27 Şubat 2010 Cumartesi

Kazanmayı Unuttular!

Ligin iyi ekiplerinden birisi olan Antalyaspor karşısına mutlaka kazanmak ve üst sıralara yaklaşmak amacıyla çıktı Trabzonspor ancak son iki lig maçında olan tekrar oldu ve bordo mavililer bir puanla yetinmek zorunda kaldı.

Gustavo Colman'ın cezalı, Ömer Aysan'ın da sakat olduğu ideal onbir tertibinde Colman'ın yerine Burak Yılmaz'a, Ömer Aysan'ın yerine de Ceyhun Gülselam'a görev verdi Şenol Güneş. Tabi birebir mevkiler müsait olmadığından bir takım değişikliklerle. Ömer Aysan'dan boşalan sağ bek mevkine Serkan Balcı geçerken, Serkan Balcı'dan boşalan sağ açık mevkine Burak Yılmaz geçti. Selçuk'un yanına da Ceyhun Gülselam'ı monte etti Şenol Güneş. Teofilo Gutierrez yine yedek beklerken, Umut Bulut tek forvet olarak sahadaydı. Trabzonspor'un üstüste aldığı üç beraberliği inceledeğimiz zaman, ilk beraberliğin alındığı Bursaspor maçında oldukça iyi bir performans sergilediğini, arkasından İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında, Bursaspor maçı kadar olmasa da, üst düzey bir mücadele ve kazanma isteği gösterildiğini görebiliriz. Son olarak dün akşam oynanan Antalyaspor maçında ise bu iki maçın azalan mücadele ve kazanma performansına orantılı olarak düşük bir motivasyon ve bu bahsettiğim önceki iki maçtan daha az istek ve kazanma arzusu olduğu apaçık ortada. Yani belirli bir mental ve fiziksel düşüş var Trabzonsporlu oyuncularda. Tabi ki uzun lig maratonlarında olası durumlar bunlar ancak bu tip durumlarda dahi kazanılacak bir iki maç takımları hedeflerinin civarlarında tutarlar.

Dün akşam Trabzonspor'un bana göre en iyi oyuncuları Egemen ve Ceyhun'du. Burak Yılmaz kornerden gelen topta fileleri havalandırdı ama maç boyunca başka tek olumlu iş yapamadı. Serkan Balcı orta sahadan geriye kaydığı anda performansı otomatikman düşüyor, ben Serkan'daki düşüşü tamamen mevki değişikliğine bağlıyorum. Umut Bulut'un birkaç maçlık yükselen performansından son iki maçtır eser yok. Engin Baytar 90 dakika boyunca koşturuyor ama bal yapmayan arı misali. Maç boyunca bir kez Umut'a çok güzel bir pas çıkardı ama Umut değerlendiremedi. Yine de Engin'in mücadelesi ve kazanma hırsından kendi adıma çok memnunum ancak varyeteden de birazcık uzaklaşması gerekiyor artık. Bir de son dakika da kullandığı 30 metrelik frikiği direk kaleye vurması tam ''sopalıktı'' belirtmeden geçmeyelim. Teofilo neden alındı, neden bu kadar bonservis ödendi ve neden kendisi için Fatih Tekke harcandı anlayamadım. Geldiğinden beri yedek ve aldığı süre her geçen maç daha fazla düşüyor. Problem neyse biz de bilmek isteriz. Şenol Güneş'in bu konuyla alakalı olarak birşeyler söylemesi gerekiyor artık. Kaleci Onur umuyorum Trabzonspor kalesini uzun yıllar korur. Necati'den yediği golde yapabilecek hiçbirşeyi yoktu ve zaten ancak böyle bir gol yerdi genç kaleci. Golü izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Gerçekten bir kaleci için çıkarılması en zor top çıktı Necati'nin klas ayağından.

Necati demişken; kendisinin şu an Antalyaspor'da oynaması, ne bileyim, Hagi'nin Galatasaray'da, Anelka'nın Fenerbahçe'de, Carew'in Beşiktaş'ta oynaması gibi birşey. Harcanıyor oralarda demek istemiyorum ama Galatasaray'ın O'nu göndererek ne büyük bir hata yaptığı apaçık ortada. Hele şu forvet yokluğunda tamamen ilaç olurdu Galatasaray'ın forvet hattına. Antalyaspor iyi bir takım, dün de bir sürü eksikleri vardı. Djehoua bana göre gerçekten büyük bir eksiklik çünkü rakip savunmayı tam anlamıyla yıpratan bir oyuncu. O'nun yerine oynayan Veysel Cihan dün sahada var mıydı, yok muydu ben anlayamadım. Ümit Milli oyuncuları Musa Nizam'ı da çok beğendim. Biraz tecrübesiz ve acemice hareketleri var ama kendisinde ''çok iş'' olduğu kesin.

Trabzonspor bu beraberlikle 2010 yılından başından beri süregelen yenilmezlik ünvanını korudu ama 3 maçtır da kazanamama geleneğini devam ettirdi. En kısa zamanda bu olumsuz görüntüye bir son verilmesi gerekiyor çünkü ligin bitimine artık 11 maç kaldı. Avrupa Kupaları'na ligden gitmenin yolu da bu onbir maçtan maksimum puanı çıkarmaktan geçiyor.

26 Şubat 2010 Cuma

Hüsran Gecesi

İlk önce Galatasaray açtı perdeyi dün akşam. 0-0'lık beraberliğin yettiği Atletico Madrid rövanşına Arda Turan'ı forvette, Caner Erkin'i sol kanatta, Kader Keita'yı da sağ kanatta kullanarak başladılar maça. Maçın ilk dakikasından itibaren, Madrid temsilcisi, Galatasaray'dan daha iyi bir ''duruş'' sergiledi. Arda Turan'ın forvette son derece etkisiz kaldığı maçın anahtarı olan Keita'nın çabalarıyla pozisyon üretmeye çalışan Galatasaray'a karşı, Atletico Madrid hem daha çok adamla hücuma çıktı hem de mükemmel bir pas trafiği oluşturmayı başardı. Tüm bunlara rağmen kademeli savunma anlayışıyla rakibine pozisyon vermeyen Galatasaray, Arda Turan ile altıpasın üzerinde bir de çok etkili pozisyon yakaladı. İlk yarıda rakibini ''uyutmayı'' başaran Galatasaray'ın en büyük avantajı ise seri stiliyle savunmayı zorlayacağını belli eden Agüero'nun Servet'in darbesiyle sakatlanıp, yerine etkisiz bir gününde olan Forlan'ın girmesi oldu. İkinci yarının başlamasıyla birlikte gole ihtiyacı olan Atletico Madrid, Galatasaray kalesine daha fazla yüklenmeye başladı. İlk önce Reyes, Leo Franco ile karşı karşıya pozisyonu değerlendiremezken, birkaç dakika sonra yine Reyes'in sağ çarprazdan ceza alanına girerken yaptığı klas plase üst direkten geri geldi. Bu uyarılar da Galatasaray'ı biraz daha oyuna girmek için uyarmaya yetmemişti ki, bir taç atışı organizasyonun sonunu iyi getiren Simao, Atletico Madrid'i öne geçiren golü bitime yarım saat kala atmayı başardı. Golden sonra girilen ilk pozisyonda Arda'nın nefis ortasını değerlendiren Keita skoru beraberliğe taşımayı başardı. Kırılma anı ise bitime 10 dakika kala gerçekleşti. Atletico Madrid stoperi Perea'dan rakip altıpasta topu çalmayı başaran Caner, hafif sol çarprazdan kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu değerlendiremedi. Bu pozisyonda Perea'nın topa elle yaptığı ''ayan beyan'' müdaheleyi gör(e)meyen ceza sahası hakemi ise maçın skoruna direk tesir etmiş oldu. Caner Erkin bu pozisyondan sonra üstüste gördüğü iki sarı kartla takımını 10 kişi bırakırken herkes maçın uzamasını beklemeye başladı ancak son dakikada yakaladığı pozisyonu değerlendirmeyi başaran Uruguaylı yıldız Diego Forlan hem maçı hem de turu Madrid'e götürmeyi başardı.

Rijkaard'ın Sabri'nin yokluğunda sağ bekte görev verdiği Uğur Uçar gecenin en kötü oyuncularından birisi oldu Galatasaray için, kendi alanında oluşan pas trafiğini bir türlü engellemeyen ve ikili mücadelelerin çoğunu kaybedip, Keita'ya da yeterli desteği sağlayamayan genç oyuncunun sakatlık fobisinden midir bilinmez çok etkisiz kaldığı bir gece yaşadık. Aynı şekilde sol kanatta görev yapan Hakan Balta'da en az Uğur kadar kötü bir performans ortaya koydu. Elano'nun organizasyonları ve Galatasaray adına giriştiği hücum varyasyonları, aynı zamanda defansif anlamda yaptığı müdahaleler ne kadar doğruysa Rijkaard'ın kendisini oyundan alıp yerine Ayhan Akman'ı sahaya sürmesi o derece yanlıştı. Dos Santos'un oyuna girmesinin bu kadar gecikmesi de Rijkaard'ın bana göre yaptığı yanlışlardan birisiydi. En azından takım 10 kişi kalır kalmaz, yorulan Arda orta sahaya çekilip, Dos Santos forvete sürülebilirdi. Ayrıca defanstan Arda'ya şişirilen toplarda oldukça ''komik'' görüntüler oluşmasına yol açtı. Herşeye rağmen Galatasaray geçebileceği bir tura yarım adım kala rakibine teslim olarak Avrupa Ligi'ne veda etti. Geriye kalan ise 12 tane lig maçı ve bir ''yıldızlar ordusu'' oldu.
Fenerbahçe ise Galatasaray'a nazaran daha dezavantajlı bir skora ancak daha zayıf bir rakibe sahipti. Son dakika sürpriziyle sahaya çıkmayı başaran Wederson'a rağmen, oldukça fazla sakat ve cezalı oyuncusunu oynatamayan Fenerbahçe buna rağmen maça oldukça iyi başladı. Hem 0-0'ı koruyarak hem de turu getirecek golü kovalayarak ilk yarım saati geride bırakan sarı lacivertlilerin Güiza ile gelen bir golü de ofsayt gerekçesiyle iptal edildi. 35. dakikada Emre Belözoğlu'nun yarım volesi ''topun canı vardır'' teşbihini doğrularcasına ağlarla buluşunca sarı lacivertliler aradıkları, istedikleri golü bulmuş oldular. Golden sonra morallenen Fenerbahçe, devrenin sonunda şayet Güiza'nın kaçırması halinde ''asılacağı'' pozisyonda Alex'in altıpastan kaleciye nişanladığı kafa vuruşuyla iki farklı öne geçme şansını kaçırdı.

İlk yarısını Emre Belözoğlu'nun domine ettiği maçın ikinci yarısında da Selçuk Şahin devreye girdi ve birçok Lille atağını daha olgunlaşmadan önlemeyi başardı. Güiza'nın iyi gününde olmasına rağmen, Alex'in iyi gününde olmaması sebebiyle hücum organizasyonları üretip maçı kopartacak skoru bir türlü yakalamayan sarı lavicertliler, rakiplerine de bir iki önemli pozisyon vermelerine rağmen, 85. dakikaya ''ceplerinde turla'' geldiler. Bu dakika da Bilica'nın gereksiz faulünden oluşan pozisyonda Volkan Demirel'in de hatası ile perçinlenen pozisyon Adil Rami'nin kafa vuruşunda filelerle buluştu ve tur İstanbul'dan Lille'e uçtu.

Eksik kadrosuyla sahaya çıkan Fenerbahçe'nin aslında pekte fazla suçlanmaması gereken bir maç sonu yaşadı sarı lacivertliler. Tabi ki turun buradan kaybedilmesi son derece üzüntü verici ancak netice de bir iki değil tam dokuz eksikle sahaya çıkan sarı lacivertliler bana göre ellerinden geleni yapıp turu geçmek üzereyken bireysel hatalarla yıkıldılar. Güiza iyi bir performans ortaya koymasına rağmen, hem kendisini  hem de Fenerbahçe taraftarını rahatlatacak olan golü bulmayı başaramadı. Emre Belözoğlu özellikle ilk yarıda sahanın yıldızıydı. Selçuk Şahin maç eksiğine rağmen olumlu ve etkili bir performans ortaya koyarken, Kaptan Alex'in kötü gününde olması ve yeterince sorumluluk alamaması turun saha içi performansları bakımından kaybedilmesindeki en büyük etken oldu bana göre. Volkan Demirel için o kadar çok eleştiri yazısı yazıyorum ki, antipatik görünmemek adına bu kez bir şey demeyeceğim ama Fenerbahçe'ye bu kaçıncı ''yazık edişi'' ve kaçıncı kez bir spikerden ''Yapma Volkan!'' serzenişini duyuyoruz ben hatırlamıyorum. Nasıl bir kredisi var anlamadım gitti. Fenerbahçe'nin de bundan sonra 12 tane lig maçı ve minimum 2 tane de Ziraat Türkiye Kupası maçı kaldı.

Hem harcanan paralara, hem bütçelere, hem desteğe, hem de diğer Türk takımlarıyla aralarındaki uçuruma rağmen iki tane yurtiçinde ''büyük'' olarak adlandırdığımız takımımız İspanya ve Fransa'nın ''sıradan'' takımlarına elenince biraz yüreği burkuluyor insanın. Postun başlığını ''Hüsran Gecesi'' olarak attım ama benim hüsranım, Fenerbahçeliler ve Galatasaraylıların yaşadığı hüsran gibi değil. Şimdi yine ligimize dönelim ve iğrenç dinozorların ''Efendim, Fenerbahçe mi şampiyon olacak yoksa Galatasaray mı?'', ''Emre Fenerli mi, Galatasaraylı mı?'', ''Elano niye isteksiz'', ''Daum'un bileti kesildi'' muhabbetlerini dinlemeye devam edelim. Zaten iki takımın yöneticileri, hatta Christoph Daum bile bunu istemiyor mu sanıyorsunuz? En acısı da bu zaten...

25 Şubat 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 23. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

ANTALYASPOR - TRABZONSPOR (Cuma 20:00)

KAYSERİSPOR - BEŞİKTAŞ (Cumartesi 19:00)

İSTANBUL B.ŞEHİR BELEDİYESPOR - FENERBAHÇE (Pazar 15:00)

GALATASARAY - KASIMPAŞA (Pazar 19:00)

Kader ''Keita'nın'' Ellerinde!

Açık söylemek gerekirse Galatasaray ilk maçta biraz da şansının yardımıyla son derece kritik bir beraberlik alıp, tur yolunda Atletico Madrid'in bir adım önüne geçmeyi başarmıştı. Bu akşam saat 20:00'de Galatasaray güçlü İspanyol rakibi karşısında bu avantajını koruyup bir üst tura yükselmeye çalışacak.

Aslında ilk maçtan çok da farklı bir durum yok ortada. Yalnızca Galatasaray adına Arda Turan'ın oynayıp oynamayacağı belirsizliğini koruyor ancak bana göre bu akşam %99.9 ihtimalle Arda ilk onbirde sahadaki yerini alacaktır. Yalnızca stadyum değişti. İlk yarı Vicente Calderon'da oynanmıştı, ikinci yarı ise Ali Sami Yen'de oynanacak. Galatasaray'ın forvetsizliği ile buna mukabil Atletico Madrid'in Avrupa'nın en spektaküler hücum hatlarından birisine sahip olması bu iki takımı birbirinden ayıran en önemli faktör. Galatasaray'ın bu maçtaki en büyük kozu hiç kuşkusuz Fildişi Sahilli hücum oyuncusu Abdulkader Keita. Bunun dışında Arda Turan'da önemli bir silah olacaktır. Baros'un en azından bir onbeş dakika kadar forma giyebilecek durumda olduğu söylendi ama Rijkaard tarafından kadroya alınıp alınmadığını bilmiyorum. Galatasaray'ın adeta ''gizli golcüsü'' haline gelen Mustafa Sarp'tan yine ''sinsice'' girilmiş bir pozisyonun ardından gelen bir gol izleyebiliriz. Agüero ve Forlan ikilisiyle birlikte, Simao ve Reyes'i de ''kontrol altında'' tutması gerekiyor Galatasaray'ın. Gole ihtiyacı olan tarafın Atletico Madrid olması Galatasaray için büyük bir şans. Eğer dirençlerini korur ve gol yemezlerse, rakiplerine öldürücü darbeler vurabilirler. Leo Franco'nun ilk maçtaki performansını sürdürmesi gerekiyor eski takımına karşı. Sakat Emre Güngör'ün yerine oynayacak olan ''küskün'' Servet'in de (Emre Aşık'ı da tercih edebilir Rijkaard) konsantrasyon seviyesini yüksek tutması gerekiyor.

Galatasaray, başta da söylediğim gibi rakibine göre bir adım önde ancak turun anahtarını bana göre yine de Keita tutuyor elinde. Kapıyı açmak isterse... Açacaktır. Maçı başladığı saatten itibaren Star TV canlı olarak ekranlara getirecek.

''Sakata'' Gelmemek İçin...

Ben bir takımın kadrosunun bu kadar ''revirlik'' olduğunu uzun zamandır görmemiştim. Fenerbahçe ilk maçta 2-1 mağlup olduğu Fransa'nın Lille temsilcisi karşısında ikinci maçta turu geçebilmek için ''sağlam kalan oyuncularıyla'' bu akşam saat 22:05'de galibiyet mücadelesi verecek.

Özer Hurmacı, Diego Lugano, Mehmet Topuz, Wederson da Silva, Uğur Boral, Christian Baroni, Ali Bilgin sakat, Gökhan Ünal statü gereği yok ve Andre dos Santos cezalı. Deivid de Souza oynayabilir durumda ama ne kadar hazır olduğu soru işareti. Ben sakat, cezalı ve UEFA listesinde olmayan oyunculardan çok elde kalan sağları listelemek isterim:

Volkan Demirel (Kaleci)
Volkan Babacan (Kaleci)
Fehmi Mert Günok (Kaleci)
Önder Turacı
Alex de Souza
Selçuk Şahin
Semih Şentürk
Deniz Barış
Deivid de Souza
Gökhan Gönül
Daniel Güiza
Emre Belözoğlu
Bilica
Bekir İrtegün

Bu listenin içerisinde ismi UEFA'ya bildirilen 3 tane de PAF takımı oyuncusu var. Onur Karakabak, Furkan Aydın ve Mahmut Taşkıran. Kaleciler hariç yalnızca 11 oyuncusu kaldı Fenerbahçe'nin bu platformda mücadele edebilecek tecrübe, potansiyel, mental vs... anlamında. Zaten Christoph Daum'da söyledi basın toplantısında ''sağlam olan herkesin sahaya çıkacağını''.

Söylenecek fazla birşey yok. Lille karşısında futbolcular kenetlenecek, taraftar sabırlı olacak, kontrollü ve dengeli bir oyunla gereken skor yakalanmaya çalışılacak. Gol yememek çok önemli. Duran topları iyi kullanmak gerekiyor. Uzaktan şut atmak lazım, rakibe geniş alan bırakmamak lazım. 1-0'lık galibiyete ihtiyacı olan bir takımın ne yapması gerekiyorsa, onu yapması gerekiyor Fenerbahçe'nin.

Bu akşamki maç Fenerbahçe için sezonun en önemli karşılaşması. Hem tur için, hem de lig için. Belki de aranan ''sinerji'' bu akşam yakalanacak. Sezonun en ilginç maçlarından birisini oynayacak Fenerbahçe ve Lille. Sonucu herkes gibi ben de merakla bekliyorum. Maç D-Smart'ın Euro Futbol kanalından canlı olarak yayınlanacak.

23 Şubat 2010 Salı

Dramatik Bir Maç

Hem Galatasaray hem de Beşiktaş'ın puan kaybettiği haftada hem Fenerbahçe ve hem de Bursaspor için son derece önemli bir maçtı Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'ndaki karşılaşma. İki takım da bu bilinçle sahaya çıktılar ve Fenerbahçe maça mükemmel bir giriş yaptı.

Daha 5. dakikada Kaptan Alex de Souza, kendine has stiliyle pozisyonu bulur bulmaz sol dirseğini göğüs hizasına çektiği anda Ivankov'un pek bir şansı kalmamıştı zaten. Fenerbahçe bu golle maça 1-0 önde başladı. Arkasından ise yine Alex'in ''klas'' pasında Daniel Güiza kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda yine beklenileni (!) yapıp pozisyonu gole çeviremedi ve aslında maçın kırılma anı da bu pozisyon oldu. Neredeyse tüm tribün top ne zaman Güiza'ya gelse homurdanmaya başladı ve Andre Santos'un golü dahi bu tepkiyi dindirmeye yetmedi. Andre Santos'un golünden sonra, Fenerbahçe tam oyunu kontrol edip, Türkiye Kupası çeyrek final ilk ayağındaki tarifeyi uygulamaya hazırlanıyordu ki, geçen hafta yine kafayla Trabzonspor ağlarını havalandıran Arjantinli Pablo Martin Batalla, bu kez Volkan'ı yine kafayla avlamayı başararak maça skor anlamında olmasa da bir tür denge getirmiş oldu. Devrenin sonu 2-1 ile geldiğinde başta Güiza olmak üzere Bilica'da sezon başından beri biriken ''öfkenin'' kurbanı olmaya adaydı.

İkinci yarının ilk dakikalarında Alex de Souza gerçek bir kaptan gibi tribünlerin havasını sezmiş olacak ki, bomboş bir pozisyonda Ivankov'un topu beş on metre öteye koyup duran top kullanmasını bahane ederek, sarı kart görme pahasına tribünleri yeniden maça döndürmeye çalıştı ancak bu girişimler ancak 60. dakikaya kadar sonuç verdi. Tribünler Semih'in adını haykırmaya başladığında zaten İspanyol forvetin yüz ifadesinden sıkıntının büyüklüğü anlaşılıyordu. Christoph Daum bir ara oyunu izlemekten vazgeçip, tribünlere bu değişikliğin gerçekleşmeyeceğini el kol hareketleriyle anlatmaya çalışsa da (kendisi maçtan sonra bu hareketleri kendisine küfür edildiği gerekçesiyle yaptığını söyledi) bu baskıya yalnızca beş dakika dayanabildi ve İspanyol forveti yedek kulübesine çağırırken, Semih Şentürk'ü de oyun alanına gönderdi.

Takım hüviyetinin özellikle 75. dakikadan sonra yerlerde süründüğü sarı lacivertli takımın büyük bir şanssızlıkla da olsa beraberlik golünü yemesi çok uzun sürmedi. 85'e 2-2 giren Bursaspor, önce Turgay Bahadır ile Fenerbahçe kalesini yokladı, ardından da Ozan İpek ile hançeri rakibinin böğrüne sapladı. Maç deplasman temsilcisinin 3-2'lik galibiyetiyle sona erdi.

Fenerbahçe, yakın geçmişte, Güiza'dan önce bir sürü yabancı forvet gördü. Souleyman Oulare, Viorel Moldovan, Emil Kostadinov, Pierre Van Hoojdonk, Mateja Kezman, Demir Hotic vb... Kezman dahil olmak üzere bu forvetlerin hiçbiri Güiza kadar tepki almamıştı. Semih tezarühatları başlamadan önce, Güiza'nın iyi işler yaptığı bir pozisyonun ardından, tribünlerin cılız alkışına adeta ''muhtaç'' tavırları aslında İspanyol oyuncu için eksik olan tek şeyin ''özgüven'' olduğunu gösterdi. Bana kalırsa fena da oynamadı maçta ama Fenerbahçe'nin forvetinin gol atması gerekiyordu ve Güiza bu işi başaramadı. Bundan sonrası Daniel Güiza, Christoph Daum, Aziz Yıldırım ve hatta Alex de Souza için nasıl gelişir bilemiyorum. Bir kriz ortamı mı oluştu, yoksa bir anlık bir tepkiydi ve geldi geçti mi açıkçası çözemedim ama taraftarın tepkisinin normalliği kadar, Güiza'nın yedek kulübesinde ağlaması da o derece doğaldı. Güiza'nın ağlaması da pek bir etkiledi beni söylemeden geçemeyeceğim. Kendimi O'nun yerine koydum da... Toparlanması biraz zaman alabilir.

Fenerbahçe dün akşam Özer Hurmacı'yı da bir süreliğine kaybetti. Omzu çıkan genç oyuncu Lille maçında forma giyemeyecek. 2-1'in rövanşında taraftara inanılmaz bir sorumluluk düşüyor perşembe akşamı. Ne olursa olsun ama ne olursa olsun mutlaka eski bir sloganı hatırlamaları gerekecek: Hep destek, tam destek!

Skor Tahmin Oyunu 22. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

FARUK TURUTOĞLU: 20

HAKAN DEMİREL: 7

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 6

TOLGA ŞENER: 3

SAMİ ÖZGÜR TÜRER: 3 (MİSAFİR)

GENEL PUAN DURUMU:

TOLGA ŞENER: 276

HAKAN DEMİREL: 274

FARUK TURUTOĞLU: 255

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 199

22 Şubat 2010 Pazartesi

Ne Şiş, Ne Kebap!

Son birkaç hafadır, gerek başkanlık seçimi, gerekse Mustafa Denizli'nin rahatsızlığı yüzünden hareketli günler geçiren Beşiktaş ile Atletico Madrid deplasmanından yarım kadrosu ile avantajlı bir skorla dönen Galatasaray İnönü'nün çimlerinde 6 puanlık bir maça çıktı.

Herkes Mustafa Denizli'den sürpriz bekliyordu ancak sürprizler Rijkaard'dan geldi. Servet Çetin bu maçta yine 'kesik'' yerken, Hollandalı teknik direktörün ''prensi'' Mustafa Sarp ise sezon başından beri ilk kez yedek kaldı. Servet'in yerine Emre Güngör, Sarp'ın yerine ise Barış Özbek ilk onbirde sahaya çıktılar. Maç kontrollü başlasa da, kazanmaya daha çok ihtiyacı olan Beşiktaş rakip sahaya yerleşmeye başladı. Galatasaray'ın ara sıra denediği kontralar ise Fink - Ernst bariyerini geçemeden eridi. Servet'in eksikliği ilk yarıda özellikle Nobre'nin kurduğu hava hakimiyetinde bir hayli hissedildi. Brezilyalı oyuncu kenardan gelen hemen her topta ceza alanı içini karıştırmayı başarırken, bir hava topunda da Holosko'nun kafa vuruşu Leo Franco'nun sağ elinin avuç içinde eridi.

İkinci yarıda Beşiktaş yine rakibine göre nispeten daha etkili bir oyun ortaya koydu. Defansif güvenlikleri de elden bırakmadan rakibinin üzerine gitmeye çalışan Beşiktaş, özellikle İbrahim Üzülmez'in ''cansiperane'' performansıyla Keita'yı da kilitlemeyi başardı ancak Türk futbolunun şu anda en büyük yıldızı olan Arda Turan, takipçiliğiyle ceza alanı içinde kazandığı topu, zekasıyla kontrol edip, klas bir vuruşla ağlara gönderince İnönü'ye adeta ölüm sessizliği çöktü. Golden hemen sonra sakatlanan Arda oyundan çıkınca, Beşiktaş rakibinin üstüne, skor dezavantajıyla birlikte daha çok gitmeye başladı. Maçın sonlarında da duran toptan oluşan karambolde Sivok'un vuruşu ağlarla buluşunca, iki takım da birer puana razı oldu.

Maçtan önceki beklenti beraberlik ağırlıklı, Beşiktaş galibiyetiydi zaten. Beşiktaş bu beraberlikle hiç olmazsa zirveye tutunmaya umudunu korurken, Galatasaray ise, zorlu Atletico Madrid maçı öncesi, önemli bir kayıp vermemiş oldu. Aslında postun başlığı tam da böyle maçlar için kullanılabilirdi: Ne Şiş Yandı Ne Kebap!

İş Kazası!

20 günde üçüncü maç için, Olimpiyat Stadyumu ve Rize Atatürk Stadyumu'ndan sonra Trabzon Avni Aker Stadyumu'na çıktı Trabzonspor ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor.

Trabzonspor için ligin en kritik maçlarından birisiydi hiç kuşkusuz. Yukarıdaki dört takımdan Beşiktaş ile Galatasaray ve Fenerbahçe ile Bursaspor kendi aralarında oynayacak ve bu mücadelelerden minimum iki takım puan kaybedecekti. Zirveye yaklaşma yolunda ''bulunmaz hint kumaşı'' olan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçına iyi de başladı Trabzonspor. Yedinci dakika dolmamıştı ki, Alanzinho kaleci ile karşı karşıya pozisyonda yaptığı aşırtmayı auta gönderdi ve o dakikadan sonra uzun bir ''kilitlenme'' dönemi başladı. Abdullah Avcı ve öğrencileri ortalama yedi günde bir karşılaştıkları rakiplerinin etkili silahlarını artık iyice çözmüşlerdi. Umut Bulut başta olmak üzere, Colman, Alanzinho ve Engin Baytar'a adam adamaya yakın uygulanan markaj sonrasında, Selçuk ve Serkan'da devreye giremeyince, Trabzonspor sık sık yana ve geriye oynamaya başladı. Egemen ve Giray'ın kendi aralarında yaptıkları paslar belki de ilk yarıda en sık gördüğümüz pozisyonlar oldu. İlk yarı boyunca İstanbul Büyükşehir Belediyespor tek pozisyona dahi giremezken, Trabzonspor adına akılda kalan tek pozisyon ise Selçuk İnan'ın yakın mesafeden auta giden frikiği oldu.

İkinci yarıya iki takımda oyuncu değişiklikleriyle başladı. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da Herve Tum yerini Gökhan Süzen'e, Barbosa'da Can Arat'a bırakırken, Şenol Güneş bana göre büyük bir hata yaparak, Alanzinho'yu kenara alıp, Teofilo Gutierrez'i, Ömer Aysan'ın yerine de Drago Gabric'i oyuna aldı. Aslında yanlış kurgu oyun alanının içerisinde de devam etti. Serkan Balcı sağ beke çekildikten sonra önüne sol ayaklı Gabric geçti ve kanattan başarıyla getirdiği tüm topları ters ayağı yüzünden içeriye çeviremedi. Buna rağmen ikinci yarının başlarında Trabzonspor Teofilo ile gole çok yaklaştı ancak, top kale çizgisi üzerinde oluşan karambolde yerde yatan Colman'a çarparak filelerle buluşmadı. Selçuk'un direkten dönen plasesi ve bu kez Colman'ın vurduğu şutta Teofilo'ya çarpıp kaleye gitmeyen şutta Trabzonspor'un önemli atakları oldu. Bu yarıda İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da Tevfik Köse ile iki kez gol pozisyonu yakaladı. Son dakikaya kadar golsüz gelen maçın uzatma anlarında İstanbul Büyükşehir Belediyespor savunması maç boyunca belki de tek hatasını Can Arat ile yaptı ancak Giray kaleci ile karşı karşıya pozisyonda topu Hasagic'in ''kafasına'' nişanladı ve karşılaşma başladığı gibi golsüz sona erdi.

İlk yarıda Alanzinho sahadayken hemen hemen tüm hücum girişimlerini göbekten yapan Trabzonspor ikinci yarıda Gabric ve Teofilo'nun girmesiyle kanatlara yayılmaya başladı ancak bence Teofilo'nun oyuna alınması erken bir hamle oldu Trabzonspor adına. Gabric'in ise sol kanattan başka maalesef saha içinde oynayabileceği başka bir mevki yok. Bu yüzden Şenol Hoca'nın kendisine zaman zaman sağ kanatta görev vermesi ''zaman kaybından'' başka bir işe yaramıyor. Ben ısrarla bir Selçuk  - Ceyhun değişikliği bekledim ama Gabric sakatlanınca mecburen Burak Yılmaz girdi oyuna. Bursa'da etkili bir futbol oynayan oyuncu, bu kez tel tel döküldü sahada kaldığı 15 dakika boyunca. Genel bir isteksizlik ve genel bir baskı dikkati çekti Trabzonspor'da bu kez. Serkan Balcı bile eskisi kadar ''deli'' koşmadı. Selçuk zaten bildiğimiz gibi ve maç boyunca en kritik bölgede görev yapmasına rağmen top ayağına ya üç ya da dört kere geliyor. Mücadelesinden de çoğu Trabzonsporlunun pek memnun olduğunu zannetmiyorum. Ceyhun ve Serkan Balcı'dan oluşacak bir çift ön libero denemesi daha verimli olabilir Trabzonspor için. Engin Baytar birkaç haftadan beri olduğu gibi yine iyi mücadele etti. Umut bu kez yokları oynarken, Egemen ve Giray ikilisine maç boyunca hemen hemen hiç iş düşmedi. Teofilo için karar vermek erken ama ben şimdiden fikrimi söyleyeyim: Trabzonspor'un aradığı forvet değil. Sonradan fikrimi bana yutturursa ne ala!

İstanbul Büyükşehir Belediyespor ters bir takım. Oynadığı her karşılaşmada rakiplerinin başına çorap örebilir. Kalelerini iyi savundular ve Onur'u maç boyunca yalnızca bir kez plonjon yapmak durumunda bıraktılar. Bir puan için gelmişlerdi, alıp gittiler.

Abdullah Avcı'yı maalesef birazcık fazla ''şımarttık'' sanırsam ülke olarak. Daha önce hiç yapmadığı işleri yapmaya başladı. Maç boyunca hakemlerle oynaması bir yana Engin Baytar ile yaşadığı soğuk savaşta en azından bir teknik direktör olarak kendisine yakışmıyor. En az kendisi kadar biz de Engin'in ''ne olduğunu'' biliyoruz ama ''toplumdan dışlayacak'' halimiz de yok. Maçın sonunda artan gerginlikle Trabzonspor taraftarının kendisi için yaptığı küfürlü tezahürat ise belki de bu sezonun en centilmen taraftarına hiç yakışmadı. Ne olursa olsun yalnızca sahadaki takımlarını desteklemeleri gerekiyordu.

Yunus Yıldırım benim gözümde iyi bir hakem değil. Dün akşam da gerek eyyam kokan kararları, gerek avantaj kuralından bir ''ev hanımı kadar'' bihaber oluşu, gerekse standart tutturamadığı kartlarıyla, maçın önüne geçmeyi başardı. Selçuk İnan'ın net sarı kartlık elle müdahelesini, sırf daha önceden sarı kartı olduğu için göster(e)meyen Yunus Yıldırım, maç içinde de çoğu kez gerek teknik direktörlerin, gerekse futbolcuların hışmına uğramaktan kaçamadı.

Trabzonspor için önemli bir maç 2 kayıp puanla geride kaldı. 2010 yılındaki yenilmezlik serisi devam etti ama kazanamama serisi de 2 maça çıktı. Haftaya Antalya'da Antalyaspor'un konuğu olacak Trabzonspor'un Avrupa Kupaları'na katılma şansını koruyabilmesi için artık kazanması gerekiyor. Unutmadan ekleyeyeyim; dördüncü sarı kartını gören Gustavo Colman Antalyaspor karşısında cezalı olduğu için forma giyemeyecek.

19 Şubat 2010 Cuma

UEFA Europa League 2. Tur İlk Maçları

Atletico Madrid - Galatasaray: 1-1

Lille OSD - Fenerbahçe: 2-1

Liverpool - Unirea Urziceni: 1-0

Rubin Kazan - Hapoel Tel-Aviv: 3-0

AFC Ajax - Juventus: 1-2

Club Brugge - Valencia: 1-0

Standart Liege - Red Bull Salzburg: 3-2

Twente - Werder Bremen: 1-0

Villarreal - Wolfsburg: 2-2

Atletico Bilbao - Anderlecht: 1-1

Kopenhagen - Marsilya: 1-3

Fulham - Shaktar Donetsk: 2-1

Hamburg - PSV Eindhoven: 1-0

Hertha Berlin - Benfica: 1-1

Panathinaikos - Roma: 3-2

Calderon'dan Doğan Güneş

İki takımında birçok yıldızı vardı dünyaca ünlü. Atletico Madrid'in yıldızları sahada, Galatasaray'ın yıldızlarının kimisi İstanbul'da, kimisi ise yedek kulübesindeydi. Maçtan önce Caner'in maçı olur diyordum, fena yanıldım. Atletico Madrid'in etkili, Galatasaray'ın ise temkinli başladığı maçta, Galatasaray'ın yediği gole adeta imza attı genç oyuncu. Hatalı bir pasın ardından, son derece hatalı bir faul ile Reyes'in güzel frikiğine zemin hazırlayan Caner Erkin, ilk yarım saatin sonunda yerini Giovanni Dos Santos'a bıraktı. İlk yarıda Galatasaray güvenilir bir futbol oynamasa da, iki, üç kez rakip kaleyi etkili bir biçimde zorladı. Atletico Madrid ise 1-0'dan sonra Agüero ile maçı kurtarma şansını Leo Franco'nun ellerine bıraktı.

İkinci yarıda kimlik değiştiren ve Vicente Calderon'a uyum sağlayan bir Galatasaray izledik. Daha iyi bir futbolla ve özellikle Keita'nın devreye girmesiyle rakibini zorlamaya başlayan sarı kırmızılılar golü öyle ''ince'' bir dakikada bulduki, belki ''Baroslu'' olsalar, turu alıp gelecek skoru yakalayacaklardı. Hafta içinde Barcelona'yı deviren Atletico Madrid'in bana göre en büyük eksiği ''takım ruhlarının'' olmayışıydı. Bu kadar bireysel yeteneğin bir araya toplandığı takım, ''yarım'' Galatasaray karşısında, kendisine turu getirecek skoru bulamadı.

Herşeyden önce rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki; Harry Kewell olmayınca Galatasaray'ın saha içindeki ''zeka seviyesinde'' ciddi düşüş oluyor. O kadar önemli ataklar daha başlamadan heba oldu ki, sürekli ''el değiştiren'' maçta Galatasaray'ın en büyük şanssızlığı, Kewell'ın olmayışıydı herhalde ve Galatasaray bana göre Kewell'ı hiç bir maçta bu kadar çok aramamıştı. Önümüzdeki hafta oynanacak olan rövanşta Baros'un oynama ihtimalinden bahsediliyor. Çok bıçak sırtı bir skor aldı sarı kırmızılılar Calderon'da ama beklenilenden iyi bir skor geldi aslında. Elano bu maçta olduğu gibi rakiple iyi ''didişirse'' ve şayet rehavete kapılmazlarsa ve ayrıca Agüro ile Forlan'ı yine kilitlemeyi başarabilirlerse, turu Atletico Madrid'den çalabilirler. Bana göre dün sahanın en iyi iki adamı Neill ve Keita'ydı. Tabi ki Galatasaray'a geldiğinden beri en iyi maçını çıkaran Leo Franco'yu da unutmamak gerekiyor. Reyes geçen sezon Benfica ile kendi sahasında Galatasaray'a karşı mağlubiyet yaşamıştı. Bu kez de beraberlikle yetindi ama hafızalara kazınacak çok güzel bir gole imza attı. Klişeleşmiş ama güzel bir futbol deyimimiz vardır tam bu maça uygun: Şimdi onlar düşünsün!

Uyursan, Ölürsün!

Daha yerimize oturmadan Balmond'un golüyle başladı maç. Volkan Demirel'i yine ''acılar'' içerisinde izlediğimiz bir pozisyonda yenilen golle Fenerbahçe'nin maça 1-0 yenik başlaması, herhalde yazılabilecek en kötü senaryoydu. Neyse ki, sarı lacivertlilerin en çok eleştirilen oyuncularından birisi olan Wederson Da Silva, inanılmaz güzel ve aynı oranda zekice bir şutla skoru daha on dakika dolmadan, gollü beraberliğe getirdi. Bu da herhalde yazılabilecek en iyi senaryolardan birisiydi.

Ben de dahil olmak üzere Lille'i gözümüzde ne kadar çok büyüttüğümüzü dakikalar ilerlerken anlamaya başladık. Fenerbahçe'nin fazlaca tedbirli oyunu sonrasında, Christian'ın hemen hemen hiç orta sahayı geçmemesi ve Emre'nin de ''lütfen'' atılan hücum pasları sonunda iş Alex ve Güiza'ya kaldı doğal olarak. İlk yarının ortasını biraz geçmiştik ki, Alex ve Güiza o şansı yakaladılar da. Bu pozisyon da herkes Güiza'nın topu kaleye vurması gerektiğini söylüyor ama bence Güiza tam da ''bitirici'' olan işi, yani bomboş kale önünde Alex'e pas vermeyi düşündü ama maalesef yalnızca düşünmek zorunda kaldı! İnsan kasten yapsa, ancak bu kadar kötü bir pas atabilirdi. Ayak ve beyin uyumunu takıma geldiği günden bu yana bir türlü sağlayamıyor İspanyol oyuncu. Pozisyonu kaleye vurarak değerlendirse,(adımı değiştiririm) Alex bomboş diye eleştiri alacaktı. Tek yapması gereken üç metreden topu Alex'in önüne yuvarlamasıydı. Ben bile yapabilirdim! Lille öyle aman aman pozisyonlara girmeden de ilk devrenin sonu geldi.

Lugano'nun ''kumarı kaybetmesinden'' sonra oyuna giren Deniz ve Bilica ikilisini zorlayacak gibi görünmüyordu Lille'in hücum hattı, zorlayamadılar da zaten ama Deniz'in kafa vurmak isterken, omuzuna çarpan ve yumuşayan topun Frau'nun önüne yuvarlanmasıyla birdenbire oluşan atak Lille'in ikinci golünü getirdi. Deniz'in buradaki hatası ise akıl alır gibi değil. Birincisi arkandan oyuncunun depara kalktığını ve kaleci ile aranda bir tehdit oluşturduğunu görüyorsun, ikincisi, arkadan destek veren ve çok tehlikeli bir şekilde seni zorlayan rakip oyuncu yok, üçüncüsü, topu kafayla havaya bile diksen, savunman zaten kademeye girmek üzere. Yapılacak en kötü tercihi yaptı Deniz. Neyseki o hatadan sonra dağılmadı tecrübeli oyuncu. Özellikle bir iki pozisyonda top ne zaman yay civarında havalansa, bütün Lille oyuncuları ''kurt'' gibi Deniz'in vuracağı kafada hata bekledi.

Rövanş maçıyla alakalı olarak zamanı gelince konuşuruz naçizane ancak bir iki hususu şimdiden belirteyim. Birincisi Andre Santos'un cezası. Kala kala Wederson kaldı Fenerbahçe'nin sol kanadında rövanş maçı için. Daum'un Emre'yi sola çekmesi ''cinayet'' olur şimdiden söyleyeyim. Lugano bu maçta riske girdi ve önündeki bir ayı kaybetti. Bilica zaten kendi başına hiç güven veren bir adam değil ve patlamaya hazır bomba gibi. Yanında oynayacak adamın kim ne derse desin, Önder Turacı olması gerekiyor çünkü burada oynayabilecek oyuncuların içerisinde herşeye rağmen en tecrübeli ve en soğukkanlısı Önder Turacı. Taraftara anormal görev düşüyor. Müthiş bir sabır lazım. Tek gol işi bitirecek ama önce yememek lazım. Hele iki tane gol hiç yememek lazım. Daum bu Güiza'yı sahaya sürerse, Fenerbahçe'nin doksan dakikada bulabileceği gol sayısının iyi hesaplanması gerekir. Turun anahtarı da yine ''Büyük Kaptan'' Alex'in elindedir.

Son olarak başta ''o'' anonsu yapan muhtemelen Türk asıllı anonsçu olmak üzere bize düşmanlık besleyen ve en ufak fırsatı tahrik etmek için değerlendirmeyi vazife bilen Fransız soyunun Allah tümden belasını versin! Kıran girsin soylarına!

18 Şubat 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 22. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

ESKİŞEHİRSPOR - GENÇLERBİRLİĞİ

TRABZONSPOR - İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR

BEŞİKTAŞ  - GALATASARAY

FENERBAHÇE - BURSASPOR

17 Şubat 2010 Çarşamba

Yolcudur Abbas!

Sezon başında uçacaktı yuvadan ama bin farklı aksilik meydana gelince Servet'in Marsilya transferi tamamlanamamış ve milli oyuncu Galatasaray kampına katılmıştı.

O günden bu güne de Servet Çetin, Rijkaard yönetimindeki sarı kırmızılı takımda banko oynamış ve ''defansın sigortası'' olmaya devam etmişti. Belli ki Marsilya işi olmasa da Servet Avrupa kapılarını kapatmamış. Bugünün en büyük dedikodusu Servet'in Rubin Kazan'a ''ön anlaşma imzası'' attığı yolunda. Kadrosunda hali hazırda Gökdeniz Karadeniz ve Hasan Kabze'yi bulunduran, önümüzdeki sezon içinde Fatih Tekke ile anlaşarak Türk futbolcu sayısını üçe çıkaran Rubin Kazan yönetimi Servet ile de anlaşmak için girişimlerde bulunuyor.

Servet Çetin yalnızca Galatasaray'ın değil, Türk Futbolunu'nda önemli karakterlerinden birisi. ''Rus Pazarında'' kendisine bir rota çizmeye çalışıyor olabilir. Son iki maçta (Antalyaspor kupa ve Kayserispor) ilk onbirde olmamasının sebeplerinden birisi de bu olabilir mi diyeceğim ama bana pek alakalı gelmiyor. Rijkaard ile sorun yaşıyor da olabilir 29 yaşındaki milli oyuncu. Bu transfer hikayesinin aslını astarını yakın zamanda öğreneceğiz gibime geliyor ama Servet Çetin'in Rubin Kazan'a transfer olması bana birazcık zor bir ihtimalmiş gibi geliyor.

Yeniden Türkiye

İlk defa Fenerbahçe'ye teknik direktör olduğu zaman duymuştuk Guus Hiddink adını. Yıllar sonra bu kez daha büyük bir görev için, A Milli Takım teknik direktörlüğü adına yolumuz yeniden Hollandalı teknik direktörle kesişti.

Dünya küçük derler. Fenerbahçe'ye geldiği sezona iç sahada alınan 6-1'lik Aydınspor yenilgisiyle başlayan ve 22 maç sonunda 9 galibiyet, 7 beraberlik ve 6 mağlubiyetin altına imza atan Guus Hiddink bir Trabzonspor mağlubiyeti sonrası Fenerbahçe'den ayrılmış ve o esnada lider Beşiktaş'ın 18 puan gerisinde kalmıştı. O dönemden sonra, Valencia, Real Madrid ve Real Betis gibi İspanyol Kulüpleri'ni çalıştıran Hiddink, buralarda da öyle pek parlak işlere imza atamadı. Ardından Güney Kore Milli Takımı ile 2002 yılında Dünya dördüncülüğü yaşayan ve Kore'de halk kahramanı olan Hiddink, Güney Kore'den sonra PSV Eindhoven'ın başına geçti. 4 sezonda 3 kez lig şampiyonu, 1 kez Hollanda Kupası şampiyonu, bir kez de Şampiyonlar Ligi yarı finalisti olan Hiddink, Avustralya ve Rusya Milli Takımları derken, Türkiye'ye geldi. Tabi Rusya Milli Takımı'nın başındayken Roman Abramovich'in özel ricasıyla Scolari'nin yerine Chelsea'nin başında geçirdiği ve Şampiyonlar Ligi finalini Iniesta'nın golüyle kılpayı kaçırdığı yarım sezonu da eklememiz lazım.

Açıkçası Hiddink'in futbol felsefesini, oyun anlayışını pek fazla bilmiyorum ama defansif futbola önem verdiğini tahmin ediyorum. Chelsea'ye oynattığı futbol ile de epey eleştiri almıştı ama Chelsea'ye bir ivme kazandırdığı kesin. Güney Kore Milli Takımı'nın başındayken de, tartışmalı bir Dünya dördüncülüğü elde ettiğini unutmamamız lazım. (Özellikle ikinci turdaki İtalya maçı çok enteresan (!) geçmişti) Sözleşmesi 2+2 yıllık ''Kurt'' hocanın. Yani öncelikli hedef Polonya - Ukrayna ortaklığındaki 2014 Avrupa Şampiyonası'na katılabilmek. Eğer bu hedef gerçekleşirse opsiyon devreye girebilir ama opsiyon kozlarının kimin elinde olduğunu bilmiyoruz. Bu ancak o dönem gelince ortaya çıkar tahmin ediyorum.

Hiddink'in Rusya ile Slovenya'ya kaybettiği dramatik bir baraj serisi oldu yakın geçmişte. Zaten Rusya o barajı geçse şu anda Dünya Kupası Finalleri'nde olacak ve belki Milli Takımımız için adı bile geçmeyecekti. Kader bir yerde yolları kesiştiriyor.

Uzun bir zaman sonra ilk kez bir yabancı teknik direktör ile çalışacağız. Yabancı teknik direktörlerden henüz başarılı olan görmedik şimdiye kadar. Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli ile altın başarılar yakaladı Milli Takım. Sepp Piontek'in bir miras bıraktığı ve Fatih Terim'in bu mirası yediği söylenir hep ama tamamen palavradır bu iddia. Hiddink'in tek avantajı farklı kültürlere çabuk alışabiliyor olması. Güney Kore, Avustralya ve Rusya'nın başında fena işlere imza atmadı. Milli Takımı uzaktan mı yoksa yerinden mi kontrol edecek bunu işin başına geçtiğinde göreceğiz. Denilene göre Rusya'da yaşamadan ''remote control'' yapmış. Şanlı medya için bulunmaz bir fırsat bu. İlk kötü sonuçtan sonra söylentiler alır başını gider. Milli Takım'ın başına dünyaca ünlü bir teknik direktör getirmiş olduk. Zaten başta da Dünya küçük dememiş miydik? Her iki tarafa da hayırlı olsun bu transfer.

16 Şubat 2010 Salı

Yenemiyorsan Yenilme!

Üst tarafta yaşanan puan kayıpları ile birlikte, Bursaspor - Trabzonspor maçının hem önemi, hem de stresi bir hayli artmıştı. Kazanan takım hem önemli bir motivasyon, hem de son derece kritik bir 3 puan kazanacaktı ancak mücadelenin sonunda çıkan skor, ne Bursaspor'a ne de Trabzonspor'a avantaj sağladı.

Tayfun Cora'nın sezonu kapatmasının ardından, Ömer Aysan Barış'ın da sakatlanması ile birlikte sağ beke çekileceğini düşündüğüm Serkan Balcı'nın yerine, Rigobert Song'u sağ bek mevkiinde görünce daha maç başlamadan ürktüm aslında. Song sınırlı teknik becerisi ve oyun bilgisiyle hem hücuma yeteri kadar destek veremeyecek hem de hamle zamanlamalarındaki sıkıntı nedeniyle savunmada zor anlar yaşayacak diye düşünüyordum. Bursaspor'da ise cezalı Volkan Şen ve sakat Sercan Yıldırım'ın yokluğunda, Ertuğrul Sağlam forveti Iglesias ve Turgay ile yine kalabalık tutup, klasik 4-4-2 ile sahaya çıkmıştı.

Maçın başlamasıyla birlikte tempoda üst düzeye çıktı ve belirli dakikalar dışında hiç vasatın altına düşmedi. Bursaspor'un zaman zaman yakaladığı ivmeyle topla daha fazla oynamasına ve baskılı görünmesine rağmen daha ciddi pozisyonları bulan taraf Trabzonspor oldu ilk yarıda. İki takımda her ne kadar gole ihtiyaçları olsa da, savunma güvenliğini bir an bile elden düşürmediler. Trabzonspor'un hızlı ve yetenekli orta saha oyuncuları Bursaspor defansı için sürekli kontrol halinde tutulması gereken tehlikeler oldular. İlk yarı boyunca orta alanın Trabzonspor kalesine bakan diliminden sık sık duran toplar kazanan Bursaspor bunların hiç birini değerlendiremezken, ilk yarının sonunda ise bir penaltıdan oldular. Pozisyon sırasında Umut Bulut'un kafaya yükselişi ve ellerinin açıklık mesafesi bence pozisyonun penaltı ile sonuçlanması için yeterli sebeplerdi.

İkinci yarıda hem tempo daha fazla arttı, hem de her iki takım teknik direktörü de saha içine hamle yapmaya başladılar. Bu hamleler esnasında ''büyük hata'' Şenol Güneş'ten geldi. 2002 Dünya Kupası'nda Yıldıray Baştürk'e yaptığı muamelenin aynısını bu aralar Gustavo Colman'a da uygulayan Şenol Hoca, Arjantinliyi oyundan çıkarıp yerine Ceyhun Gülselam'ı sahaya sürdü. Belli ki orta saha direncini arttırmak istedi ancak bu değişiklikten sonra Bursaspor topa daha bir fazla sahip olmaya başladı derken, sahanın Bursaspor adına en iyi iki ismi olan Ozan İpek'in asistinde Batalla'nın kafa vuruşuyla Bursaspor o ana kadar ''atanın kazanacağı'' havada giden maçta skor üstünlüğünü eline geçirmeyi başardı. Bitime 25 dakika kala gelen golden sonra da Ertuğrul Sağlam'ın hataları geldi. Bekir Ozan'ın Ivan Ergic ile değişmesi olması gereken bir değişiklikti ama henüz diri olan ve Trabzonspor savunmasını ''deşmeye'' devam eden Batalla'nın ve forvetlerden Iglesias'ın oyundan çıkmasıyla son 10 dakika da Trabzonspor'un oyundaki etkinliği maç boyunca olmadığı kadar arttı ve üst üste pozisyonlar yakalamaya başladı. Song'un kenara çekilip, yerine Burak Yılmaz'ın oyuna alınması, Şenol Güneş'in maç başından bu yana verdiği en iyi karar oldu hiç kuşkusuz. Burak oyuna girdikten sonra iki kez net pozisyonlar yakaladı ancak birinde hedefi tutturamayıp, diğerinde Ivankov'un müthiş refleksine takıldı ancak Trabzonspor hücumlarına büyük bir dinanizm kazandırdı. 88'de gelişen atakta ise maç boyunca Bursaspor seyircisinin tepkisine maruz kalan Egemen Korkmaz'ın asistinde Umut Bulut'un golü hem skora hem de alınacak puanlara eşitlik getirmiş oldu. Bu temposu yüksek ve seyir zevki kaliteli olan maçta galip çıkmadı ve karşılaşma 1-1 sona erdi.

Bursaspor'dan başlayayım. Müthiş bir taraftar desteği ve harika bir zeminde hem de 3 gün önce ağır performanslı bir maçtan çıkmalarına rağmen istekli, hırslı ve mücadeleci bir oyun ortaya koydular. Volkan ve Sercan gibi iki as oyuncusu sahada olmamasına rağmen, Trabzonspor'u belki de mental olarak bitmiş olabilecekleri bir maçın ardından oldukça zorladılar ve neredeyse 3 puanı alacaklardı. Başta Ozan İpek ve Batalla olmak üzere, Turgay Bahadır ve eski Galatasaraylı Ömer'i çok beğendim. Ivankov bir kaleci ne yapması gerekiyorsa harfiyen uyguladı. Hüseyin Cimşir'de yerinde müdahalelerle Trabzonsporlu oyuncuların karşısına önden bir baraj oluşturmayı başardı ancak, o sakalları ''iğrenç'' görünüyor, haberi olsun. Ertuğrul Sağlam, Kayserispor'dan sonra Bursaspor'u da harika bir takım haline getirmiş. Kendisini Beşiktaş'tan ''afaroz eden'' Yıldırım Başkan'a selam olsun.

Trabzonspor'un bu tip kritik maçları kazanamama hastalığı yine devam etti. 2010 yılındaki yenilmezlik ünvanı da son dakika golüyle de olsa devam ettirilmiş oldu. Şenol Günel'in Selçuk'a 90 dakika boyunca nasıl tahammül edebildiğini anlamadım. Bu kadar kötü oynayan bir oyuncu uzun zamandır görmemiştim. Egemen ağır seyirci baskısı altında ekstra motive olup, iyi bir performans gösterdi. Cale, Bursaspor'un golünde yaptığı kademe hatasına rağmen genel olarak iyi bir performans ortaya koydu. Engin Baytar'da yavaş yavaş takımın bir parçası olma yolunda adımlar atmaya devam ediyor. Umut Bulut, 2010 yılındaki 9. maçında, 10. golünü atarak üst düzey performansını istatistiklere yansıtmaya devam etti.

Önümüzdeki hafta Bursaspor, Fenerbahçe deplasmanına gidecek bir kez daha. Fenerbahçe'ye karşı oynadıkları 3 maçın ikisini kaybettiler bu sezon ancak belki de sezonun en kritik maçlarından birisi oynanacak Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda. Trabzonspor ise İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u uzun süredir zeminine çıkmadığı Avni Aker Stadyumu'nda ağırlayacak ve rakibiyle bu sezonki dördüncü karşılaşmasını oynayacak.

Bu maçta üst düzey performans gösteren her iki takımı da canı gönülden kutluyorum, gerçekten her iki takımda ligi en iyi yerlerde bitirmeye layıklar.

Skor Tahmin Oyunu 21. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 18

TOLGA ŞENER: 3

HAKAN DEMİREL: 2

FARUK TURUTOĞLU: 1



GENEL PUAN DURUMU:

TOLGA ŞENER: 273

HAKAN DEMİREL: 267

FARUK TURUTOĞLU: 235

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 193

11 Şubat 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 21. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

GAZİANTEPSPOR - BEŞİKTAŞ

DENİZLİSPOR - KAYSERİSPOR

MANİSASPOR - FENERBAHÇE

BURSASPOR - TRABZONSPOR

Kırmızı Kart Cezalıları: Mehmet Topuz (Fenerbahçe) Burak Akyıldız (Denizlispor) Hakan Aslantaş (Kayserispor)

Galatasaray'ın Üzerine Oynanan Oyunlar...

Birkaç haftadır bir gündem var futbol kamuoyunda. Galatasaraylı futbolculara uygulanan aşırı sertlik! Başta Adnan Polat ve Haldun Üstünel olmak üzere, birkaç maşa yazarın da desteğiyle Galatasaraylı futbolculara, rakipleri tarafından aşırı sertlik uygulandığına dair yaygara kopartılıyor.

Galatasaray takımının kadrosu bana göre, yıldız oyuncu bazında baktığımızda Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi kadrosu durumunda. Ha bu konu tartışılır. Netice de Fenerbahçe kadrosuda bir dönem, Anelka, Alex, Appiah, Aurelio, Tuncay gibi oyuncuları aynı anda barındırıyordu ama Galatasaray'ın kariyerli yabancılarını (Elano, Keita, Kewell, Jo Alves, Dos Santos, Leo Franco, Lucas Neill, Milan Baros) ve Arda Turan'ı da düşününce ben gelmiş geçmiş en iyi kadronun şu anda Galatasaray'da olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, sağlam bir Galatasaray yabancı kadrosunun piyasaya değeri, şu anda 60 - 70 milyon euro civarını zorlar herhalde. (Sadece eder olarak belirtiyorum, tabi ki Jo Alves ve Dos Santos Galatasaray'ın oyuncuları değiller)

İki sezon önce de Lincoln transferinden sonra aynı yaygarayı kopartmıştı Galatasaraylı yöneticiler. Hiç hoş bir mazeret değil maalesef. Bir kere herşeyden önce rakiplere yapılan bir saygısızlık ve yine rakipler için ekstra motivasyon kaynağı olur bu tip açıklamalar. Milan Baros'un, Harry Kewell'ın uzun süreli sakatlıkları darbeye bağlı sakatlıklar mı? Jo Alves'in sakatlığı ise her daim her futbolcunun başına gelebilecek bir durum. Galatasaray'ın elinde tek forvet var diye kimse kendilerini ''idare etmek'' durumunda değil.

Galatasaraylı yöneticilerin biraz daha ''vakur'' bir tavır sergilemeleri gerekiyor. Kimsenin kimseye ''kasten ve özellikle'' sertlik yaptığı yok. Yoksa bizim Alanzinho'nun şimdiye kadar intihar etmesi gerekirdi!

Okay Karacan'a Yapılan...

Dün akşam Okay Karacan'ın başına gelenlere çok ama çok üzüldüm. Gerek Ekşi Sözlük'te, gerekse Twitter'da Galatasaray lehine yanlı anlatımı yüzünden anormal derece de fazla üzerine gidildi Okay Karacan'ın.

Dün akşam maçı anlatanın Okay Karacan olduğunu duyunca pek bir sevindim. Gerçi yanında yine Ömer Üründül vardı ama olsun maçı Okay Karacan anlatıyordu. Zaten ilk dakikalardan itibaren, o güzel üslupla birlikte kendimi La Liga maçı izliyormuş gibi hissettim. Zaten kendisi de NTV'deyken ağırlıkla La Liga maçı anlattığı için aklımda ''La Liga'nın spikeri'' olarak kalmıştı Okay Karacan.

Bir kere belirteyim, kendisi net bir şekilde Beşiktaşlıdır. Bunu zaten kendisi daha önceden açıklamıştı. Futbolun güzelliğine önem veren bir adamdır. Formula 1 anlatırken de yarışın güzelliğine bayılır ''Silverstone'a yağmur indiriyor'' derken ses telleri titrerdi. Galatasaray'ın temposu, oyunu, yetenekli futbolcuları kendisini etkilemiş olabilir ve Türk insanının henüz hazır olmadığı bir üslupla maç anlatmışta olabilir. Buna katılırım. Ki Okay Karacan'ın beyefendiliğini, spora olan tutkusunu bilmeyenleri anlayabilirim. Herşeyi geçtim, bir Antalyaspor taraftarı olsam ve bu anlatıma maruz kalsam sinirlenebilirdim bile.

Murat Murathanoğlu ve Murat Kosova'da taraflı anlatım yaptıkları için çok ağır eleştiriler almışlardı zamanında. Evet aslında bu adamların hepsi taraf ama bu adamlar güzelliğin, sporun, estetiğin taraftarı. Görselliğin, centilmenliğin taraftarı. Daha bizim bilmediğimiz şeyler bunlar. Daha anlamadığımız şeyler. Bize ''Şenol'un annesini tersten götürmeyin, düzden götürün'' diyen adamlar, ''Yok ebenin a.. Ali Sami'' diyen eski efsane futbolcular, ''Ronaldinho 10 kardeş ve bu on kardeşin dört tanesini solak, iki tanesini sağır, iki tanesi de dilsiz'' şeklinde maç anlatan spikerler, ''Futbolcuların her yerini öpen'' adamlar lazım. Okay Karacan'dı, Murat Murathanoğlu'ydu, Murat Kosova'ydı, hepsini bırakın Kaan Kural'dı lazım değil. Erman Toroğlu, Serhat Ulueren, Ahmet Çakar reytingin ''dibine vururken'', bu tip adamların aramızda ne işi var!

Okay Karacan başta olmak üzere, sporun güzelliğini ve estetiğini, kazanmaktan bir adım öne koyan tüm ''sporseverler için'' geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum.

İkinci Sürpriz...

Beşiktaş'ın grubundan çıkamamasından sonra ikinci büyük sürprizi dün akşam yaşadık Ziraat Türkiye Kupası'nda. İlk maçta Galatasaray'ı 2-1 yenen Antalyaspor, deplasmanda rakibine 3-2 mağlup olmasına rağmen, turu geçerek yarı finalde Trabzonspor'un rakibi oldu.

Antalyaspor turu aslında tabir-i caizse ''aslanın midesinden aldı''. İlk maçta kendi sahasında 1-0 geriye düşen takım buna rağmen maçı pekte avantajlı görünmeyen bir skorla (nihayetinde galibiyet bir avantajdır tabiki) 2-1 kazanıp, Ali Sami Yen'in çimlerine çıktı. Burada da 30. dakikada yediği golle geriye düşüp, turu yine kaybetti ve normal bir Anadolu takımı hüvetiyetinde ''ezilmesi ve sinmesi'' gerekirken, skoru 1-1'e getirmeyi başardı. Galatasaray bir kez daha kendi seyircisi önünde 2-1'i yakalayıp, işi bitirme kıvamına getirmesine rağmen, Necati'nin ikinci golü geldi. Üçüncü golü de yediler ama, maç biraz daha uzasa eminim skoru 3-3'e getirmeyi başaracak azme sahiplerdi.

Galatasaray kesinlikle kötü bir futbol oynamadı. Dün akşamki karşılaşmayı normal bir lig maçı gibi düşünsek, Galatasaray'ın mücadeleci ve tempolu futbolu hiç kuşkusuz alkış alacaktı ve ''forvetsiz'' olmalarına rağmen 3 gol atmaları ''şanlı medya'' tarafından alkışlanacaktı ancak iş kupadan elenmeye gelince, eleştiri okları sarı kırmızılı takıma doğrultuldu.

Galatasaray'da dün akşam en iyi oyuncu Elano Blumer'dı. Caner'de açığa geçtikten sonra bitirici driplingler yaparak etkili bir futbol oynadı. Uğur Uçar'ın akıbetinin de yakın zamanda Ferhat Öztorun gibi olmasını bekliyorum. Sabri takıma tamamen döndüğü zaman kendisi kolay kolay forma şansı bulamayabilir. Emre Çolak artık bu takımın alternatiflerinden birisidir. Bu da Frank Rijkaard'ın eseridir. Emre Çolak kariyer başlangıcını Frank Rijkaard'a borçludur bence.

Antalyaspor için ne methiyeler düzülür bilmiyorum. Sert oynadılar, şunu yaptılar, bunu ettiler anlamam. Analarının ak sütü gibi helal, tertemiz bir tur geçtiler. Koca Galatasaray'a iki maçta dört gol attılar. Birçok kez de kaçırdılar. Rakam daha da fazla olabilirdi yani. Kalesinde Ömer Çatkıç olan, Orhan Ak, Necati Ateş gibi sönmüş yıldızları ''bir kalıba'' sokan teknik direktörüyle Antalyaspor'u yürekten tebrik ediyorum.

Galatasaray zaten genel olarak formsuz. İkinci devre başladığından beri oynadıkları hiçbir maçta vasatı aşamamışlardı ancak Antalyaspor'a karşı iyi bir performans ortaya koyduklarını söyleyebilirim.

Son olarak; Antalyasporlu Bülent Ertuğrul nasıl bir futbol oynadı aklım almadı. Kaç kilometre koştuğunu ve kaç kez top çaldığını çok merak ediyorum. Bir de son dakikada 50 metre depar atıp kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda golü atsaydı, herhalde Avrupa'nın köklü kulüplerinden birisine transfer olurdu! Bülent Ertuğrul'un performansının daimi olmasını diliyorum.

3 Maç Kaldı.

İlk yarısını internet üzerinden, ikinci yarısını ise radyodan takip ettiğim karşılaşmada, Trabzonspor, Avni Aker'in bakımda olması sebebiyle Rize'de oynadığı karşılaşmada İstanbul Büyükşehirspor'u 1-1'in rövanşında 1-0 mağlup ederek, Ziraat Türkiye Kupası'nda yarı finale yükselmeyi başaran ilk takım oldu.

Maçın daha ilk on dakikasında İstanbul Büyükşehir Belediyespor öylesine net pozisyonlara girdi ki, 1-1'in rövanşı için sahaya çıkmış olan Trabzonspor'un işinin bir hayli zor olacağı gözüktü. 7. dakikadaki ilk pozisyonda, İbrahim Akın'ın taşıdığı top, Tevfik'in ayağından İskender'i bulmuştuki, hakem Tevfik'in Engin Baytar'a faul yaptığı gerekçesiyle, İskender'in kaleci Onur ile karşı karşıya kaldığı pozsiyonu kesti. Pozisyon maçın hakeminin maç boyunca yaptığı tek kritik hata oldu çünkü pozisyonda kesinlikle faul yoktu. Bu pozisyondan iki dakika sonra, aynı kanattan ve hemen hemen aynı pozisyon açısıyla kaleci ile karşı karşıya kalan Gökhan Süzen'in vuruşunu, önce Onur çeldi ve yükseklik kazanan top, üst direkten geri geldi. 11. dakikada ise bu kez kullanılan köşe atışında Tevfik Köse'nin altıpastan bomboş kafa vuruşu auta gitti ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor üstüste üç pozisyondan sonuç alamamış oldu. Bu dakikadan, ilk yarının sonuna kadar Trabzonspor oyunun kontrolünü ele geçirerek, üstüste pozisyonlar yakalamaya başladı. Bir duran top organizasyonunda, Giray'ın kafası ağlarla buluşunca Trabzonspor skor üstünlüğünü ilk yarıda ele geçirmiş oldu.

İkinci yarının geniş özetine bakarak, Trabzonspor'un dört beş farklı bir galibiyeti kaçırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle Colman ve Alanzinho'nun iki pozisyonu varki, kaçırmak, atmaktan daha zordu ve Latin Amerikalı oyuncular bunu başardılar. Trabzonspor'un maç boyunca kaleye attığı 12'si isabetli toplam 22 şut olduğunu söylersem herhalde demek istediğimi daha iyi anlatmış olurum.

Trabzonspor bu turu da geçmeyi başararak, statüsü değişen Türkiye Kupası tarihinde ikinci kez yarı finale yükselmiş oldu. İlk yarı finalde, kendi sahasında Lazarov'un golüyle 1-0 yenildiği Kayseri Erciyesspor'u deplasmanda Umut'un golüyle 1-0 mağlup eden Trabzonspor, penaltı atışları sonunda rakibine mağlup olmuştu. Şimdi ikinci kez finale yaklaşan Trabzonspor'un önündeki engel bu kez Antalyaspor.

9 Şubat 2010 Salı

2012 Kuraları Hakkında...

Bundan 20 yıl önce, İzlanda, Malta, bilemedin Kuzey İrlanda ayarında bir itibarımız vardı Dünya futbolunda. Son dönemde kaydettiğimiz ilerleme sayesinde 2. torbayı bile beğenmez olduk artık, kura çekimlerinde. Yeni bir kura çekimi heyecanı yaşandı 2 gün önce ve 2012 yılında Polonya ve Ukrayna'nın ortaklaşa düzenleyeceği Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılmak için mücadele edeceğimiz grup belli oldu.

Hep yakından tanıdığımız ve bildiğimiz ülkeler çıktı kurada her zamanki gibi. Gurbetçilerimizin yoğunlukla yaşadığı ülkeleri çekmiş olmamız bizim için büyük avantaj tabi ki ancak işin bir de başka boyutları var.

Almanya hiç tartışmasız, özellikle son dönemde grup elemelerini en iyi oynayan takım. Daha bir kez bile bir baraj maçı falan oynadıklarını hatırlamam. Çek Cumhuriyeti'ne 4, San Marino'ya 13 gol atıp, giderler finallere rakiplerin hepsini ciddiye alırlar ve turnuva takımı hüviyetlerini, bu grup turnuvalarında dahi korurlar.

Son olarak Euro2008'in yarı finalinde karşılaşmıştık kendileriyle. Bana göre tüm turnuvanın en iyi maçını çıkarmamıza rağmen, tecrübelerine ve isimlerine 3-2 mağlup olup, elenmiştik yarı finalde. Tabi ki kadrolarında birbirinden değerli oyuncular bulunuyor. Bir dönem Mehmet Scholl'e yaptığımız gibi, Mesut Özil'de yeni ''sansasyonumuz'' olacak Almanya maçlarında. Başka Türk oyuncularda çıkabilir karşımıza rotasyon icabı. Malik Fathi, Serdar Taşçı vb... Zaten Almanlar en son seçtikleri U-17 milli takımlarına aynı anda tam 7 Türk futbolcu çağırarak aradaki ''futbolcu soğuk savaşını'' iyice alevlendirdiler. Lider çıkmak için netice itibariyle kilit maçları oyanayacağımız Almanlar karşısındaki performansımızı kestirmek güç ama favorinin net bir biçimde Almanlar olduğu su götürmez bir gerçek. Birinci torbadan keşke Rusya gelseydi diyesi geliyor insanın.

İkinci torbada zaten biz yer aldık ve dolayısı ile Slovakya, Sırbistan, Romanya, İsveç, Yunanistan, İsviçre, Danimarka ve bana göre bu torbanın en güçlü takımı Çek Cumhuriyeti'nden kendimizi sıyırmış olduk. Üçüncü torbadan ise nispeten zayıf bir ekip olan Avusturya geldi. Viyana Kuşatması manşetlerinin şimdiden hazırlandığını düşündüğüm, iki maç oynayacağız Avusturya ile. Son Avrupa Şampiyonası'nda evsahibi kontenjanından finallerde başgösteren ülke, varlık gösteremeden, grup aşamasında turnuvaya veda etmişti. Bu elemelerde de Belçika'yı bile geçebileceklerini sanmıyorum. Nerde o Anton Polsterli günler!

Dördüncü torbadan çektiğimiz Belçika ile son Dünya Kupası elemelerinde karşılaşıp, ilk maçta kendi sahamızda 1-1 berabere kalmıştık. O maçta gollerini atan Wesley Sonck zaten bu takımın ''Hakan Şükür'ü'' konumunda. İkinci maçta ise, Bosna'dan gelen kötü haberle yıkılıp, Belçika karşısına deplasmanda prestij için çıkıp, 2-0 kaybetmiştik. Ne zaman Belçika aklıma gelse, hep farklı mağlubiyetler hatırlıyorum nedense. Türk Milli Takımı'nın gelmiş geçmiş en güzel golünü Oktay Derelioğlu'nun ayağından yine bu takıma karşı kaydetmiştik, ayrıca Recep Çetin'in de milli takım kariyerindeki tek ve enteresan golü yine bu takıma karşı. Enzo Schifo döneminden sonra ciddi bir düşüş yaşayan Belçika Milli Takımı, bizim 17 puanla üçüncü olduğumuz son grup elemelerinde 10 puan toplayıp dördüncü olmuştu. Gruptaki esas rakibimiz bu kez Belçika olabilir kanaatindeyim. Şanssızlığımız, Makedonya, Belarus, Macaristan, Galler, Kıbrıs Rum Kesimi ve Litvanya gibi ''mis'' gibi rakipler dururken, Belçika'nın grubuna düşmemiz oldu herhalde.

Beşinci torbadan daha önceki Dünya Kupası elemelerinde Ersun Yanal yönetiminde iki maçta 10 gol attığımız (4-0 / 0-6) Kazakistan geldi. UEFA'ya kabul edileli daha 10 sene olmamış ülkenin yetenekli ve geliştirilebilir oyuncuları olmasına rağmen herhangi bir sürprize imza atmadan Azerbaycan ile sonunculuk mücadelesi yapacağını ve sonuncu olmayacağını düşünüyorum.

6. ve son torbadan ise K.K.T.C'den sonra ikinci yavru vatanımız olan ancak Ermenistan ile geliştirilen siyasi ve diplomatik ilişkilerin ardından zamlı doğalgaz ithal ettiğimiz Azerbaycan geldi. Azerbaycan ile bir kez aynı gruba düşmüştük ve özellikle Bakü'deki maçta ''anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmişlerdi''. Mutlaka ciddiye almamız gerekecek çünkü daha yakın geçmişte, Malta ve Estonya facialarını yaşamıştık.

Özet olarak A Grubu'nda Almanya'nın birinci olup Avrupa Şampiyonası finallerine direk gideceğini, Türkiye'nin ise (tabi hoca önemli) ikinci olup, baraj maçı oynayacağını düşünüyorum.

B Grubu'nda, Rusya, Slovakya ve İrlanda Cumhuriyeti ilk iki mücadelesi yaparlar. C Grubu'nda ise %80 İtalya, %20 Sırbistan lider bitirir. Diğeri ise Slovenya ile play-off için kapışır kanaatindeyim. D Grubu'nda, Fransa, Romanya ve Bosna Hersek üçlüsünden tahminimce, Fransa birinci, Bosna Hersek ikinci olur. E Grubu'nda Hollanda rahat bir birincilik yapacaktır. İsveç ikincilik için Finlandiya ile çekişir ama mutlaka ikinci olur. F Grubu'nda, Hırvatistan birinciliğin en güçlü adayı. Yunanistan ikincilik için İsrail ile kapışır ama koltuğu kaptırmaz. G Grubu'nda İngiltere rahat bir birincilik, İsviçre'de rahat bir ikincilik elde eder. H Grubu'nda Portekiz, Danimarka ve Norveç ilk iki kapışacak. Portekiz'in ilk ikideki yeri garanti gibi ama diğer takımın kim olacağını kestirmek zor. I Grubu'nda ise İspanya'nın birinciliği ve Çek Cumhuriyeti'nin ikinciliği neredeyse garanti gözüküyor. İskoçya her ne kadar ikinciliği zorlamaya çalışacak olsa da, ben bu gruptan bir değil, iki takımın direk çıkacağını düşünüyorum.

Euro 2012 Grupları

A GRUBU

ALMANYA
TÜRKİYE
AVUSTURYA
KAZAKİSTAN
BELÇİKA
AZERBAYCAN

B GRUBU

RUSYA
SLOVAKYA
İRLANDA CUMHURİYETİ
MAKEDONYA
ERMENİSTAN
ANDORRA

C GRUBU

İTALYA
SIRBİSTAN
KUZEY İRLANDA
SLOVENYA
ESTONYA
FAROE ADALARI

D GRUBU

FRANSA
ROMANYA
BOSNA HERSEK
BELARUS
ARNAVUTLUK
LÜKSEMBURG

E GRUBU

HOLLANDA
İSVEÇ
FİNLANDİYA
MACARİSTAN
MOLDOVA
SAN MARİNO

F GRUBU

HIRVATİSTAN
YUNANİSTAN
İSRAİL
LETONYA
GÜRCİSTAN
MALTA

G GRUBU

İNGİLTERE
İSVİÇRE
BULGARİSTAN
GALLER
KARADAĞ

H GRUBU

PORTEKİZ
DANİMARKA
NORVEÇ
KIBRIS RUM KESİMİ
İZLANDA

I GRUBU

İSPANYA
ÇEK CUMHURİYETİ
İSKOÇYA
LİTVANYA
LİECHTENSTEIN

Peki Ya Bundan Sonrası?

2010 yılına iyi giren takımlardan birisi de Fenerbahçe oldu. Kupada alınan Antalyaspor yenilgisinde dahi, 3 gol birden atan sarı lacivertli ekip, Denizlispor'a da aynı tarifeyi uygulamış, Sivasspor engelini ise 5 golle geçmişti.

Diyarbakırspor maçı aslında bir ''iş kazası'' olarak nitelendirebilir ancak Fenerbahçe'nin girdiği pozisyonların son derece az oluşu ve rakibine verdiği ''fazla gol pozisyonu'' ileriki haftalar için soru işaretleri oluşmasını sağlıyor. Alex'e olan bağımlılıktan kurtulmak için, yeni bir bağımlılık gerekiyordu. Emre Belözoğlu bu sezon bu işi zaman zaman oldukça iyi yaptı ancak oynadığı mevki itibariyle, aldığı sorumluluk hep sınırlı olmak durumundaydı. Oyun sıkıştığı zaman, topu yalnızca Alex'e değil, Emre'ye de veriyordu takım arkadaşları. Sezona ağır bir sakatlığın içerisinde başlayan Özer Hurmacı bu rolün biçilmiş kaftanı oldu aslında. Klas goller atıp, etkileyici asistler yaparak, beklentileri fazlasıyla karşılıyordu Diyarbakırspor maçına kadar. Ziya Doğan zaten defansif oyunun Türkiye uzmanlarından. Hem Özer'i, hem Alex'i hem de Emre'yi iyi kitleyerek, Fenerbahçe'nin göbekten savunmayı delme girişimlerini bertaraf etmeyi başardı ancak Fenerbahçe bu kez yapması gerekeni, yani oyunu kanatlara yığmayı başaramayınca, maçın son 10 dakikasına berabere, son 7 dakikasına ise mağlup girdi. Ayman'ı Trabzonspor'dan tanıdığım için belirtmeliyim, o topa 50 defa vursa ancak üç, beş tanesi oraya giderdi, bu da Fenerbahçe'ye denk geldi. Sonra bunaltıcı baskı esnasında gelen karambol golü ile skoru ancak beraberliğe bağlayabildi sarı lacivertliler. Oyunu kanatlara yığamamanın başlıca sebebi, hiç kuşkusuz bu bölgede oynayan oyuncuların zayıflığı. Andre Santos'un beke çekilmesinden sonra sol açığa yerleşen Uğur Boral'ın iyi performansının uzun süreli sakatlığı yüzünden ''out'' olmasından sonra Fenerbahçe'nin sol kanadı, Wederson ve Andre Santos'a kaldı. Andre Santos büyük beklentilerle gelmesine rağmen, bana göre öyle aman aman bir futbolcu değil. Wederson'u ise tribünler bir kez mimledi artık ve bu oyuncunun özgüveninde de ciddi problemler var. Nerede Ankaraspor'daki Wederson, nerede şimdiki Wederson. Sağ kanatta da eksilmeler yaşandı. Gökhan Gönül bu bölgenin banko adamı ancak önünde oynayan oyuncular konusunda bu sezon oldukça şanssız. Fenerbahçe zaten Deivid'den hemen hemen hiç faydalanamazken, Kazım'ın gidişi ve Topuz'un Kayseri günlerini mumla aratması yüzünden bu bölgenin de ciddi sorunları var. Aslında Fenerbahçe'nin kanat organizasyonu yapamamasını çokta fazla eleştirmemek lazım. Eldeki oyuncuların, durumu ve gücü belli. Özer'in sakatlığı ne kadar sürecek bilmiyorum ama şu yoğun maç trafiğine girerken, Fenerbahçe'nin alternatif azlığında bir hayli zorlanacağı bir gerçek. Aksi gibi Lugano'nun da bir ay kadar oynayamayacağı açıklandı dün. Stopere Önder, sağ beke Bekir geçer, Gökhan Gönül açık mı oynar bilmiyorum ama, sakatlar düzelene kadar, kapanan takımlara karşı Fenerbahçe'nin gol yollarında ciddi sıkıntılar yaşayacağını düşünüyorum. Aziz Yıldırım her ne kadar devre arasında yapılmayan transferi savunsada, gidenlerin yerini mutlaka doldurması gerektiğini bu sakatlık problemleri sonrasında anlayacaktır herhalde. Forvetsiz kalan Galatasaray'ın düştüğü darboğazın bir benzeri Fenerbahçe'yi bekliyor olabilir.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Fırtına Kaldığı Yerden...

2010 yılında çıktığı tüm maçları kazanarak, geçtiğimiz hafta arası, Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final ilk maçı için İstanbul Büyükşehir Belediyespor deplasmanına çıkan bordo mavililer, buradan aldıkları beraberlik sonrasında, 2010 yılı istatistiklerini, ligde tüm maçlarını kazanan ve hiçbir maçta yenilmeyen takım olarak güncellemişti. Bu da gün itibariyle yaklaşık 39 güne tekabül ediyor.

Avni Aker Stadyumu bakımda olduğundan dolayı, Trabzonspor, Manisaspor maçını İstanbul Olimpiyat Stadyumu'nda oynadı. Yaklaşık 30 bin bordo mavili taraftarın doldurduğu Olimpiyat Stadyumu'nda ilk önemli gol girişimi Manisaspor'un yetenekli hücum oyuncusu Joshua Simpson'ın direkten dönen plasesiyle geldi. Bu ataktan sonra canlanan Trabzonspor, Umut Bulut'un Ankaragücü günlerinden hatırladığımız bazukasıyla ilk yarı bitmeden skor üstünlüğünü yakalamayı başardı. Selçuk İnan'ın sakatlığında sahaya onbirde çıkan Ceyhun Gülselam'ın bir başka bazukasıyla skoru 2-0'a getiren Trabzonspor, önemli bir avantaj yakalayıp, soyunma odasına iki farklı önde girdi. İkinci yarıda ise, temposu daha düşük ve Trabzonspor'un daha kontrollü davrandığı bir maç izledik. Gustavo Colman'ın ceza alanı dışından gönderdiği bir başka bazukanın direkte patladığı pozisyonu iyi takip eden Umut Bulut kendisinin ikinci, takımının üçüncü golünü atarak, Trabzonspor'u Manisaspor karşısında farklı galibiyete götürdü.

Şenol Güneş'in gelişinden sonra artan, pas, şut ve pres trafiği Manisaspor karşısında da aynen devam etti. Alanzinho ve Selçuk İnan gibi iki ''iskelet'' oyuncunun sahada olmamasına rağmen, Trabzonspor'un gücünden pek fazla birşey kaybettiğini söylemek imkansız. Ceyhun sahanın yıldızlarından olurken, Teofilo ile uyum süreci içerisinde bir maç daha oynamış oldu ve Trabzonspor'da ilk kez onbirde sahaya çıkma şansını yakaladı. Umut Bulut'un artan ''gol'' performansı, Trabzonspor adına net bir biçimde skora yansıyor doğal olarak. Girdiği pozisyonları gole çevirdikçe, tahmin ediyorum, Umut'un da kendine olan güveni her geçen maç artacaktır. Şenol Güneş son bir kaç maçtır, Ferhat Öztorun'u sol açık mevkiinde deniyordu. Dün de genç oyuncu Cale'nin önünde açığa geçti ve bana göre ''geliştirilebilir'' bir performans sergiledi. Galatasaray'dan kötü bir biçimde ayrıldıktan sonra umarım Ferhat'ın rehabilite olacağı yer olacaktır Trabzonspor Kulübü. Şenol Güneş, gerek Ceyhun olsun, gerek Ferhat olsun, onbirde ya da sonradan oyuna sokarak, genç futbolcularına hem şans veriyor hem de ''sıcak kalmalarını'' sağlıyor ancak aynı şansı yavaş yavaş Barış Memiş'e de vermesi gerekiyor. Diyarbakırspor ile yapılan kiralık anlaşması, Diyarbakırspor'un yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle gerçekleşmeyince, Barış'ı yine ''futbolsuz geçecek'' koca birkaç ay bekliyor olabilir.

Teofilo henüz takıma ve ülkeye alışma sürecinde olduğundan kendisiyle ilgili net birşeyler söyleyemiyorum. Futbol zekası ile ağırlığını kapatıyor, paylaşmayı seviyor ve gol bölgelerinde sıklıkla doğru yerlerde bulunuyor. Dün bir de gol atabilse herşey daha güzel olacaktı O'nun için. Serkan Balcı yine her zamanki gibi ''şahaneydi.'' O'nu Trabzonspor forması altında izlemek gerçekten büyük bir zevk.

Önümüzdeki hafta iki kritik maç oynayacak Trabzonspor. Ziraat Türkiye Kupası çeyrek finalinde İstanbul Byükşehir Belediyespor rövanşı ve ligde Bursaspor deplasmanı. Kayıpsız geçmek en büyük dileğimiz...

Skor Tahmin Oyunu 20. Hafta Sonuçları

BU HAFTA PUANLAR:

FARUK TURUTOĞLU: 17

TOLGA ŞENER: 5

HAKAN DEMİREL: 4

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 2

GENEL PUAN DURUMU:

TOLGA ŞENER: 270

HAKAN DEMİREL: 265

FARUK TURUTOĞLU: 234

FAIRPLAY PLAYSTATION CAFE: 175

5 Şubat 2010 Cuma

Yarı Final

İstanbul Büyükşehir Belediyespor - Trabzonspor ve Antalyaspor - Galatasaray eşleşmelerinin ilk maçlarında net bir şekilde turu garanti altına alan takım çıkmamıştı ancak dün oynanan iki maçtan bana göre iki tane yarı finalist çıktı.

17:00 seansında Manisaspor kendi sahasında Denizlispor'u rahat bir oyundan sonra 4-1 yenerek adını %99 ihtimalle yarı finale yazdıran ilk takım oldu. Bu turun en çetin eşleşmesi olarak gözüken Fenerbahçe - Bursaspor eşleşmesinde ise, Fenerbahçe çoğunluğun beklemediği bir şekilde Bursaspor'u sürklase ederek, adını yarı finale yazdırma yolunda %99 avantaj yakalayan ikinci takım oldu.

Bursaspor maça hem önde basıp, hem de tempo yaparak istekli başladı ancak Fenerbahçe'de geri adım atmayacağını maçın daha ilk dakikalarından itibaren belli etti. Gerçek mevkisini bulunca performasında belirli bir artış gözlenen Andre Santos ile birlikte, Özer ve Alex'in de gayretli oyunuyla ilk yirmi dakikanın sonunda ağırlığını hissettiren Fenerbahçe, Alex'in kullandığı frikikte, direkten dönen topu takip eden Andre Santos'un golüyle skor üstünlüğünü ele almıştı ki, 3 dakika sonra Lugano, bir forvet fırsatçılığı gösterip, skoru 2-0'a taşıdı. Fenerbahçe iki farklı üstünlüğü yakalamasına rağmen, mücadeleyi bırakmayıp, oyundan düşmedi ve dağılan rakibinin üstüne gitmeye devam etti. Bursaspor ise sakatlanan Sercan Yıldırım'ın oyundan çıkmasından sonra hücum girişimlerinde de aksamaya başladı. Fenerbahçe'nin sezon başından beridir en çok eleştirilen özelliği olan ''skora yatma'' girişimlerini bu maçta görmedik. Birbirine uyum sağlayan ve tam bir takım gibi mücadele eden Fenerbahçe'nin bu aralar ''sorunlu'' yıldızı Semih Şentürk farkı üçe çıkaran golü atınca daha ilk yarıda Fenerbahçe tur kapısını ardına kadar açmış oldu.

İkinci yarı da ise karşılıklı ataklar ve net pozisyonlar vardı. Fenerbahçe'nin farkı arttırma girişimlerinin yanında, oyunun son bölümünde de Bursaspor en azından bir gol niyetiyle rakibinin üzerine gitse de gol atma başarısını gösteremedi. Bu yarıda da önce Özer'in bir plasesi, ardından da Gökhan Ünal'ın bir vuruşu Fenerbahçe adına direklerden geri gelirken, Bursaspor'un da Iglesias ile bulduğu nizami gol hakem tarafından geçerli sayılmadı. Gerçi bu gol verilse bile müthiş bir özgüvenle oynayan Fenerbahçe'nin farkı tekrar üçe, hatta dörde çıkarması hiç sürpriz olmazdı.

Sivasspor karşısında alınan 4 farklı galibiyetten sonra, ligin flaş takımlarından Bursaspor'a karşı alınan 3 farklı galibiyette Fenerbahçe'nin ''istim üzerinde'' olduğunu gösteriyor. Devre arasında eksik mevkilerini kapatacak transferler yapmadığı için eleştirilen Fenerbahçe, güzel bir form yakaladı ve bu formun Lille maçlarına denk gelmesi sarı lacivertliler için, işin daha güzel boyutu aslında.

Uğur Boral'ın çarpraz bağlarının koptuğu ve en az 5 ay futbol oynayamayacağı haberi dün akşamın en üzücü haberi oldu. Tam kendine takımda yer bulmuşken ve iyi futbol oynarken gelen bu sakatlık hem futbolcunun kendisi için, hem de Fenerbahçe için gerçekten kötü bir haber oldu.

Alex ve Özer'in saha içindeki uyumu ise gerçekten görülmeye değer. Bir kere Alex, Özer'i çok sevdi. Bu belli. Semih'in attığı golde pozisyonu hazırlayan Özer, Alex'ten özel bir tebrik aldı. Takıma iyice ısındı ve yeteneklerini sergilemeye başladı. Football Manager 2006'dan beri, her versiyonda oyunun büyük yıldızlarından olan Özer Hurmacı'yı Football Manager'dan sonra Türk Futbolu'da keşfetmiş oldu. Özer takımın hücum hattı için de gerçekten ayrı bir ''çeşit'' oldu.

Son olarak; akşam maçı anlatan spiker ve yorumcu Fenerbahçe lehine taraflı bulundu. Ben Bursasporluların bu görüşüne katılmıyorum, yalnızca biraz yeteneksizler ve fazlaca ukalalar hepsi bu aslında...

4 Şubat 2010 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 20. Hafta Tahminleri

TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

BEŞİKTAŞ - GENÇLERBİRLİĞİ

KAYSERİSPOR - GALATASARAY

TRABZONSPOR - MANİSASPOR

FENERBAHÇE - DİYARBAKIRSPOR

Yıldızlar Geçi(l)di!

Sezon başı ve devre arası transferlerinin en etkileyici takımı Galatasaray, Türkiye şartlarında bir tür ''Los Galacticos'' kurma yolunda ilerliyor. Hocasından, futbolcularına kadar, Real Madrid'in, Türkiye versiyonuna imza atma yolunda olan sarı kırmızılı takım, dün akşam Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final ilk karşılaşmasında Antalyaspor'un konuğu oldu.

Antalyaspor enteresan bir takım aslında. Sol bekleri Şenol ve sağ açıkları Sedat'ı ''Allah düşmanımın takımına nasip etmesin!''. Bu sezon Antalyaspor'u beş altı kez izleme şansım oldu. Hem ligde hem de kupada. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan takım tarifine tam olarak uyuyorlar. Djehoua, Tita ve Necati Ateş ile güçlü bir hücum hatları var. Sakat Ali Zitouni ve yedek Veysel Cihan'ı da eklersek, bol alternatifli bir hücum hatları olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle dün akşam ki maçta, Tita'ya bayıldım. Hücum organizasyonlarının neredeyse tamamını yönetti ve o ilk Ankaraspor'a geldiği dönemlerden çok daha farklı bir profil çizmeye başladı. Soğukkanlı hareketleri ve etkili bindirmeleriyle, Galatasaray savunmasına gerçekten zor anlar yaşattı. Necati'de eski takımına karşı, belki de rüyalarını süsleyen golü atmayı başardı. İnce bir ayrıntıdır. Arda Turan'ı en çok eleştiren adamlardan biri olarak, kendisinin şu an Türkiye'nin yerli olarak en iyi futbolcusu olduğu düşünüyorum. Hem özel hayatı, hem geliştirdiği futbolculuğuyla, bana zamanında kendisi için kullandığım ''balon'' vb... lafların hepsini yedirdi. Kendisi büyük bir kaptan ve büyük bir futbolcu oldu. Hem de ben sürekli baskının altında ezileceğini düşünürken... Neyse, konumuz bu değil aslında. Galatasaray'ın golünde korner kullanılıyor ve Arda topun gelişine gerçekten klas bir vuruş yapıyor ve şansının da yardımıyla top iyi yere gidince Galatasaray'ı deplasmanda 1-0 öne geçiriyor. Takıldığım konu golden sonra Levent Özçelik'in gol için ''Uzun süre konuşulacak bir gol demesi''. Peki tamam. Bunu da kabul ettim. Peki Necati'nin golü ne zaman? Yani Arda'nın golü golse, Necati'nin golüne başka bir isim bulmamız lazım. Ya da rolleri değiştirelim. Arda'nın attığı golü Necati'nin, Necati'nin attığı golü, Arda'nın attığını düşünelim. Levent Özçelik'in, Arda için ne methiyeler düzeceğini düşünmek bile istemiyorum. Ayrıca golden sonra, ''Her yerinden öpüyorum'' Rüştü gibi fesatlık düşündüren Ersin Düzen yorumunun izleri kurumamışken, Levent Özçelik'te ''Arda golü her yerimle atarım'' diyor, yorumunu yaparak, aklıma başka başka şeyler getirmeyi başardı! Şu abartma işini, bir türlü bırakamadık gitti. Herşeyi abartıyoruz. Arabada Ntvspor Radyo'da Barcelona'nın bir maçını dinliyorum yakın zamanda. Güntekin Onay, Messi'nin golünü ''Yok böyle bir gol, olamaz böyle bir adam, bu nasıl bir gol böyle'' diye anlatıyor. Heyecanla eve gidip, golü izliyorum. Hayal kırıklığı! Yani gol güzel ama Güntekin Onay öyle bir abartıyor ki, golü izleyince hayal kırıklığı yaşıyorum. O golü Tümer Metin Beşiktaş'tayken, ortalama üç hafta bir atıyordu zaten.

Maçın geneli orta saha mücadelesi şeklinde geçti. Arda'nın golü de, Djehoua'nın golü de, Necati'nin golü de tamamen bireysel yetenek golleriydi. Djehoua'nın o cüssesiyle Neill'a attığı vücut çalımı da gerçekten güzeldi. Necati'nin gol vuruşu da şapla çıkarılacak cinstendi. Antalyaspor hakkı olan bir galibiyeti aldı ama rakibinin biraz daha üzerine gitme cesareti gösterebilseydi, tur için oldukça avantajlı bir skor elde edebilirdi ancak her zamanki gibi ve tüm Anadolu takımlarının hastalığı olan ''galibiyeti koruma'' yoluna gittiler. Eski Galatasaraylı, şimdi Antalyaspor'un stoperliğini yapan Yalçın Ayhan, Jo'yu marke görevini biraz fazla abartarak yaptı. Vücut vücuda girdikleri her pozisyonda, Jo'nun baldırına, bileğine ''enteresan'' müdahelelerde bulundu. Jo'da bunalmış olacak ki, sakatlandım diyip yerini Dos Santos'a bıraktı.

Galatasaraylılarda genel bir panik havası seziyorum. Takımdan her maçta beş, altı farklı galibiyetler bekliyor gibiler ama bu Pro Evolution Soccer değil maalesef. En iyi kadroyu kurunca en iyi olamıyorsun. Tüm takıma birbirleriyle anlaşmaları ve uyum sağlamaları için, biraz zaman gerek. Ha bir de dün akşam Mustafa Sarp başta olmak üzere, Ayhan ve Barış'ın futbolu skandal derecede kötüydü. Caner'de önceki maçların aksine bu maç ''durunca'' Galatasaray'ın tüm hücum varyasyonları hemen hemen başlamadan bitti ve neredeyse bir organize atak dahi yapamadan maçın sonunu getirdiler.

Atletico Madrid maçına kadar toparlanamazlarsa, turu kesinlikle kaybederler. Ligi son haftaya götürecekleri aşikar. Netice de bu takıma daha Hary Kewell ve Keita girecek. İki tane direk sonuç değiştirecek ve maç aldıracak futbolcudan bahsediyorum. Onlar gelince, Jo'nun da, Dos Santos'un da performansları belirgin bir yükseliş gösterecektir diye tahmin ediyorum ancak dediğim gibi Atletico Madrid maçına hazır hale gelmezlerse, turu kesinlikle kaybederler.

Avantajlı Skor

Maç 17:00'de başladı ve mesai saatinin içine denk geldi. Dolayısı ile ancak 60. dakikadan sonrasını izleyebildim. Yolda radyodan takip ettiğim kadarıyla, bir kez Umut'un, bir kez de Selçuk'un çok ciddi gol pozisyonlarından faydalanamadığını, bir kez de İstanbul Büyükşehir Belediyespor adına Herve Tum'un pozisyona girdiğini duydum. İstanbul Büykşehir Belediyespor'un golü de filelerle buluşmadığı için tereddütlüydü ama akşam geniş özetinde gördüğüm kadarıyla, top çizgiyi geçmiş.

Trabzonspor maçı 1-0 mağlup bitirse, son derece sıkıntılı bir skor ile karşı karşıya kalacaktı. Zaten rövanş Rize'de oynanacak, hem Avni Aker'de oynansa bile, seyirci baskısı falan, tur sıkıntıya girebilirdi ki, Cale'nin altın kafası skoru gollü beraberliğe getirip, Trabzonspor'u avantajlı hale getirdi.

Penaltı pozisyunundaki karar doğru. Penaltının kullanımı ise bir o kadar yanlış. Sınırlı teknik kapasitesiyle Umut Bulut o penaltı vuruşunu kullanmamalıydı. Zaten pozisyondan sonra Teofilo kullanmak için niyetlendi ama sonradan ne olduysa atışı Umut kullandı. Cesaretinden dolayı ayrıca tebrik etmek istiyorum kendisini. Teofilo'yu ilk kez bu kadar uzun süre izleme şansı buldum ve çok beğendim. Biraz ağır bir futbolcu ama hem paylaşımcılığı hem de gol pozisyonlarını koklaması bakımından Trabzonspor'a faydalı olacağını düşünüyorum.

Maçtan sonra Abdullah Avcı, Engin Baytar için bir çok şey saydı, söyledi. Oyuncularını provoke ettiğinden, sahayı karıştırdığından dem vururken, bir de ''Allah bana böyle oyuncularla çalışmayı nasip etmesin'' dedi. Engin Baytar için söylediği her söze sonsuz katılırım Abdullah Hoca'nın. Gerçekten de ''çirkef'' bir oyuncu Engin. Kazanmak için her yolu mübah sayanlardan, sorunlu bir adam. Dün izlediğim kadarıyla da iyi oynadı, pozisyonlar hazırladı ancak karakteristik olarak belli başlı sıkıntılara sahip. Abdullah Avcı'da Türk futbolunun güzel yüzlerinden birisi ve gelecekte Türk futbolunun yararlanabileceği kabiliyette bir adam. Yalnız bir sorun var gibi geliyor bana zira Abdullah Avcı bu aralar fazlaca ''atıp tutmaya'' başladı. Her ne olursa olsun, profesyonel bir teknik direktörün, bir futbolcu için bu tip sözleri ulu orta söylememesi gerekir çünkü dünya küçük! Bir de bakmışsın, yarın öbürgün o futbolcu senin takımında oynuyor. Medya bayılır böyle gündemlere ve işin içinden çıkamazsın. Ha bir de unutmadan, Engin Baytar'a biraz fazla dalmış anlaşılan çünkü özellikle takımının stoperlerinin yaptığı kasti sertliklere ve çirkin tavırlara hiç değinmedi maçtan sonra. Bir de dedi ki: ''Kanımızın son damlasına kadar tur için savaşacağız''. Bayılıyorum böyle adamlara. Umarım iddiası, beklentileri ve hedefleri hiç bitmez Abdullah Avcı'nın çünkü Türk futbolunun ileriki yıllarda kendisine ihtiyacı olacağını düşünüyorum. Hem de ay yıldızlı forma altında...

2 Şubat 2010 Salı

Olsana, Olsana, Federasyona Başkan Olsana!

Kulüpler Birliği denilen kurumu Türk futbolunun içinde söz sahibi yaptı, Fenerbahçe'den sonra. Yayın ihalesinden önce 400 milyon dolarları hedeflerken, kendisine gülüyorlardı. Anadolu Kulüpleri'nin cebine yayın ihalelerinden fazla para giriyorsa ve ligimizde 2 sezondur Sivasspor'un, şimdilerde de Bursaspor ve Kayserisspor'un ''esamesi'' okunuyorsa, büyük paylardan birisi de Aziz Yıldırımın'dır. Ortega ile, Appiah ile, Anelka ile, Van Hoojdonk ile açtığı kapıdan, Joao Alves'ler, Kewell'lar, Dos Santos'lar, Frank Rijkaard'lar giriyor bu günlerde.

Yalan yok, Fenerbahçe'ye başkan olduğu günden beridir sevmezdim Aziz Yıldırım'ı ama şu son üç dört yıldır o kadar güzel işlere imza atıyorki, hayran olmamak elde değil. Herkes Fenerbahçe'nin, Beşiktaş'a 4-3 yenildiği maçı konuşurken, O, Ömer Güvenç'in yanağından makas alıp: ''Kalecimizin konsantrasyonu kötüydü, olabilir böyle şeyler, bak ne güzel maç izlettik, ne güzel maç oldu ama şu küfüre bir çare bulalım artık, küfür ettirmeyelim arkadaşlar, yazıktır, günahtır'' diyordu. Küfüre tepkiyi arttırdı, statlardaki küfür oranını düşürmede pay sahibi oldu. Galatasaray maçından sonra ''Merdiven boşluklarına oturmayalım, tehlikeli oluyor, üç kuruş para için fazladan bilet satmayalım, avantacıları stada sokmayalım'' derken, kendisiyle dalga geçtiler ama O işin peşini bırakmadı. Bizzat kendisi koltuk koltuk Fenerbahçe tribünlerini gezerek, taraftarı denetledi, gerektiğinde yanlarında oturdu. O bunları yaptıktan sonra stadlarda nispeten bir ''medeniyet'' ayaklanması başladı. Ha kötü özellikleri, kötü huyları yok mu Aziz Başkan'ın? Var tabi ki. Herkeste olduğu kadar var. Milletimizin zihniyeti nedir ki, Aziz Yıldırım'dan ne bekleyelim ama bir düşünmek gerekir, O'nun Fenerbahçe Başkanlığından sonra değişen futbol zihniyetimizi. FIFA ya da futbol federasyonu nezninde, herhangi bir futbolcu ya da teknik direktör ile davalık olup yüzde olarak en fazla kazanan Türk Kulübünün Fenerbahçe olması tesadüf müdür? Başkaları Del Bosque'ye milyonlarca dolar ödeme yaparken, Ortega'yı cezalandırması bile başlı başına bir derstir. Aslında öyle denilen kadar despot bir adam da değildir. Ali Turan gibi vasat bir defans oyuncusunu dahi kontrat yapmadığı için alaşağı eden Kayserispor ve başkanına göre, bonservis bedeli olmadan takımdan ayrılan Ümit Özat'ı, Tuncay Şanlı'yı, Rüştü Reçber'i ''hırpalamayan'' yine bu adam değil midir?

Bütün bunları niye yazıyorum? Aziz Yıldırım'ın son projesi; futboldaki mali  ve ekonomik hakların orta vadede kulüpler tarafından oluşturulacak yeni bir yapıya devredilmesi ve Futbol Federasyonu'nun sadece organizasyonları düzenleme ve yürütme de hak sahibi olması. Ayrıca da, federasyonun UEFA'nın mali lisans kriterlerini ''sıfır toleransla'' bir an önce yürürlüğe sokmasını istiyor. Herşey kitabına uygun. Hani o ''çok borcu var, ödemelerini yapamıyor'' diye alttan alttan fitil ateşleme derdinde olan radyocular var ya (Misal Barış Ertül) şimdi yorumlasınlar bakalım Aziz Yıldırım'ın bu söylediklerini.

Aziz Yıldırım futbola çağ atlatma peşinde koşuyor bu aralar. Sadece Fenerbahçe Başkanlığıyla sınırlı kalmaması gereken bir adam bence. Dünya futbolunu da yakından takip edip, yenilikleri ve düzgün altyapıları da inceliyor kanaatimce. Destek verilirse, ülke futboluna çok daha fazla şey kazandırabilir. Benden söylemesi...

Kendi İpini Çeken Kulüp!

Bizim takımın başından da bir ara Nuri Albayrak denilen adam geçtiği için çok iyi anlıyorum Beşiktaş taraftarını aslında. Her maçta, yenilse de, yense de, önde de olsa, geride de kalsa, iyi futbol da oynasa, kötü de, ağızlarında tek bir slogan var bu aralar alay konusu olsa da: Yıldırım Demirören YETER!. Dillerinde tüy bitti artık yeter demekten ama eşi bu tezahürat esnasında ağzında alaycı bir gülümsemeyle tempo tutan Yıldırım Demirören, Beşiktaş'ın başkanlığına bir dönem daha devam etme şansını yakaladı.

Murat Aksu'da öyle aman aman bir başkan adayı değildi ve hatta iddialara göre ''cemaatçilerin'' öne sürdüğü bir adaydı.Rivayete göre Bülent Arınç ve Murat Aksu'nun milletvekili babası Abdülkadir Aksu'da, Murat Aksu'yu desteklemeye gelmişlerdi. Yıldırım Demirören'de CHP adadıydı. Bilmiyorum net olarak neyin doğru olduğunu ama bildiğim tek şey var o da ne seçilen Yıldırım Demirören'in ne de aday olarak kalan Murat Aksu'nun Beşiktaş'ın geleceğini koruyamayacağıydı.

Beşiktaş Kulübü'nün taraftarı, Süleyman Seba ve Serdar Bilgili gibi ''kaliteli'' başkanları görmüş bir taraftar topluluğu. Tabi ki alışık değiller, ''tribünlerden temizlenme'' ve dolayısı ile ''linç'' girişimlerine. Büyük takım kimliğini bir süredir kaybetmeye ve meydanı iyice Fenerbahçe ve Galatasaray'a bırakmaya başlayan Beşiktaş'ın durumu artık içler acısıdır. Bu kadar kötü yönetilen ve minimum 10 milyon taraftara sahip olan bir kulübü yönetmek için adamakıllı bir aday çıkmaması utancıdır aslında bu köklü kulübün. Yıldırım Demirören'in zihniyetinin, kulüp yönetme şeklinin Beşiktaş'a bir fayda getirmeyeceği, bilakis önündeki uzun yılları da götüreceği apaçık ortadayken ve 2010 seçimlerinin bir milat kabul edilmesi gerekirken, Yıldırım Demirören ve ekibinin göreve devam etmesi sadece Beşiktaş için değil, Türk futbolu için de bir kayıptır aynı zamanda. Aslında zihniyetimizin yansımasıdır sadece Yıldırım Demirören. Kongrede ''YETMEZ'' diye bağırıp, taraftara ''kılıç çekenlerin'' sesidir Yıldırım Demirören ve ne yazıktır ki, böyle yöneticiler, futbolumuzun içinde olduğu sürece daha ne paralar, ne zamanlar harcar koca koca camialar. Beşiktaş'ın küçülüşünü izlemeye 3 yıl daha devam edeceğiz sevgili dostlar.