ki, onuncu dakikada topla oynama istatistiği %79'a, %21 oldu. O arada Yattara'nın kullandığı akıl dolu köşe atışını Selçuk İnan filelerle buluşturunca Trabzonspor için yine farklı bir galibiyetin kapısı açıldı. Kırkıncı dakikaya kadar Trabzonspor'un ''göze hoş gelen futbolunu'' ve başta Teofilo olmak üzere kaçırdığı golleri izledik. Arada Manisaspor topla hızlı çıkıp, özellikle Isaac ve Makukula ile gol sinyallerini veriyor ancak oyun sistematik bir şekilde devam ediyordu. Dakikalar kırkı gösterirken, Makukula yine olması gereken yerde olup, topu Trabzonspor filelerine gönderdi ve skora eşitliği getirdi. Trabzonspor için en kötü senaryo kalan dakikalarda bir gol daha yemekti ve bu da Simpson'un ayağından Onur'un da hatasıyla gerçekleşti ve herşey iyi giderken gelen iki golle Trabzonspor bir anda devreye yenik girdi. Şenol Güneş bana göre ilk hatasını burada yaptı ve ''panik'' bir şekilde iyi oynayan Jaja'yı kenara çekip, elindeki son kozu olan Alanzinho'yu sahaya sürdü. Ha tabi ki bu da bir tercihtir ve saygı duyulması gerekir. Daha çok boş alanda dripling yeteneği olan Alanzinho, dirençli rakip karşısında etkili olamazken, bize göre koz olmayan ancak Şenol Güneş'in etkili silahları arasında gördüğü Burak Yılmaz'da Yattara'nın yerine oyuna dahil oldu. Tabi ki Burak Yılmaz'ın girişiyle Trabzonspor'un nispeten Yattara sayesinde kullanabildiği sağ kanat tamamen felç oldu. Solda zaten maçın başından beri işler bir halde olmayınca, ataklar tıkandı kaldı. Makukula'nın mükemmel golüyle farkı ikiye çıkaran Manisaspor, hem de geriye düştüğü maçta Avni Aker'de Trabzonspor'u 3-1 yenmeyi başardı.

Onur Trabzonspor kariyeri boyunca ilk kez kalesinde bir maçta üç gol gördü. Birinci ve üçüncü golde, yani Makukula'nın usta işi vuruşlarında yapabileceği pek fazla birşey yoktu genç kalecinin ancak ikinci golü çıkarabilirdi. Giray, Glowacki'yi aratacağını gösterdi zira bir çok kademe hatasının yanında, birkaç kez de gereksiz topla oynama sevdası yüzünden top kaybetti. Umut, Touluouse işi gerçekleşmedikten sonra oynadığı maçlarda sahada hayalet gibi gezmeye başladı ve ''futbolcu istiyorsa göndereceksin'' tezini pekiştirdi. Şenol Güneş kendisini ve Jaja'yı kazanmak için 3 puanı feda etti diyebiliriz bu hafta. Hazır Jaja'dan bahsetmişken, ne kadar yetenekli bir futbolcu olduğunu görebildiğimi söylemek isterim ancak Jaja'nın oynadığı mevki kendi mevkisi değil gibi duruyor. Fizikli, boylu poslu adamdan ''AMC'' olmaz. Zaten Jaja'nın surat ifadesi de eğer hep böyle olmayacaksa pek bir sıkıntılı gözüküyor. Colman, takımın hücumcu sayısı fazlalaşınca biraz daha geriye yaslanarak oynamaya başladı ve bu takım için pek iyi değil. Selçuk ile ilgili ayrı bir paragraf açacağım, o yüzden şimdilik kendisine dokunmuyorum. Teofilo'ya Jardel yakıştırması yapmıştık ama ilk yarıda kaçırdığı iki golü Jardel affetmezdi. Yattara'nın verdiği iki pasta olağanüstü güzeldi ancak Teofilo bu pasları asiste çeviremedi. Serkan Balcı'nın yaptığı bindirmelerin onda birini Ferhat yapamadı. Bu çocuğun ciddi bir özgüven sorunu var kazanılmak isteniyorsa oynamaya devam etmesi gerek ancak adım gibi biliyorum fatura O'na kesilecek ve haftaya Cale formasını geriye alacak. Engin Baytar'ın iyileşip, takıma girmesi şart oldu. Bunun dışında Ceyhun Gülselam olmadan sahaya çıkan Trabzonspor, çıktığı her maçta büyük dezavantaj yaşar benden söylemesi. Savunması yumuşak orta sahada Barış Ataş ile birlikte ''ısırgan'' olabilecek iki adamdan birisi Ceyhun ve Barış'ın on misli daha teknik ve akıllı.

Selçuk İnan'ın performansı fena değildi. Elinden geleni yapmaya çalıştı ancak takıldığım bir nokta var. Geçen hafta Sivasspor'a frikikten golü atan Yattara'nın, hem de ''takım kaptanı'' Yattara'nın elinden topu alıpta, eliyle ''uzaklaş burdan'' işareti yapıp, frikiği kullanmanın anlamı nedir? Yıllardır söylüyorum; penaltı, korner, frikik, ceza sahasına orta yapmaya müsait direkt vuruşlar gibi bütün topları eğer sahadaysa Yattara'nın kullanması gerekir. Zaten nadir frikik kullanıyor ama Malatyaspor'a, Apoel Nicosia'ya ve Sivasspor'a attığı frikik golleri hep ince ayar. Herşeyi geçtim, adam takım kaptanı ve sekizinci yılını oynuyor Trabzonspor'da, daha geçen hafta frikikten golünü atmış, o hareket nedir Selçuk? Ah ben senin hocan olacaktım ki! O saçları da ya kestir, ya bandana tak bişey yap, benden söylemesi. Yoksa bir iki mağlubiyetten sonra fatura saçlarına kesilebilir! Tabi unutmadan eklemem lazım, Yattara'da kornerleri o kadar kötü kullandıki bu maç, hayret ettim, zeminden olduğunu düşünüyorum.

Ha bir de, unutmadan, Makukula'dan bahsetmemek olmaz. 2,5 milyon euro maliyetli bu gol makinesini sezon başında Kayserispor, Trabzonspor ve Beşiktaş'ta istemişti. Yani Trabzonspor ve Kayserispor'un bayağı bir uğraştığını biliyorum da, Beşiktaş ne kadar istedi bilemeyeceğim. Makukula maliyet yüzünden alınmadı ve yerine 4,5 milyon euroya Jaja getirildi! Aksi gibi Sadri Şener Makukula için, ''Manisaspor'a gittiğine göre, almamakla doğru bir karar vermişiz'' gibi inanılmaz talihsiz ve kendisine yakışmayan bir açıklama yapıp, futbolcuyu iyice hırslandırdı. Özellikle takımının üçüncü, kendisinin ikinci golünü Sadri Şener'e armağan ediyorum! Maçtan sonra da Makukula ''Başkan böyle söylemişti, şimdi anlamıştır vaziyeti'' mealinden laflar edip, ''taşı gediğine koydu''. Tabi burada da çift taraflı düşünmek lazım yine. Belki de transferin son günü Benfica ''elde kalmasın'' hesabı, Manisaspor'a gönderdi kendisini. Yani Manisaspor'a çekilen fiyat, diğer takımlara çekilmemiş olabilir.

Neyse nihayetinde özlediğimiz Trabzonspor'u görmek bizi mutlu etti! 2010 yılında bu stadyumda hiç mağlup olmamıştık ve ''allah allah'' demeye başlamıştık ki, en olmadık zamanda, en olmadık takıma, en olmadık şekilde (öne geçip), kaybederek, bir takım alışkanlıkların öyle kolay kolay değişmeyeceğini gösterdik. Bu yenilginin şimdiden gelmesi iyi oldu aslında gerekli dersler çıkarıldıysa. Sivasspor maçında bir rüya gördük, Manisaspor maçında uyandık. Umut yedeğe, Ceyhun sahaya, Colman ya da Selçuk yedeğe, Engin Baytar sahaya! Haydi uşaklar!

Şiş, Kebap...

Saygı duruşu, adı üstünde saygı duruşudur ama saygının ne olduğunu bilmeyen adamlar için bu ''duruşu'' göstermek, ''Beşiktaşlılık duruşunun'' profiline terstir. Onlar saygı duruşunda küfür etmeyi tercih ederler. Yazıklar olsun size!

Fenerbahçe'nin Beşiktaş'a göre kazanmaya ''daha muhtaç'' olduğu bir karşılaşmaydı. Beşiktaş'ta esen tatlı rüzgarlarla ters orantılı sert rüzgarların estiği Fenerbahçe'de, Aykut Kocaman'ın kredisi yavaş yavaş biterken, Schuster'in Beşiktaş'ı ise göze hoş gelen hücum futbolunun yanında kazanmayı da bilen ve taraftarına güven veren temposuyla maçtan önce favori olan taraftı hiç kuşkusuz. Stoch'un kulübeye çekildiği Fenerbahçe'de Andre Santos bir kaç maçlık aranın ardından yeniden onbire merhaba demiş vaziyetteydi. Kontenjan piyangosu bu kez ''gamsız'' Christian'a vurmuştu. Mehmet Topuz, Emre'ye partnerlik ederken, Issiar Dia şöyle ilk kez gerçek bir güç denemesi maçında onbirde sahadaydı. Beşiktaş'ta Köybaşı sol tarafı savunurken, çabukluğuna güvenilen Üzülmez sağ tarafı kollamaya gitmişti. Aurelio onbirde eski takımına karşı sahaya çıkarken, Ernst'in yanında sağlam bir ''ön savunma hattı'' oluşturmuştu. Guti, Quaresma ikilisi ile rakibini sallamaya niyetli olan Beşiktaş'ın en ilerisinde ise Bobo'nun yerine Nobre tercihi vardı.



Hemen baştan söyleyeyim: Şayet Guti sahadaysa Bobo'da mutlaka olmalı. Guti'nin oyun felsefesiyle Nobre'nin ki, kesinlikle bağdaşmıyor. Nobre öyle aralara koşu falan yapacak bir adam değil. Bobo ise aksine koşu yapmayı seven, boşlukları gören kurnaz bir forvet. ''Finishing'' özelliği de Nobre'ye göre bir kaç kat daha iyi. Maçın başlamasıyla birlikte Beşiktaş'ın belli bir top hakimiyeti oluştu aslında. Orta sahadaki pas trafiği içerisinde zaman zaman Quaresma ya da Nihat'a pozisyon hazırlamaya çalıştılar ancak işin ilginç tarafı pozisyonları bulan taraf sıklıkla Fenerbahçe oldu. İsmail Köybaşı'nın toptan süratli gittiği ve dengesini sağlayamadığı için kaçırdığı pozisyonun ardından Fenerbahçe belli bir üstünlük kurdu ve ciddi pozisyonlar üretmeye başladı. Bu pozisyonların birinde de eski Marsilya kaptanı Mamadou Niang bir tür ''Semih Şentürk golü'' attı ve Fenerbahçe skor üstünlüğünü eline geçirmeyi başardı. Golden sonra devre sonuna kadar Fenerbahçe farkı arttıracak pozisyonları sıklıkla buldu. İki kez Niang, iki kez Dia, iki kez de Beşiktaş maçlarına bayılan Kaptan Alex de Souza ciddi gol pozisyonlarını gole çeviremedi ve devre 1-0 sona erdi.

Bana göre maçın kırılma anı Emre'nin sakatlığı oldu. O ana kadar, Fenerbahçe'yi çekip çeviren, pres yapan, top kazanan ve rakip orta sahaya direnen Emre Belözoğlu sakatlık yüzünden ikinci devreye çıkamayınca, ibre bir anda Beşiktaş'a döndü. Her ne kadar Bilica'ya kızsakta, Brezilyalı oyuncu dün sahanın en başarılı oyuncularından birisi oldu. Havadan gelen hemen hemen tüm topları kesmeyi başardı, pek fazla kademe hatası yapmadı ve zaman zaman topu gerçekten çok iyi oyuna soktu. Yine de Quaresma'nın aynı pozisyonda iki kez yaptığı ciddi yoklamalar gol olsa Beşiktaş maçı kazanacak kıvama gelebilirdi. Belirtmeden geçmeyeyim; Quaresma'nın dönen topa ikinci kez vurmak için yattığı vole nasıl estetik geldi gözüme anlatamam. Top filelerle buluşsa uzun yıllar unutulmayacak bir gol olacaktı.

Fizik gücü yerlerde gezen Fenerbahçe, yavaş yavaş kapanıp, skoru koruma telaşına düşünce, pozisyon bulmakta zorlanan Beşiktaş, rakibin üzerine iyice gitmeye başladı. İşin enteresan tarafı, üç gün önce yorucu bir maç oynayan Beşiktaş'ın son dakikalara Fenerbahçe'ye oranla daha diri girmesiydi. Aykut Kocaman'ın çözmesi gereken en büyük sorun takımın fizik gücü bence. 86'da Bobo çok profesyonel bir penaltı kazandı. Volkan genelinde iyi bir maç çıkardı ama penaltı pozisyonunda bana göre acemilik etti. O tecrübede bir kalecinin, o pozisyonda zamanlama hatası yapması, arkasından kontrolsüz girişi ve eli yerine savunma oyuncusu gibi ayağıyla müdahele etmesi penaltının oluşumunu hazırladı. Zaten Bobo topu dürttüğü anda, sağ ayağının ucunu yere sürtüp, kendisini bırakma operasyonuna başlamıştı. Volkan ayağı yerine elini kullansa, belki bu penaltıya sebebiyet vermeyebilirdi. Gerçi anlık kararlardan bahsediyoruz, bütün maçı da Volkan'ın üzerine yıkmamak gerek ama hep söylüyorum, Volkan'ın özellikle kendi soluna giden toplar, rakipler vs... gibi etkenlere refleksleri bir hayli zayıf.

Guti'nin penaltı golünden sonra iki takımda bilinçaltında beraberliğe razı oldu. Neticede bu skorla ne şiş yanacaktı ne kebap. Keza son düdük çaldığında iki takımda birer puanı paylaştı ancak 90 dakika sonunda Beşiktaş, Fenerbahçe'ye göre kötünün iyisi bir futbol ortaya koyup, skor olarakta nispeten iyi bir sonuç almayı başardı.

Maçın hakemi Cüneyt Çakır, sonuca etki edecek bir hata yapmasa da, genel olarak pek iyi bir maç çıkaramadı. Bana göre takdir haklarını biraz daha Beşiktaş'tan yana kullandı ama en azından eyyam yapmadı. Ayrıca Volkan Demirel'in maçtan sonra ''O'nun nasıl bir hakem olduğunu herkes biliyor'' gibi talihsiz bir açıklaması oldu kendisine karşı. Televizyonun karşısında ''Aman Volkan, yapma Volkan...'' dedim izlerken.

16 Eylül 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 5. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

1. MAÇ: TRABZONSPOR - MANİSASPOR (Cuma 20:00)

2. MAÇ: ANKARAGÜCÜ - KASIMPAŞA (Cumartesi 18:00)

3. MAÇ: SİVASSPOR - ESKİŞEHİRSPOR (Cumartesi 18:00)

4. MAÇ: BUCASPOR - GALATASARAY (Cumartesi 20:30)

5. MAÇ: M.P ANTALYASPOR - KAYSERİSPOR (Cumartesi 20:30)

6. MAÇ: KAR. KARABÜKSPOR - GENÇLERBİRLİĞİ (Pazar 18:00)

7. MAÇ: FENERBAHÇE - BEŞİKTAŞ (Pazar 20:00)

8. MAÇ: İ. B.ŞEHİR BELEDİYESPOR - KONYASPOR (Pazar 20:30)

9. MAÇ: GAZİANTEPSPOR - BURSASPOR (Pazartesi 20:00)

Kocaman Bir Sıkıntı

Aykut Kocaman Türk futbolunun içerisinde çok sevdiğim, değer verdiğim adam gibi adamlardandır bana göre. Ne zaman ne yapacağını, ne söyleceğini iyi bilen, efendi, aklı başında ve 5N1K kuralını iyi uygulayan birisidir ama kendisiyle ilgili dürüstçe birkaç şey söylemek isterim:

Sportif direktör olarak kulüpte göreve başladığından itibaren Daum ile arasındaki buzları bir türlü eritemedi Aykut Hoca. Sezon boyunca ikili arasındaki soğuk savaş kimi zaman kamera önünde, kimi zamanda kamera arkasında devam etti ancak buna rağmen takım bir şekilde son haftaya lider girmeyi başardı. Trabzonspor beraberliğinden sonra Bursaspor'a kaptırılan şampiyonluk ile birlikte Daum'un kafası koparıldı. Bu noktada Aykut Kocaman'ın (özellikle Daum ile arası açıkken) Fenerbahçe'nin başına getirilişi şık durmadı. Profesyonellik olarak son derece normal bir durum ancak Aykut Kocaman mizacındaki bir adamın bu görevi daha etik bir şekilde devralması gerekiyordu. Netice itibariyle tek gol fark ile şampiyonluk kaybedilmese Daum şu an görevinin başında olacaktı ancak Kocaman'ın akıbeti belli olmayacaktı.

Teknik direktör olduktan sonra Kocaman'ın bir devrim peşinde koşacağını sananlar ise dört adet Avrupa ve dört adet lig maçından sonra büyük hayal kırıklığına uğramış olmalılar. Takımın Aykut'a karşı bir ''alerjisi'' olduğu kesin. En son yapması gereken şeyi en başta yaptı Aykut Kocaman. Alex ile soğuk savaş başlattı ve ''eski efsane'' ile ''yeni efsanenin'' savaşını taraftar tedirgin bir şekilde takip etti. Kocaman iyi işler yaptı. Deivid, Ali Bilgin, Deniz Barış, Önder Turacı gibi adamlarla yollarını ayırdı ve Stoch ile Dia gibi iki tane gelecek vaad eden oyuncuyu takıma kazandırdı. İlhan Eker ve Caner Erkin gibi iki potansiyel yıldızı transfer etti ve sonunda Niang gibi 4-3-3'ün ideal forvetini takıma kattı. Yobo transferi Bilica'dan duyulan endişe ile gerçekleştirildi ve son derece isabetli bir transfer bana göre. Ayrıca Mert Günok ve Okan Alkan gibi gençlerin önü de yine Aykut Kocaman döneminde açıldı.

Aykut Kocaman ile ilgili ''taktiksel bir değerlendirmeye geçmeden önce takım kadrosunu incelemekte fayda var. Türk milli takımının kalecisi Volkan Demirel, yedeği Serkan Kırıntılı ve üçüncü kaleci Mert Günok bence yüzeysel olarak ''statü icabı'' gayet güzel duruyorlar. Gökhan Gönül ve Okan Alkan'ın savunduğu sağ kanat ile Andre Santos ve Caner Erkin'in savunduğu sol kanat ve Lugano, Yobo, İlhan Eker, Bilica dörtlüsünün sezon boyu bulunacağı stoper bölgesiyle birlikte Fenerbahçe savunması gayet makul gözüküyor. Bana göre Fenerbahçe'nin en sorunlu bölgesi olarak gözüken orta sahasının defansif kısmında en iyi alternatif Emre Belözoğlu. Christian ve Selçuk o bölge için yetersiz oyuncular. Orta sahanın sağı ve solu için bir sürü alternatifi var Aykut Kocaman'ın. Miroslav Stoch, Issiar Dia, Mehmet Topuz, Özer Hurmacı, iyileştiğinde Uğur Boral, hatta Colin Kazım vs... Sol kanat için Caner Erkin dahi gayet kabul edilebilir bir alternatif iken, sağ kanatta Gökhan Gönül ve Okan Alkan ikilisi dahi düşünülebilir. Alex de Souza zaten bu takımın kaptanı ve alternatifsiz bir şekilde ''10 numara'' mevkiinde forma giyiyor. Forvette Marsilya'nın takım kaptanıyken transfer edilen Mamadou Niang'ı iki eski Süper Lig gol kralı Semih Şentürk ve Gökhan Ünal yedekliyor.

Aykut Kocaman'ın takımı 4-3-3 oynatmak gibi bir hedefinin olduğundan bahsediliyor. Hatta sırf bu yüzden Dia ve Stoch'un kenarlara takviye edildiği ve Niang'ın da bu sistemin forveti olduğu için alındığı söyleniyor. Zaten uzun süre peşinde koşulan Gyan Asamoah'ta üç aşağı beş yukarı Niang tarzı bir forvetti. Dolayısıyla Fenerbahçe'nin elindeki malzemeyle sahaya çıkabileceği takım ortalama şu şekilde olabilir:

Volkan Demirel
Diego Lugano
Joseph Yobo
Gökhan Gönül
Caner Erkin
Christian Baroni
Emre Belözoğlu
Mehmet Topuz
Issiar Dia
Miroslav Stoch
Mamadou Niang

Bu şekil aslında 4-3-3'e ideal bir diziliş olabilir. Emre, Topuz ve Christian çok koşarak orta sahayı domine edecekler, Stoch ve Dia ile kanatlardan bindirip, Niang ile vuracaklar çok basitçe. Ancak Aykut Kocaman'ın bu sisteminde takım kaptanı Alex de Souza'ya yer olmuyor. 6 yıldır Alex ile oynayan Fenerbahçe bu sisteme alışamıyor, uyum sağlayamıyor. Zaman zaman bu prensipten vazgeçen Aykut Hoca ise eskisi gibi 4-4-1-1 şeklinde sahaya çıkıp, yine takımı Alex'e emanet ediyor. Aykut Kocaman'ın uygulamak istediği düzende Alex olmayınca soğuk savaş meydana geliyor ve Aykut Hoca sistem yerleştirmeden önce bu sorunlarla uğraşmak durumunda kalıyor.

Fenerbahçe bu sezon toplam 8 resmi maça çıktı. 2 galibiyet 2 beraberlik ve 4 mağlubiyetlik son derece kötü bir tablo var ortada. Young Boys, PAOK, Trabzonspor ve Kayserispor, Fenerbahçe'yi mağlup etmiş, PAOK ve Young Boys'ta birer kere berabere kalmış. Fenerbahçe'nin yendiği iki takım ise Antalyaspor ile Manisaspor. Tablo vasat bir alt sıra takımının tablosu. Kadro bana göre standartlara göre başarı için yeterli ancak oynanan futbolun umut verdiğini söylemek güç. Belli ki başka sıkıntılar var, başka ''durumlar'' var.

Ben Aykut Kocaman'ın sezon başından itibaren çok başarılı olacağını düşünmüştüm ama açıkçası oyuncularla olan kan bağı uyuşmadı hocanın bana göre. Güney Amerikalıların bir tavır içinde olduğuna eminim. Christian çok iyi bir futbolcu değil ama bu kadar da kötü değildi. Bu kadar umursamaz değildi. Bilica zaten Fenerbahçe gibi büyük bir kulübe yakışmayan bir futbolcu ancak bildiğim kadarıyla Aykut Kocaman'ın ısrarı ile takımda tutulmuş. Stoch daha genç ve devamlılığı yok, oyun içerisinde saman alevi gibi performans gösteriyor. Niang belli bir uyum aşamasından geçiyor. Semih ve Gökhan Ünal mutsuz. Özetleyecek olursak, takım rahatsız, futbolcuların çoğu Kocaman ile anlaşamadı ve idmanlarda da gereken hassasiyeti göstermiyorlar. Mehmet Demirkol'un bir aydır bangır bangır bağırdığı gibi takımın fizik gücü yerlerde geziyor. İdmanda iyi çalışmazsan, maçta beynin ayaklarına hükmedemez.

Fenerbahçe'nin sıkıntısı düşünüldüğünden büyük olabilir ve tedavisi tek bir adamın değişimiyle gerçekleşebilir. Açık söyleyeyim ben sezon içinde hoca değiştirilmesine müthiş karşıyım ama Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'de görüntü itibariyle başarılı olması çok ama çok zor. Umarım ileride gereken tempoyu yakalar sarı lacivertliler ve Aykut Kocaman bu yazdıklarımı bana yedirir ama dediğim gibi çok zor.

Son olarak bir soru soracağım: Şayet Fenerbahçe Christoph Daum ile devam etseydi şu anki durumdan daha mi iyi olurdu, daha mı kötü olurdu yoksa, aynı durum Daum için de geçerli olur muydu?

Şahsi cevabım: Avrupa Kupalarına devam ederdi. Ligde 2 mağlubiyet almazdı ve daha oturmuş bir takım kurardı şimdiye karar ama dostların da cevabını merak etmekteyim.

12 Dev Adam'ın Primi...

Şimdiye kadar bir ülke tarafından, bir takıma veya sporcuya verilen en büyük primin sahibi oldu dünya ikincisi basketbol milli takımımız. 38 milyon TL'lik çeki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden alan Turgay Demirel, bir polemiği de başlatmış oldu tabi ki adam başı verilen 1.5 milyon liralık ikramiye ile birlikte.

Öncelikle belirteyim, Barış Ermiş, Cenk Akyol falan gibi adamlar bu parayı bir yılda kazanmıyor. Özellikle Engin Atsür'ün ağır sakatlığı sonrasında kadroya çağrılan ve sadece ''garbage time''ların adamı olan Barış tamamen bir ikramiyenin üstüne konmuş oldu. Birinci olan A.B.D'nin primi henüz belli değil ama üçüncü ve dördüncü olan Litvanya ile Sırbistan'ın primleri adam başı 4500'er euro. Bizimkilerin aldığı paranın yanında tabi ki onların aldığı primler devede kulak dahi kalamıyor.

Bu kadar prim verilmeli miydi? Bence verilmemeliydi. Tabi ki 4500'er euro bizim oyuncuları kesmez ama 1,5 milyon lira da işi ''Ali Sami'' boyutuna getirmiyor değil.

Bu arada şu meşhur ''maddi manevi'' konusuna değinmeden de geçemeyeceğim. Takım kaptanı Hidayet Türkoğlu hem Slovenya, hem de Sırbistan maçlarının ardından canlı yayınlarda iki kez bu konuyu gündeme getirince ihale biraz da O'na kalmış oldu. Ben başta takım arkadaşlarının, hatta Orhun Ene, Harun Erdenay gibi adamların dahi Hido'ya bu konuyu gündeme getirmesini söylediğini bile düşünüyorum. Yoksa daha geçen sezon 5 yıl karşılığında 54 milyon dolarlık dev bir kontrata imza atan Hido takımın içerisinde bu konuyu gündeme getirecek son adam. İki konuşmasında da ''bu gençler herşeyi hakediyor'' tümcesini özellikle belirtti. İyice ayrıntıya inersek, Sırbistan maçından sonra ''geçen günde söylemiştim'' deyip arkasındaki Sinan Güler'e bakıp ''yine söyleyeyim mi?'' deyince Sinan'ın  ''söyle söyle'' cevabını da unutmayalım. Takım istedi, Hido'da yaptı bence. Hepsi bu.

Bu prim konusu her başarıdan sonra gündeme geliyor. Milli futbolcuların ''jeep'' davasını falan unutmadık daha. Bu konuyla ilgili bir genelge olsa, Fransa Açık'ı kazanacak tenisçimiz de, Tiger Woods'u devirecek golfçümüz de, Paris - Dakar rallisine katılacak olan pilotumuzda ne kazanacağını bilse fena olmaz bence. Referandumdaki maddelere keşke bunu da ''dayatsaymışız''. Aradan çıkarırdık!

14 Eylül 2010 Salı

Rüya Gibi...

Her 12 Dev Adam yazımda belirtiyorum bunu ama gerçekten de Polonya'daki hazırlık kampından dönüşte takımın hali pek bir içler acısı gelmişti bana. Sonrasında gelişen akıl almaz sürecin sonunda kendimizi 12 Eylül akşamı ''Alemin Kralı'' A.B.D karşısında final oynarken bulduk.

Finale kadar gelişen süreç aslında hep yapmamız gereken şeylerden oluşuyordu. Savunma dozajının sertliğini öyle bir ayarladı ki takım, Çin karşısında yalnızca 40 sayı yediler ki tam 54 yıl sonra bir dünya şampiyonasında bir takım 41 sayıyı bulamadı. Grubun en önemli iki maçı Rusya ve Yunanistan maçlarıydı ve iki maçı da yine savunma performanslarıyla kazandık. Rusya maçında Kerem Gönlüm sorumluluk alarak takımı diri tutarken, Yunanistan maçının yıldızı Ersan İlyasova oldu. Bir sonraki Porto Riko maçı Milli Takım'ın grupta en zorlandığı karşılaşma oldu ama üçüncü çeyreğin ortalarında 10 sayı geriye düşen takımın maçı kazanacağından da bir hayli emindim. Zaten son topa bıraktığımız tek grup maçı da Porto Riko maçı oldu. Gruptan 5 galibiyetle hasarsız çıkılınca otomatikman hem özgüven hem de moral tavan yaptı ve vites kendiliğinden yükseldi. Fransa maçı da bu paralelde daha hava atışından birkaç dakika sonra bitti. Fransa ne yaparsa yapsın direnemeyeceğini herhalde ilk çeyreğin sonunda anlamıştır. Slovenya bizi ürküten bir rakipti ancak o maçta daha ilk çeyrekte bitti hatta bir ara fark 28 sayılara falan çıktı. Sırbistan maçı bizim takımın finali oldu aslında. Objektif olmak gerekirse, daha iyi oynayan, daha organize olan taraf Sırbistan'dı ama bu kez de Kerem Tunçeri'nin bireysel yeteneği ortaya çıktı. Son çeyrekte 10 sayı attı ki, son sayısı zaten 0.5 saniye kala gelmişti ve Sırpların ipini çekmişti. Finale çıkınca mental olarak büyük bir rahatlama geldi takıma. Genç A.B.D takımına karşı oyunun hiç bir anında direnemedik. Savunma dozajını sertleştirdiklerinde potaya bakamadık ve neticesinde ''rahat'' bir mağlubiyet aldık.

Tanjevic bir anda kahraman oldu bu turnuvanın sonunda. Özür dileyen dileyene kendisinden. Ben kendi adıma özür falan dilemeyeceğim. Hatta bu kadar basit olması gereken birşeyi bu kadar zorlaştırmasına gerek de yoktu. Neticede ne Fransa, ne Slovenya, ne de Sırbistan buraya as kadrolarını getirmişti. Sırbistan'ın elediği İspanya dahi on kaplan gücündeki Pau Gasol'den yoksun çıktı maçlara. Ben bu takımın Hidayet olmadan neler yapabileceğini hesaplayamıyorum. Daha Hidayet'in yerine Hidayet ayarını bırak, yarısında bile bir adam yetiştiremedik. Tunçeri, Hidayet ve Gönlüm'ü dışarı attığımızda geriye kalan oyuncular en az dört beş turnuva daha oynayabilecek yaştalar. Pota altımız çok genç ve Semih ve Aşık'ı şimdiden NBA'ye gönderdik. Oradaki idmanlarla çok daha gelişkin oyuncular olurlar, inşallah süre de alırlar ama benim asıl takıldığım konu bir türlü bir tarz geliştirememiş olmamız. Yani hep bir kaos basketbolu, hep bir anlık başarı peşindeyiz. Son üç Dünya Şampiyonası'nda belirgin bir yükseliş var kabul ediyorum. dokuzunculuktan, altıncılığa oradan da ikinciliğe geldik. Bir Sırbistan, bir İspanya ve bir de A.B.D şampiyonlukları gördük bu süreçte. Hep 2010'a hazırlanıyoruz diyorduk ama bence ikinciliğe rağmen ortada hiç bir hazırlığın olmadığını gördük.

Herkes rüyadan bahsetti ben de işin eksi yönlerini ele alayım dedim biraz. Yoksa bu turnuvada ikinci olan takım önümüzdeki Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final bile göremezse Ezel'de ki Ali gibi ''Noluyo lan?'' demeyelim. Takımımız bir ''ritim ve kaos'' takımı maalesef. Galip gelirken ezip geçiyoruz ama mağlup olurken de direnemiyoruz. Hidayet'in en az 2 turnuva daha yanımızda olması gerekiyor bence. Hem abilik yapmaya devam etsin, hem de takımın dişlileri biraz daha otursun. Maddi, manevi, her türlü yani!..

Skor Tahmin Oyunu 4. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

FARUK TURUTOĞLU: 27

HAKAN DEMİREL: 14

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 14

FATİH ÇİMEN: 4

MELİH KAZDAĞ: 3

TOLGA ŞENER: 2

FATİH TURUTOĞLU: 0 (Tahmin Yapmadı)

NOT: Geçen hafta ısrarla tahmini gönderdiğini söyleyen ancak tahminine ulaşamadığım Fatih Çimen kardeşimin tahminin ''spam'' olarak geldiğini ancak bu hafta keşfedebildim. Geçen haftadan kazandığı 13 puanı da bu hafta genel puanına ekliyorum. Bilginize...

GENEL PUAN DURUMU:

FARUK TURUTOĞLU: 90

MELİH KAZDAĞ: 45

FATİH ÇİMEN: 44

TOLGA ŞENER: 44

HAKAN DEMİREL: 33

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 26

FATİH TURUTOĞLU: 20

7 Eylül 2010 Salı

Skor Tahmin Oyunu 4. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

1. MAÇ: BURSASPOR - ESKİŞEHİRSPOR (Cuma 20:00)

2. MAÇ: KONYASPOR - BUCASPOR (Cumartesi 19:00)

3. MAÇ: KAYSERİSPOR - FENERBAHÇE (Cumartesi 19:00)

4. MAÇ: MANİSASPOR - M.P ANTALYASPOR (Cumartesi 21:30)

5. MAÇ: BEŞİKTAŞ - ANKARAGÜCÜ (Cumartesi 21:30)

6. MAÇ: TRABZONSPOR - SİVASSPOR (Salı 19:00)

7. MAÇ: KASIMPAŞA - KAR. KARABÜKSPOR (Salı 19:00)

8. MAÇ: GENÇLERBİRLİĞİ - İSTANBUL B.ŞEHİR BEL. (Salı 21:30)

9. MAÇ: GALATASARAY - GAZİANTEPSPOR (Salı 21:30)

Türkiye - Belçika

Ne zaman A Milli Takım Belçika ile bir maç yapacak olsa aklıma istisnasız İlker Yasin gelir. Emil Mpenza için söylediği: ''Elin Arabı'' lafı yıllardır aklımdan gitmez. Bu akşam bana göre Enzo Schifo'lu Belçika'dan sonra geliştirilen en güçlü Belçika ile kendi sahamızda yani Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri A Grubu'nda ikinci maçına çıkacağız.

İlk maçında yeteri kadar oynayıp, Kazakistan'ı deplasmanda 3-0 mağlup eden milliler, bu maçtan önce gerekli morali elde etmişti. Kazakistan maçının onbirinden çok farklı bir onbir göreceğimizi sanmıyorum bu maçta da. Kalede Onur, savunmanın sağında Sabri, solunda Hakan, stoperler Ömer ve Servet, orta alanda Emre, Aurelio, Arda, Nihat ve Hamit, ileri uçta ise Tuncay. Hiddink belki Astana'da pek etkili olamayan Tuncay'ı gerçek yerine yani kanat hücumuna alıp, Nihat'ı keser ve sahaya gerçek bir forvet sürer. Gerçi kadronun içerisinde gerçek bir santraforumuz yok. Sercan'da tek forvet oynayabilecek bir oyuncu değil.

Belçika Milli Takımı'nın forveti Lukaku henüz 17 yaşında. İyi bir fiziği var. Daha önce Batuhan'a benzediğini yazmıştım. Servet ve Ömer'in başına çok iş açacağını sanmıyorum. Bizim asıl dikkat etmemiz gereken bölge, formsuz Hakan ve sakatlıktan yeni çıkan Sabri'nin savunacağı kanatlar. Eden Hazard, Moussa Dembele ve Timmy Simons çok iyi dripligçileri bulunan Belçika, eğer kanat zaafımızın üzerine giderse başımıza iş açabilir. Her oynadıkları maç daha iyi oluyorlar ve birbirlerini iyi tanıyorlar. Kontrollü bir oyun ve sabırlı bir hücum organizasyonu ile tecrübesiz Belçika'yı belki de beklediğimizden de kolay devirebiliriz ama çok dikkatli olmalıyız.

Son Dünya Kupası elemelerinde 4 puan kaptırdığımız Belçika'dan bu kez 6 puanı almamız gerekiyor. İlk randevu bu akşam. Daha önce dokuz kez karşılaşıp, iki kez yenip üç kez yenildiğimiz rakibimizle umarım galibiyet sayılarını eşitleriz.

3 Maç Kaldı

Yarın akşam Sinan Erdem Spor Salonu'nda Türk basketbol tarihinin en önemli maçını oynayacağız. Şayet 12 Dev Adam bu maçı kazanırsa, tarihinde ilk kez bir Dünya Şampiyonası'nda yarı final oynamaya hak kazanacak. Saat 21:00'de başlayacak olan maç NTV'den naklen yayınlanacak.

Taktik, teknik işleri biz de biraz zayıf yürür. Önceleri bir ''kaos'' takımı olan ve yarattığı kaoslardan galibiyetler çıkarmayı uman milli takım, özellikle bu turnuvada oturttuğu sistemi ve mücadelesiyle, üst üste altı maç kazandı ve bu noktaya kadar çok kolay geldi. Rakip Slovenya basketbol ekolü olan bir takım. Jaka Lakovic ve Goran Dragic gibi iki kalburüstü guarda sahip olan Slovenler, pota altını da NBA patentli Primoz Brezec ile kapatıyor. Polonya'daki hazırlık turnuvasında 69-67'lik skorla mağlup olduğumuz Slovenler bu turnuvaya bir hayli iddialı geldiler. Tribün konusunda ise neredeyse ev sahibi olduğumuz turnuvada bizimle boy ölçüşecek düzeydeler. Burada ilk iş tribünlere düşüyor. Nasıl yaparlar, ne yaparlar bilmiyorum ama 12 Dev Adam'a desteklerini maçın sonuna kadar hissettirmeleri gerekiyor. Zaten sahadaki takım ne yapacağını biliyor. Maç içinde girilebilecek olası krizler için Hidayet, Ersan ve Sinan gibi özel donanımlı oyuncularımız var. Düzgün bir rotasyon, mümkün mertebe az dakika yapılacak alan savunması, rakip uzunları faul problemine sokmak ve Lakovic ile Dragic'i iyi savunmak baş şart. Ömer Onan bir kez daha gecenin kahramanı olur umarım.

Söylenecek çok fazla birşey yok. Tarihin en önemli maçı bu. Kazanırsak yarı finalist olup, son Dünya ve Avrupa Şampiyonu İspanya ile (bir terslik olmazsa) finale yükselmek için kapışacağız. O zaman Murat Murathanoğlu abimiz gibi bağıralım: Haydi 12 Dev Adam!

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yaban Ellerde...

Delikanlı adamdır Fatih Tekke. Biraz sorunlu hatta biraz kaprislidir ama delikanlı adamdır. Lafını sakınmaz kimseden, dobradır, hesapsız konuşur. Sadece yeteneğiyle varolmaya çalışır bu piyasada. Tatil zamanı geldi mi, Antalya'ya, Bodrum'a, Marmaris'e, Çeşme'ye, Bahamalara, Maldivlere gitmez. Yaylaya çıkar, horon teper, annesinin elini öper, belki kahvede oturur, okeye dördüncü olur.

Gökdeniz'in yediği haltların malum olduğu dönemde, aslında birçok şeyde kapalı kapılar ardında kaldı. Gökdeniz ve Fatih'in hem işyerleri, hem arabaları eş zamanlı olarak kurşunlandığında, takım olarak basının karşısına geçip, birlik mesajı vermişti takım ama sezon sonunda Fatih'in açıklaması netti: ''Trabzonspor'da kalmayacağım''. İstese serçe parmağıyla ''gel'' işareti yapardı üç büyüklere, şimdi yarım yamalak oynayan Nihat'ın, Emre'nin kazandığı paraları kazanır, şan şöhret sahibi olurdu ama yapmadı. Hem kulübüne para kazandırdı, hem de sevenlerini hayal kırıklığına uğratmadı. Rusya'ya Zenit Petersburg'a gitti. Alışamadı oraya. Yalnız kaldı. Belki de gider gitmez pişman oldu. 3 ay sonra yuvasını yani Trabzonspor'u aradı ''gelin beni alın'' diye. Almadılar. Gökhan Ünal'ı getirdiler. Alışmadık g.tte don durmadı, Ünal kendisini Fenerbahçe'ye zor attı. Fatih yine oradaydı, gelip alsınlar diye bekledi hem de üç büyükler yine kapıdayken... Sadri Şener uçağa atladı ama Rusya'ya gitmedi, okyanusu aştı, Kolombiya'ya gitti, Teofilo Gutierrez'i aldı. O'nu almadı. Yalnız kalmamak için Rubin Kazan'a, Gökdeniz ve Hasan Kabze'nin yanına gitti ama aklı hep Trabzonspor'daydı. Taraftarın da aklı O'nda. Bir an olsun vazgeçmedi Trabzonsporlular Fatih Tekke ümidinden. Trabzonspor sezon başında forvet aradı deli gibi. Fatih Tekke oradaydı yine ama almadılar. Altidore'un peşinde koştular. Başkan uçağa atladı, Rusya'ya yaklaştı ama Ukrayna'da durdu. Jaja'yı getirdiler. O'nu almadı yuvası, değer verdiği, Trabzonspor'u. 33 yaşındaki Fatih Tekke memleketine dönmek istiyordu. Olmadı. En sonunda Beşiktaş'a ''evet'' dedi. Trabzonspor beni alsın diye bekleyip 2 güzel yılını heba eden Fatih, sebebi her ne olursa olsun, ama her ne olursa olsun, nankörlüğün, vefasızlığın en babasını gördü öz yuvasından, ailesinden. Beşiktaş aldı O'nu. Caner Erkin gibi, Burak Yılmaz gibi, Serdar Özkan gibi yapmadı. Başta da söyledik, delikanlıydı O. Basın toplantısında sordular: ''Trabzonsporluyum ben'' dedi. ''Kariyerim için buradayım''.

Zoraki bir evlilik oldu anlayacağınız. Fatih Tekke, aşk yaşadığı sevdiği kıza varamadı ve aile büyükleri O'nu başka biriyle ''everdiler''. Bu evlilikten ne sonuç çıkar bilemem. Bildiğim tek şey, Fatih Tekke'nin hem kendi katkılarıyla, hem de Trabzonspor yöneticilerinin yüzünden kariyerinin harcandığı.

7. haftada Avni Aker'de Trabzonspor - Beşiktaş maçı var. Maç 0-0 giderken, hatta daha da dramatize edelim, dakika 89 civarı, soldan Guti'nin ara pasında hareketlenen Quaresma'nın kestiği topa o çirkin saçlarının arasından alnını yapıştırsa Fatih Tekke ve topu hep yaptığı gibi ''çatala'' gönderse ne olur? Kendi adıma söyleyeyim: Burukluk mutluluk karışımı bir damla gözyaşı düşer herhalde iki elim başımın arasındayken halının üzerine ama sevinirim O'nun için... İsyandan sebep...

Kazakistan - Belçika Arası...

2010 Dünya Kupası'na katılamayışımız sonunda Fatih Terim'den boşalan Milli Takım Teknik Direktörlük koltuğuna yaklaşık 8 aylık bir boşluğun ardından Guus Hiddink oturmuştu. Bir iki hazırlık maçının ardından 2012 Avrupa Şampiyonası Finalleri'ne katılmak için geçtiğimiz cuma akşamı ilk grup maçına Kazakistan karşısında çıktı milli takım.

Genel olarak baktığımızda, öyle aman aman değişen bir şey yok. Kadroda revizyon beklentileri, oyun sisteminde köklü değişiklik, farklı futbolcular gibi beklentilere Hiddink ancak yokluktan Ömer Erdoğan ve Volkan Demirel'in sakatlığında Onur Kıvrak ile cevap verebildi.

Milli Takım'ın futbolu beklentilerimize göre ''hafif'' kaldı. Ömer Erdoğan'ın Bursaspor tandanslı kafa vuruşunu tipleyen Arda'nın golüyle öne geçtik, Hamit'in Astana Stadyumu'nda atılabilecek en güzel golüyle iki dakikada iki farkı, iki duran top organizasyonuyla bulduk. Kazaklar, gollere kadar fena oynamıyorlardı ancak gollerden sonra dirençleri biraz düştü. İkinci yarının başında bir umut daha saldırdılar ancak bu kez de Onur kalesini gole kapattı. Sonunda Arda'nın asistinde Nihat finali yaptı ve milliler rahat bir skorla Belçika maçını beklemeye başladı.

Belçika Milli Takımı'nı anlatmaya gerek yok herhalde. Hemen hemen tüm major liglerde oynayan futbolcuları kadrolarında barındırıyorlar. Daniel Van Buyten, Vincent Kompany, Thomas Vermaelen, Timmy Simons, Eden Hazard, Jan Vertonghen, Marouane Fellaini, Stefan Defour, Axel Witsel ve Moussa Dembele gibi yıldızları kadrolarında barındırıyorlar. Forvetlerinde henüz 18 yaşından gün almış Romelu Lukaku oynuyor. Bizim Batuhan Karadeniz'in Belçika versiyonu diyebiliriz. Yıllardır bu takımın forvet bölgesinde oynayan Wesley Sonck milli formadan emekli olunca yerine bu genç adamı o bölgeye monte ettiler. Dick Advocaat ile yeni bir oluşumun planlarını yapan Belçikalılar, Advocaat'ın göreve başladıktan 6 ay sonra Rusya'yı tercih etmesiyle yerine Belçika'nın yetiştirdiği en önemli teknik adamlardan George Leekens'i getirdiler. Leekens'te bu yapılanmayı sürdürmeyi isteyen bir teknik adam. Aslında bu takımın tam hedefi, 2014 Dünya Kupası Finalleri'ne katılabilmek. Fazlasıyla genç olan kadrolarını mümkün mertebe bozmuyorlar ve sık hazırlık maçı oynayarak ellerinden geldiğince bu gençleri birlikte oynatmaya çalışıyorlar. 2012 onlar için tam manasıyla bir hedef değil gibi duruyor ama bizim milli takımın oynadığı oyun ne derece ümit verici orası da bir soru işareti.

Gruptaki asıl amacımızın Almanya'yı zorlamak olduğu düşünülürse, 4. torbadan gelen Belçika'nın bizim için normalde, hele de kendi sahamızda zor bir rakip olmaması gerekir ancak kuralar çekildiği zaman da belirttiğim gibi 4. torbadan gelebilecek en zor takımı çektik. Burada yapmamız gereken, Belçika'dan hiç olmazsa 4 puan çıkarabilmek. Kazakistan ve Azerbaycan'dan toplam 12 puanı hanemize yazmazsak zaten hiç gitmeyelim 2012'ye. Avusturya'da 2 maçta yenebileceğimiz bir rakip. Yani zor olanı başarıp bu olasılıklar dahilinde Almanya'dan 4 puan koparabilirsek kendimizi lider olarak finallere atabiliriz ama Almanya maçlarına gücümüz yetmezse en azından Almanya'ya kadar olan hesabı, kitabına uydurup, ikincilik için yeni bir Bosna faciası yaşamamız lazım.

Millilerin Kazakistan maçındaki performansı belki de, Kazaklara göre ayarlanmış bir formattı. O performansın Belçika'ya yeteceğini düşünmek hayalcilik olur. Oyuncuların daha istekli ve rakibi ısıran bir futbol oynamaları şart. Salı akşamı neler olacağını hep beraber göreceğiz.

Bir Yola Girdik ki...

Polonya'daki hazırlık turnuvasında iki maçını izlemiştim 12 Dev Adam'ın. O zamanki durumu görünce ''eyvah eyvah'' deyip, Tanjevic'e ve Turgay Demirel'e epey sallamıştım. Daha samimi olmak gerekirse, Dünya Şampiyonası'nı yazasım dahi gelmemişti. Ancak 12 Dev Adam, turnuvada birçok etkileyici maça imza attı ve son Fransa maçında gerçekten belki de son 10 yılın en iyi oyununu çıkardı.

Grup maçlarını beşte beş yaparak kayıpsız geçen milliler için asıl zor olan sınav Fransa maçı ile başladı. Bir sürü hesap kitabın içerisinde bize en yakın rakip gibi duran Yeni Zelanda son grup maçında kendisine yetecek olan skoru alıp, Fransa'yı karşımıza çıkarınca, finale kadar uzanan rota belli olmuştu. Herhangi bir aksi sonuç çıkmazsa, Fransa - Slovenya - İspanya yolu Sinan Erdem Arena'da karşımıza A.B.D'yi çıkaracaktı. Gündüz kuşağında oynanan maçta, Slovenya idman havasında götürdüğü maçta Avustralya'yı kolaylıkla yenip çeyrek finalist olmayı başardı. Türkiye ise Fransa maçına Ömer Aşık'ın basketiyle başlayıp, yalnızca ilk periyodda bir kez geriye düşüp, maçı rahat bir tempoda kazandı.

Yunanistan maçının kahramanı Ersan olmuştu. Porto Riko'yu devirirken sahneye Kerem Gönlüm çıkmıştı. Çin maçında Oğuz Savaş - Semih Erden ve Ömer Aşık üçlüsünün pota altını karartan performanslarını izlemiştik. Bu kez sahneye Tanjevic'in çok fazla tercih etmediği Sinan Güler çıktı. İkinci periyodun sonlarında oyuna dahil olan Efes Pilsenli basketbolcu hem takımı yönetme anlamında, hem yaptığı müthiş savunma ile hem de gerekli anlarda sorumluluk alıp skor yükünü yüklenmesiyle dün akşamki maçın bir numaralı adamı oldu. Sinan'ın bu performasına Hidayet yine ''yeterince'' yardım ederek, maçın görünen kahramanlarından birisi oldu. Kerem Tunçeri'nin sakatlığının önemli olmadığını öğrendik. Bu sevindirici bir gelişme çünkü Kerem takımın tamamen eli ayağı olmuş durumda. Ersan, Yunanistan maçından beridir biraz tutuk gözüküyor sanki. Kenarda oturduğu süreleri arttırdı ve umarım kalan üç maç için iyice dinlenmiştir. Ömer Aşık zaten bildiğimiz Ömer Aşık. Bana göre Türkiye'nin en iyi pivotu. Semih Erden'i hiç bu kadar iyi görmemiştim, meğer ne cevherleri varmışta haberimiz yokmuş. Dün geceki müthiş smacından sonra ben de Ntvspor'un tanıtımındaki gibi ''Semi Semi Semih Erden'' diye havalara fırladım. Ender Arslan'ın biraz ''panik içinde'' bir oyun tarzı var, takım arkadaşları herhalde alışmıştır kendisine yıllar içinde ama top eline geldiğinde içimi bir korku almıyor değil. Millilerin ''Bruce Bowen'ı'' Ömer Onan, hayranlık uyandıracak kadar güzel oynadığı basketbolla tamamen parıldamış durumda. O akşam rakibimiz kimse ve en iyi skoreri hangi oyuncuycuysa direkt olarak Ömer'in kucağına teslim ediliyor. Ömer'in elinden geçen Spanoulis keşke Batum'a ne ile karşı karşıya olduğunu anlatsaymış. Sahiden dün akşam Batum'u gören oldu mu? Ömer Onan bu turnuvada millilerin en iyi oyuncularından birisi durumunda. Jaka Lakovic şimdiden korkmaya başlasın bence.

Dün akşam A Milli Futbol Takımı'da oradaydı. Oturdukları yer biraz ''emanet'' gibi dursa da, onlarda bu zafere tanıklık ettiler. Ekstra bir sinerji oluşturdular. Üstüste gelen altı galibiyet, ülkenin referandumla boğulduğu şu günlerde bir soluk oldu. Tanjevic için tabi ki eleştirilerim olacak ama bunları turnuvanın sonuna saklıyorum. Sadece belirtmem gereken önemli bir sorun var. Turnuvanın en düşük yüzdeyle üçlük atan birkaç takımından birisi olan Fransa'ya karşı, 12/24'le %50 üçlük yedik ve bu üçlüklerin tamamı o müthiş (!) alan savunmamız esnasında geldi. Tanjevic, Ersan'ı 3 numara oynatmaktan, başdöndürücü rotasyon trafiğinden falan vazgeçti ama umarım bu alan savunması fetişi Slovenya maçında başımıza iş açmaz.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Kim Bu Teknik Direktör?

Hep futbolcu soracak değiliz ya! Bu kez teknik direktörlere el attım. Eski ya da yeni zamanında Süper Lig'imizde görev almış teknik direktörlerden dört adedini seçip, soruya dönüştürdüm. Biraz zor olmuş olabilir ama hediye Simon Cuper'in ''Futbol Asla Futbol Değildir'' kitabı olunca sorunun da biraz zor olması kaçınılmaz oldu. Bilen çıkmazsa cevaplar yarın bu saate müteakip Sportif Platform'da...

Finale Açılan Kapı

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nın ilk önemli karşılaşmasını dün akşam Ankara Arena'da makus talihimizi bir türlü yenemediğimiz Yunanistan'a karşı oynadık.

Oyuncuların özel isteğiyle salonu kırmızı giysilerle dolduran seyircilerin karşısında maçın ilk basketini bulan Yunanistan oyunda ilk ve son kez öne geçmiş oldu. Kerem Tunçeri'nin iyi organizasyonlarıyla birlikte Ömer Onan'ın rakibin en etkili silahı Spanoulis'i savunmadaki mükemmel başarısına hücumda Ersan eşlik edince maçı altı ila sekiz sayı arasında önde götürmeye başladık. Devrenin sonuna da sekiz sayı farkla önde giren milliler, son dakikada iki üçlük birden yiyince devre 41-39 milli takım lehine sonuçlandı.

İlk yarıda başımıza çok iş açan Sofoklis Schortsanitis (kısaca Baby Shaq) üçüncü çeyrekte faul problemine girince pota altını daha verimli kullanmaya başlayan milliler içerden Ömer Aşık ve Semih Erden, dışarıdan da Ersan İlyasova ile sayılar bulmaya devam edince fark bir ara 18 sayıya kadar yükseldi. 3. çeyreği 65-51'lik skorla 14 sayı farkla önde kapatan 12 Dev Adam, taraftar desteğiyle birlikte son iki dakikaya 76-65 önde girmeyi başardı. Maçın başından sonuna kadar rakibinin önünde olan milliler karşılaşmadan da 76-65 galip ayrılarak üçüncü maçında üçüncü galibiyetini aldı ve grup liderliği için çok önemli bir avantajı eline geçirdi.

Tanjevic ve Turgay Demirel yüzünden bir türlü yazasımın gelmediği turnuvada bu maçı da yine Tanjevic'in rotasyon hatalarına ve maçın baş hakemi Jungebrand'ın yanlı yönetimine rağmen kolaylıkla kazandık. Sinan Güler ve Ömer Onan kenarda bu kadar uzun süre unutulmasa bu maç dördüncü çeyreğin başlarında biterdi diye tahmin ediyorum. Maçın kahramanı 6/6 üçlük isabetiyle 26 sayı atan Ersan İlyasova tabi ki. Ömer Onan, Spanoulis'i bezdiren savunmasıyla gecenin gizli kahramanlarından oldu. Garip bir inat yüzünden uzun süredir milli formayı giyemeyen Kerem Tunçeri, tecrübesi ve aklıyla takımımızın ''Steve Nash'i'' olurken, Hidayet idman havasında oynadığı maçı yine diri bitirmeyi başardı. Bunun dışında Ömer Aşık ve Kerem Gönlüm'de performanslarıyla sivrilen oyuncularımız oldular. Kenarda unutulan Sinan Güler bu maçta çok az süre aldı ancak Tanjevic kendisini kullandığı takdirde son dakikaları en iyi oynayabilecek oyuncularımızdan birisi. Keza Ender'de öyle.

Yunanistan'da Spanoulis'in devre dışı kalmasıyla zaman zaman Bourousis, zaman zaman da Fotsis devreye girmeye çalıştı ancak millilerin konsantrasyonu üst düzeyde olunca maçı kazanmak bizim için oldukça kolaylaştı.

Bu akşam Porto Riko ile oynanacak olan maç oldukça önemli tabi ki. Porto Riko her ne kadar başarısız gibi gözüksede, Yunanistan ile başabaş oynamışlar ancak yanlı hakem kararları yüzünden maçı kaybetmişlerdi. En az Yunanistan kadar bizi zorlayabilecek bir takım görüntüsü veriyorlar. Ersan'ın elinin dün akşamki kadar sıcak olması, Ömer Onan'ın ve Kerem Tunçeri'nin aynen dün akşamki gibi rakip guardları savunması gerekiyor. Tahminimce karşı gruptan ikinci turda Lübnan ile, çeyrek finalde Brezilya ile ve yarı finalde Arjantin ile karşılaşırız şayet bir kazaya uğramazsak. Dün akşam Litvanya'ya kaybeden İspanya bundan sonra en fazla üçüncü olabileceğinden finale gelene kadar A.B.D ile karşılaşmak zorunda kalacak. Tabi Yunanistan'da bu üçgenin içerisinde yer alacak. Bize gözüken yol sanki diğer rakiplere göre biraz daha kolaymış gibi duruyor. Abdi İpekçi'de oynanacak olan bir Türkiye - A.B.D finali ise bu turnuvanın en güzel tarafı olur.

Aslında bu tip maçlardan sonra eleştiri yapmak biraz antipatik duruyor ancak yine de belirtmeden geçemeyeceğim. Takım skor konusunda krize girdiği anlarda, kenardan müdahalelerde çok geç kalıyoruz. Bu tip durumlarda yapılacak tek şey mola almak olmamalı. Ersan'ın üçüncü çeyreğin neredeyse yarısında oyunda olmaması inanılmaz büyük bir hata. Gerçi İhsan Bayülgen maçı yorumlarken ''Tanjevic çok doğru bir hamleyle Ersan'ı Yunanlılara unutturmak istiyor'' gibi enteresan bir yorum yaptı ama bir oyuncu ''yanarken'' onu kenarda tutmak pek akıl karı değil. Rotasyonda oyuncu unutmakta bizim takımın kenar yönetiminin hastalıklarından birisi. Neticede Ersan yüzde yüz isabetle üçlük atmasa ve Hido kritik anlardaki şutlarını sokamasa takım ciddi krizler yaşayabilir. Hücum setlerine bazen sadık kalamıyoruz. Buna da çok dikkat etmemiz lazım. Sistem ve ekol değilde ''gaz takımı'' olduğumuzu ben de kabul ediyorum ancak yine de her takıma karşı Yunanistan'a karşı olduğumuz gibi motive olamayabiliriz. Son Avrupa Şampiyonası'nda bu takımın motivasyonunun ne kadar değişken bir yapıya sahip olduğunu görmüştük.

Yunanistan galibiyetiyle önümüz açıldı artık. Bundan sonra gideceğimiz yol çetrefilli ancak aşamayacağımız bir yol değil. Yeterki oyuncular bu işe inansın ve her maç Yunanistan maçı gibi motive olsunlar. A.B.D dahil yenemeyeceğimiz takım yok. Buna eminim.

Skor Tahmin Oyunu 3. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

MELİH KAZDAĞ: 16

TOLGA ŞENER: 14

FARUK TURUTOĞLU: 13

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 5

HAKAN DEMİREL: 4

FATİH TURUTOĞLU: 3

FATİH ÇİMEN: 0 (Tahmin Yapmadı)


GENEL PUAN DURUMU:

FARUK TURUTOĞLU: 63

MELİH KAZDAĞ: 42

TOLGA ŞENER: 42

FATİH ÇİMEN: 27

FATİH TURUTOĞLU: 20

HAKAN DEMİREL: 19

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 12