31 Ekim 2009 Cumartesi

Baydınız Be Abi!


İyidir, hoştur, büyüktürde, Galatasaray'ın kaybedilen maçlar ya da yitirilen şampiyonluklardan sonra mızmızlanma huyu bir türlü bitmez, bir türlü geçmez. Dün de Haldun Üstünel konuştu. Kendilerine yapılan saldırıdan, hakemin yönetiminden, şundan bundan dert yandı.

Yani o kadar komik oluyor ki artık bu tip çıkışlar, koca koca adamların şu yaptıklarına bakınca şaşırıyorum. Haldun Üstünel kendilerine yapılan saldırılardan bahsederken aklıma Ali Sami Yen'de Fenerbahçe'nin 2-1 kazandığı maç geldi. Herhalde ülke futbolu bundan büyük saldırı görmemiştir şimdiye kadar. O maç oynanıp, 90 dakikası bittikten sonra, bu maçın oynanmaması için hiçbir sebep yoktu ortada. Önce insan dönüpte kendisine bakmaz mı? Şu basın açıklamasını okurken, geçtim uzak tarihi, yakın tarihi bir irdelemez mi? Ayrıca diyor ki kendisi: ''Biz boş vaatler vererek değil, icraatlar yaparak Türk Futbolu'na hizmet ediyoruz.'' Boş vaat dediği de Aziz Yıldırım'ın son Fenerbahçe kongresinde verdiği 3 yıl üstüste şampiyonluk sözü. Sonra devam ediyor ''18 mayıs akşamı şampiyonluk kupasını Galatasaray'ın kaldıracağından kimsenin şüphesi olmasın!'' Allah allah! Az önce boş vaat veriyor diye eleştirdiğin Aziz Yıldırım'dan ne farkın kaldı şimdi!

Yıldırım Demirören, Aziz Yıldırım'ın açıklamasından sonra ''Başkan nasıl bu kadar emin konuşabiliyor, güvendiği bir yerler mi var?'' demişti. Yıldırım Başkan'ı, Haldun Üstünel'in açıklaması için de göreve davet ediyoruz. Yoksa Haldun Üstünel'in güvendiği bir yerler mi var?

30 Ekim 2009 Cuma

Pablo Martin Batalla


Bursaspor'un bu sezon gerçekleştirdiği flaş çıkış, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın giriştiği rekabetin yanında çok fazla göze çarpmıyor olsa da, Ertuğrul Sağlam'ın takımı üst sıralardaki yerini iyice pekiştirip artık çıtasını daha da yukarılara çekmeye hazırlanıyor.

Bursaspor'un bu sezonki başarısında isabetli transferlerinin önemi çok büyük. Tomas Zapotocny, Turgay Bahadır, Ivan Ergic ve Hüseyin Cimşir gibi kaliteli isimlerin yanında bu sezon performans olarak takım arkadaşlarından sıyrılan bir futbolcu var Bursaspor'da. Pablo Martin Batalla...

1984 doğumlu olan ve 25 yaşındaki genç futbolcu Bursaspor'a gelmeden önce, Velez Sarsfield, Pachuca, Quilmes, Gimnasia ve son olarak Deportivo Cali gibi Latin Amerika takımlarında forma giydi. 2007-08 sezonunda Deportivo Cali formasıyla çıktığı 20 maçta 10 gol atarak Ertuğrul Sağlam'ın transfer listesine giren oyuncu, Avrupa kariyerinin ilk sezonunda uyum sorununu çabuk atlatarak, takımını sırtlayan isim oldu. Ofansif orta saha mevkiinde etkili maçlar çıkaran Batalla, son haftalarda ismini Turkcell Super Lig'de iyiden iyiye duyurmaya başladı. Top tekniği ve kuvvetinin yanında aynı zamanda çabuk karar verebilen ve yine çabuk bilekli (literatüre ben kattım!) bir oyuncu olarak göze çarpan Arjantinli oyuncu, Bursaspor formasıyla çıktığı 7 maçta şu ana kadar 3 gol ve 5 asistle oynamaya devam ediyor.

Hem Bursaspor'un hem de 25 yaşındaki Batalla'nın çıkışı devamlı olacak mı olmayacak mı, bunu hep beraber göreceğiz ancak daha yeni Tabata için 8 milyon euro sayan Yıldırım Demirören, 500 bin dolarlık Batalla'nın performansını görünce scout ekibini (böyle bir ekip varsa tabi!) değiştirmeyi düşünüyor mudur merak ediyorum?

Cumhuriyet Bayramı'mız Kutlu Olsun...


28 Ekim 2009 Çarşamba

Skor Tahmin Oyunu 11. Hafta Tahminleri


TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

ANTALYASPOR - BURSASPOR

BEŞİKTAŞ - ANKARAGÜCÜ

GALATASARAY - SİVASSPOR

KAYSERİSPOR - FENERBAHÇE

Kırmızı Kart Cezalıları:

Galatasaray: Abdulkader Keita
Kayserispor: Ali Turan

Disiplin Kuruluna Sevkedilenler:

Galatasaray: Arda Turan
Fenerbahçe: Christian Baroni, Bilica

Kim Bu Futbolcu?


1994'te ABD'de düzenlenen Dünya Kupası'nda Brezilya Milli Takımı'nın tüm maçlarında forma giyen ve kupanın kazanılmasında önemli rol oynayan futbolcuyu hatırlayabilecek misiniz?

Doğru cevabı cuma sabahı açıklayacağım...

DOĞRU CEVAP: Marcio Santos... İlk doğru cevabı veren Balthazar'ı Sensible Soccer'daki emektarını hatırladığı için  tebrik ederim. Bizim Özgürstar'da Marcio Santos doğru cevabını vererek, hafife alınmayacak bir futbol bilgisine sahip olduğunu göstermiş oldu. ''Kim Bu Futbolcu?'' oyunumuzu gün be gün zorlaştırarak sürdüreceğim, anlaşılan bizim sorular, blog okurları için iyice ''çerez'' durumuna düşmeye başlamış vaziyette... Görüşürüz :)

1 Yıl Men


Geçen sezon Beko Basketbol Ligi play-off final serisi 5. maçında yapılan doping testinde Efes Pilsen'in milli basketbolcusu Kerem Gönlüm'ün hem ''A'' hem de ''B'' numunelerinde ''cathene'' maddesi kullandığı ve dolayısı ile oyuncunun ''doping'' yaptığı tespit edilmişti.

İki gün önce Kerem Gönlüm'ün cezası 1 yıl olarak açıklandı Basketbol Federasyonu tarafından ancak iş bununla bitmedi. Şimdi hem Kerem Gönlüm hem de Efes Pilsen Kulübü Tahkim Kurulu'na gitmeye hazırlanıyor. Bazen şu olan bitene gülüyorum sadece. Kerem Gönlüm, bilerek ya da bilmeyerek, sebebi her neyse doping yapmış işte. Cathene denilen madde Türkiye'de yasaklı maddeler arasında yer alıyor ve hem kulüp doktorlarının, hem kulübün kendisinin hem de oyuncunun bilmesi şart koşullardan birisidir yasaklı maddeler listesi. Bu maddeyi kullanmış bir sporcunun ve bağlı bulunduğu kulübün tespit edilmiş ve ispatlanmış bir durum için mahkeme mahkeme gezmesi hiç hoş bir durum değil. Burada federasyona düşen asıl görev ise, Kerem Gönlüm'ün bu maddeyi nerede, nasıl, kimin önerisiyle ya da ne şartlar altında kullandığını tespit etmek. Efes Pilsen Kulübü'nün bu olaydan haberi varsa mutlaka kulüp bazında da ceza alması gerekir. Bu federasyon bunları açığa çıkarabilecek basirette midir? Açıkçası hiç sanmıyorum...

Kaptan Kewell!


Postun başlığı bir süper kahraman ismi gibi duruyor ancak bir kısım Galatasaraylının son iki gündür geliştirdiği yeni bir ''tez'' bu.

Arda Turan'ın Fenerbahçe maçından önce Christian ile yaşadığı gerginliğin ardından henüz kaptanlığa hazır olmadığı düşünülmeye başlandı. Tabi ki bu konuda Fenerbahçe maçındaki hareketlerini baz alarak ''Bu adam nasıl kaptan olmuş?'' şeklinde bile düşünebilir, dışarıdan bakan bir göz ancak Arda'nın kaptanlığının ve takımın tümden O'na emanet edilmesinin tohumları geçen sezonun devre arasında atılmaya başlamıştı. Arda'dan beklenen şeyler aslında öyle az buz şeyler değil aslında. 22 yaşında gencecik bir adamdan, hem maç kurtarması, hem her maç aynı performansı göstermesi, hem milli takımda oynaması, hem Türkiye'nin en büyük iki kulübünden birinde (ki Galatasaray'ın Avrupa'daki marka değeri diğer büyük Fenerbahçe'nin fersah fersah önünde) kaptanlık yapıp, takımının haklarını savunması. Bu tip işleri Fenerbahçe'de 33'üne merdiven dayamış Alex de Souza, Liverpool'da Steven Gerrard, Chelsea'de John Terry ve Frank Lampard gibi isimler yapıyor. İsimleri yanyana koyunca Arda'nın işinin ne kadar zor olduğu görülüyor ve bu baskının üstesinden gelmesinin mental anlamda çok büyük zorluklar içerdiği rahatlıkla anlaşılabiliyor ancak ligin onuncu haftasında Arda'dan kaptanlığı devralmak, kendisini bir nevi bitirmek anlamına geleceği için Kewell'ın kaptanlığı pek mümkün görünmüyor ancak benim merak ettiğim soru şu: Neden Kewell?

Leeds United'ta parlayan futbol kariyerini Liverpool'da sürdürürken, yaşadığı ağır sakatlıklar yüzünden gözden düşen ve Galatasaray'a gelen Kewell, Galatasaray forması altında da ''kalitesini'' hemen belli etti. Aslında Harry Kewell'ın taraftarın sevgilisi haline gelmesinin sebeplerinin büyük çoğunluğu hep fedakarlıkla ilgili. Yedek kaldığı maçlarda profesyonelliğini konuşturup en ufak bir huysuzlanma belirtisi göstermeyen, Hambug maçında hiç görevi olmamasına rağmen stoper mevkiinde oynayıp takımın her departmanda yardımına koşacağını açıkça belli eden, sol kanat, sağ kanat demeden görev verilen her mevkiide sorunsuz oynayan büyük yıldız, attığı goller ve yaptığı asistlerle de teknik kadronun olmasa da taraftarın gözbebeği durumunda. Doğal olarak kaptanlık için adı geçen ilk isim ne Servet, ne Emre Aşık, ne Hakan Balta, ne Keita ne de Baros oluyor. Henüz Galatasaray'daki ikinci yılı olmasına rağmen Kewell, Galatasaray taraftarının kaptanı olmuş durumda, yapılan anketlerin ve taraftar demeçlerinin ardından bu sonuca ulaşmak hiçte zor değil.

Helvayı Kim Yapacak?


Son Kayserispor maçı da dahil olmak üzere gergin bir on haftayı geride bıraktı Trabzonspor. Bu süre zarfında, tek forvet, çift forvet denemeleri, savunma hattı üzerinde oynamalar, Cale'nin yediği kesik ve Ferhat'tan beklenen verimin alınamaması, Alanzinho'nun iyice harcanması gibi çeşitli oluşumlar ve değişimler yaşadı Trabzonspor.

Son maçta sahaya çıkan onbir ise tamamen intihar meyilliydi. Yattara ve Engin Baytar'ı aynı kanada yakın kullanan ve sol tarafı yine Gabric'e teslim edip ön libero olarak Ceyhun'u tek başına oynatan Hugo Broos, Kayserispor'un resmen ''şov'' yaptığı ilk 25 dakikanın ardından Yattara ve Engin'i kenara alıp sahaya Umut ve Selçuk'u sürünce maçın gidişatı tamamen değişti. 25 dakikada en az 5 %100'lük pozisyonu ziyan eden Kayserispor karşısında Trabzonspor daha ilk yarı bitmeden önce Gökhan Ünal ardından da Ceyhun Gülselam'ın golleriyle daha ilk yarıda maçı lehine çevirmeyi başardı.

Aslında bahsetmek istediğim maçtan çok yapılan değişiklikler ve iskelet onbirin kurulabilmesi hakkında. Kaleciden başlayalım. Bu bölgede Trabzonspor'un üç alternatifi var. Tony Slyva, Tolga Zengin ve Onur Kıvrak. Senegalli kaleci sezon başından beri hatalı goller yemiş olsa dahi hem defansı tanıması hem de mükemmel oyun okuma ve topu oyuna sokma kabiliyetiyle birinci kaleci statüsünü korumalı ancak yalnızca bu sezonluk. Önümüzdeki sezon kale Onur'a devredilmeli ve bir yabancı kontenjanı açılmalı. Stoper mevkiinde dört alternatifi var Trabzonspor'un. Kaptan Egemen Korkmaz, Rigobert Song, Giray Kaçar ve Tayfun Cora. Aslında Ceyhun Gülselam'ı da bu kategoriye koyabiliriz ancak Ceyhun'un hücum gücü son derece yüksek olduğu için O'nu stoperler arasında saymak istemiyorum. Bu mevkide de Song ve Egemen birinci tercihler olmalı. Giray bu sezon yeterince şans aldı ve henüz ciddi bir tecrübe eksikliği olduğu hemen göze çarptı. Özellikle Avni Aker'deki seyirci baskısına ciddi kademe ve zamanlama hataları yaparak cevap veriyor. Bir de kafa toplarında pek iyi değil sanki. Oftaş'tayken milli takıma dahi yükselen Giray'ın biraz zamana ihtiyacı var gibi. Tayfun Cora'nın da esas mevkii sağ bekten çok stoper ama fiziksel olarak o bölge için yeterli olmadığını düşünüyorum. Sağ bek mevkiinde kısıtlı alternatifleri var Trabzonspor'un. Emrah Eren'den sonra o bölgeye bir türlü gerçek bir sağ bek transfer edilmediği için bölgeyi stoper Tayfun Cora ve ön libero Serkan Balcı müdafa etmeye çalışıyorlar. Tabi ki benim oyum Tayfun Cora'dan ziyade sahaya ciğerini döken Serkan Balcı'dan yana. Sol bek mevkiinde ki iki alternatiften Hrvoje Cale, Ferhat Öztorun'a göre bir adım daha önde ama Ferhat özgüvenini kazandıkça forma için yine rekabete girecektir. Galatasaray'dayken milli takımın sol beki olacağını düşündüğümüz Ferhat 4-0'lık Fenerbahçe mağlubiyetinden beridir kendisini bir türlü toplayıp sorumluluk almayı beceremedi. Forma şansı bulduğu maçlardaki çekingen oyunu kendisini hep bir alternatif olarak görmemize neden oluyor. İki ön libero tercihinden birincisi kesinlikle Ceyhun Gülselam. Hem tekniği, hem hava hakimiyeti, hem de top çalma yüzdeleriyle o bölgenin bir numaralı oyuncusu olmayı kesinlikle hakediyor. Zaten yedek başladığı sezonda tırnaklarıyla kazıya kazıya formayı kapmayı başardı. Bölgedeki ikinci oyuncu için geriye üç alternatif kalıyor. Selçuk İnan, Razundara Tjikuzu ve Serkan Balcı. Serkan'ı sağ beke koyduğumuza göre Selçuk ve Tjikuzu arasından yapacağımız seçimde benim oyum uzak farkla Selçuk'a gider. Hele ki, sonradan oyuna girdiği Kayserispor maçındaki gibi sorumluluk duygusu yüksek futbolunu oynasın, ne Tjikuzu'ya ne de başka bir alternatife çok ihtiyacı kalmaz Trabzonspor'un. Orta sahanın solunda Gabric birinci tercih. Getirenlere teşekkür etmek lazım çünkü hem idealleri olan hem de yetenekli bir adam Gabric. Takıma ve şehre uyum sağladıkça çok daha başarılı maçlar çıkaracaktır. Orta sahanın soluna transfer edilen ancak bölgede bir 90 dakika bile oynayamayan Alanzinho ise Gabric transferiyle birlikte zaten o bölgede oynama şansını iyiden iyiye bitirmiş oldu. Sağ kanatta, 61 numaralı formasıyla İbrahima Yattara, Engin Baytar, Barış Memiş ve Alanzinho gibi alternatifleri var Trabzonspor'un. Bunların içerisinde sağlam kafa ve sağlam ayaklı Yattara tabi ki ilk tercih olmalı ancak Yattara'nın sakatlığından sonra tedirginliğini üzerinden atamadığı çok belli. Dolayısıyla Yattara iyileşene kadar Alanzinho o bölgede mutlaka oynamalı. Özellikle kapanan savunmalara karşı çilingir vazifesi görebilecek, etkili driplingleriyle rakiplerinin kart görmesine yol açacak yetenekte bir futbolcu ancak şu meşhur Gençlerbirliği maçında yaşadığı travmayı atlatması gerekiyor Brezilyalının. Geriye iki tane mevki ve üç tane onbir oyuncusu kalıyor Trabzonspor'un. Ofansif orta saha ve forvet. Gustavo Colman takımın olmazsa olmazı olduğuna göre, onbirinci oyuncu olarak ya Gökhan Ünal'ın ya da Umut Bulut'un tercih edilmesi gerekiyor. Eğer bu dizilişte tek forvet oynanacaksa arkaya iyi koşular yapan ve son vuruş gücü Umut'a göre daha etkili olan Gökhan Ünal ilk tercih olmalı ancak Umut ve Gökhan'ın uyumunu düşündüğümüzde bu kez sağ kanadı boşaltıp, Umut'u çizgiye biraz daha yakın oynatıp, Gökhan'a partnerlik etmesi istenebilir. Bu durumda da sağ kanat alternatiflerinin tamamı yedek kulübesini boylar. İşte bu denklemde maçtan maça oluşacak rotasyonlarla belirlenmelidirki, Hugo Broos'un en zayıf kaldığı nokta da bu denklemi kurmak ve sahaya ideal onbiri çıkarmaktan geçiyor. Son beş maçında gol yememiş Kayserispor karşısına tek forvetle çıkmanın bedelini ağır ödememesinin iki sebebi var. Birincisi futbol şansının yanında olması (o maçta Kayserispor'un ilk yirmi dakikada kaçırdığı gol pozisyonlarının tamamını başka takımlar toplam iki maç ve 180 dakikada bulamıyorlar) ikincisi ise müdaheleyi tam zamanında ve doğru oyuncularla yapmış olması. Trabzonspor'un elinde kendi sistemini oynayacak ve rakibe göre kadro çıkaracak bir oyuncu kalitesi ve bolluğu var.

Kısaca un, şeker, helva herşey var şu anda bana göre, helva yapmak için ama helvayı yapacak yetenekte bir teknik direktörümüz var mı? İşte bu sorunun cevabını kalan altı maçta alacağız sanıyorum. Hugo Broos'un Kayserispor maçından dersler çıkarmış olması gerekiyor.

27 Ekim 2009 Salı

Adam Ol!


Tam kendisini toparladı artık olgun bir adam oldu dediğimiz Arda Turan, Christian'ın tahrikine kapılıp, abilerinden gördüğü gibi sahada racon kesmeye kalkınca, Galatasaray daha maç başlamadan psikolojik anlamda geriye düşmüş oldu.

Kale arkasındaki bir avuç Galatasaray taraftarı takımını alkışlamak ve moral vermek üzere tribünlerin önüne çağırıyor. Sahanın diğer yarısında ısınma hareketlerini sürdüren Galatasaraylı oyuncularda, kendi yarı sahalarını terkedip Fenerbahçeli oyuncuların arasından taraftarlarının bulunduğu tribüne doğru giderken Christian Baroni anlamsız bir şekilde Arda'yı itiyor. Televizyonda birkaç kişiden ''şööyle bir dokundu'' gibi şeyler duydum. ''Şööyle bir itme'' falan yok ortada, Christian Arda'yı bayağı bayağı iki eliyle birden sert bir biçimde itiyor. Maçtan sonra dediği gibi ortada bir ayağa basma falan da yok. Tamamen kendi inisiyatifiyle Arda'ya tabiri caizse ''sataşıyor'' Brezilyalı. Arda buna rağmen seyircisine gidip alkışlıyor ve dönüşte ''intikam ateşiyle'' soluğu Christian'ın yanında alıyor. Brezilyalının üzerine yürürken de hepimizin dudağını okuduğunu gibi ''Adam ol!'' tümcesini dilimizi bilmeyen Christian'a birkaç kez tekrarlıyor. Ortalık karışıyor, Bilica, Arda'ya saldırıyor, Colin Kazım, Aydın'ı sarsıyor, Arda hışımla kendisini tutanlardan kurtulmaya çalışıyor.

Bu görüntülerin daha beterini, geçtiğimiz nisan ayında Ali Sami Yen Stadyumu'nda izlemiştik hepimiz. Olayların baş aktörü olan Arda Turan'ın nasıl bir psikolojide sahaya çıktığının en güzel kanıtı aslında bu pozisyon. O olaylardan hiç ders almamış ve belli ki sırtı sıvazlanmış genç kaptanın. Christian maç içinde bir kez Arda'yı net bir biçimde yumrukladı ve bir kez de Arda'nın kaybettiği toptan sonra yanına gidip eliyle ''kalk'' işareti yaptı. Sanki Arda'yı tahrik etme ve oyundan düşürme görevi ''özellikle'' verilmişti Christian'a. Bir adam bir adamın üstüne bu kadar gitmez. Zaten Arda Christian'a uysaydı bence 90 dakikanın tamamlanması mümkün olmazdı.

Gelelim Arda'nın yaptığı hareketin ''inceliklerine''.O yaşta Galatasaray'ın kaptanı olmak öyle az buz bir iş değil. Belli ki kendisine çok güvenenler ve ''sembol'' olarak görenler var. Galatasaray'ın eski kaptanlarından Turgay Şeren'i efendiliği ve örnek kişiliğiyle duymuştuk zaten, Cüneyt Tanman'ı ise az buçuk izleme şansımız oldu. Bir takım kaptanının görevi sahada ne olursa olsun kavga etmek değil, ortamı yumuşatmak ve takımını sakin tutmaktır. Özellikle deplasman takımı oyuncularının böyle gergin maçlarda sinirlenmemeleri ve sakinliklerini korumaları gerekir. Galatasaray deplasmanda kendilerine nefretle bakan binlerce İngiliz'in içinde Leeds United'ı resmen ''perişan'' etmişti. Bunu yaparken de en ufak tahrike kapılmadan sadece işlerini yaparak sahadan final vizesiyle ayrılmışlardı. Sen daha ısınırken yapılan tahrike kapılıp, ortalığı savaş alanına çevirirsen, seyirciyi ateşleyip, ortamı takımının aleyhine gerersen maçtan sonra da bu eleştirileri duymak zorunda kalırsın.

Galatasaraylı bazı futbolcuların mental olarak ciddi desteğe ihtiyaçları var belli ki. Bu ruh hali ve gerginlikle yüz Fenerbahçe deplasmanı oynasalar, yüzünü de kaybederler. Zaten Arda Brezilyalı rakibine ''Adam ol!'' derken rakibinin dilini bilmediğinin farkında bile değildi. Türk oyuncuların ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, altyapılarının ne kadar zayıf olduğunun en başarılı temsilcilerinden birisidir Arda Turan. Kendisi daha onsekizindeyken Fransa'da oynanan Bordeaux maçında da rakibine kafa atıp kırmızı kart görmüştü. Belki de ''huylu huyundan vazgeçmez'' demek daha doğru olur Arda için... Statüsü ne olursa olsun...

Sonuç Değişmiyor


İki takımında dizilişleri ile felsefeleri derbi maça özel bozulmadı. Galatasaray şimdiye kadar neyse, 9 yıldır berabere bile kalamadığı Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda yine aynıydı. Aslında Rijkaard'dan beklenen de buydu. Maçtan önceki yazımda orta sahada Sarp ve Ayhan'ı üçüncü bir koşan adamla desteklemezse Rijkaard'ın bunalacağını söylemiştim ancak bu kadar ezici bir orta saha üstünlüğü beklememiştim Fenerbahçe'den. Son yıllarda hemen her iç sahadaki Galatasaray maçında olduğu gibi yine kaleyi bulan ilk top Lugano'nun tiplemesiyle gol oldu ama top dışarıdan çevrildiği için bu gol geçerli sayılmadı. Fenerbahçe yavaş yavaş Galatasaray'a üstünlüğünü hissettirmeye başlarken, orta sahada futbol anlamında kazanılan zafer skora yansımakta gecikmedi. Gerçi gol ofsayttı ancak eminim ki, Fenerbahçe ofsayttan gelen gol olmasa dahi birkaç dakika içinde golü yine de bulacaktı. Galatasaray skorda geriye düşünce zaten olmayan oyun ritmini tamamen yitirdi ve maç sonuna kadar bir daha asla yakalayamadı. Hakan Balta, Mustafa Sarp ve Ayhan Akman'ın ''cesur'' girişimlerine rağmen, Nonda, Elano, Keita ve özellikle maçtan önce ''racon kesen'' Arda tamamen silik bir görüntü içinde olunca, Galatasaray ilk yarıyı pozisyona giremeden tamamladı. İkinci yarıda tamamen yaralı avını şah damarından ısırmak için fırsat kollayan bir aslan gibiydi Fenerbahçe. Leo Franco ilk yarıda yaptığı kritik hatayı bir kez daha tekrarlayınca Alex'i kendisiyle başbaşa bıraktı ve bu pozisyondan da bir penaltı kararı çıktı. En delikanlı geçinen yorumcuların dahi; ''Alex penaltıyı aldı, Franco elini indirse Alex kart görür'' gibi garip açıklamar yaptığı pozisyon kesinlikle penaltı değildi ancak kabul etmek lazım ki, ani gelişen ve çözülmesi zor bir pozisyondu. İkinci golden sonra Fenerbahçe'nin farka gideceğini düşünmeye başlamıştıkki, Galatasaray adına ayakta kalan bir iki adamdan biri olan Hakan Balta karambolde topu Fenerbahçe ağlarına gönderip takımını yeniden ümitlendirdi ancak tam Galatasaray biraz oynar gibi olduğu anlarda Keita, Roberto Carlos'u yumruklayınca takımını on kişi bırakıp bir anlamda maçı da bitirmiş oldu. Keita'nın kırmızısından sonra Aydın'la çok net bir fırsat yakalamayı başaran Galatasaray golü bulamadı ve maçın son dakikalarında Güiza'nın iğne deliğinden geçirdiği top ağlarla buluşunca 9 yıllık seri kendini geliştirerek 10 yıla çıktı.

Fenerbahçe adına Alex, Colin Kazım, Wederson ve Mehmet Topuz bana göre sahanın en iyi oyuncularıydı. Alex hiçbirşey yapmadan iki golü Galatasaray ağlarına bırakmayı başarıp yine ''terlemeden'' haftanın futbolcusu olmayı başardı. Colin Kazım tek forvet pozisyonunda son derece fazla çalışıp Servet ve Gökhan'ı fazlaca uğraştırınca arkadan gelen oyuncular için birçok önemli fırsat kapısı açılmış oldu. Geçtiğimiz haftalara nazaran daha tutuk bir görüntü bir çizen Emre Belözoğlu kendi yarı sahasını biraz daha fazla geçebilseydi sık sık şut pozisyonları yakalayabilirdi. Bu tip maçları ''özenle'' oynayan Roberto Carlos yine iyi bir oyun çıkarırken, en büyük desteği Wederson da Silva'dan aldı. Mehmet Topuz Fenerbahçe onbirindeki yerini korumayı başarırsa bu takıma uzun yıllar hizmet eder. Zaten tırnaklarıyla kazıyarak kaptığı formayı da en azından birkaç maç Daum'un kendisinden almaması gerekiyor.

Galatasaray yılların getirdiği baskıyla çıktığı maçta yine son derece silik ve etkisiz bir görüntü çizdi. Stadın atmosferi ve rakip oyuncuların presi karşısında 90 dakika nefes alamayan sarı kırmızılılarda, Rijkaard'ın Kewell ve Aydın hamleleri de gerekli etkiyi yapmadı. Mustafa Sarp ne kadar istekli oynarsa oynasın, sınırlı kapasitesiyle maalesef Galatasaray gibi bir takımda oynayacak ayarda bir futbolcu değil. O'nun yerine mutlaka Emre Belözoğlu tarzı bir ön libero/ofansif orta saha karışımı oyuncu gerekiyor. Sahada sadece gezen Elano Blumer'ın yerine aslında böyle bir oyuncu transfer edebilirdi sarı kırmızılılar.

Onuncu hafta bitti ve puan farkı yeniden beşe yükseldi Fenerbahçe ile Galatasaray arasında. Sezona fırtına gibi giren ve hem ligde hem de Avrupa'da rakiplerini gole boğan Galatasaray, hem ikinci mağlubiyetini aldı hem de muhtemelen bir özgüven kaosunun içine girdi. İlk yarının sonuna kadar neler olacağı bilinmez ama eğer Bursaspor'da ayakta durmayı başarabilirse çok zevkli bir şampiyonluk yarışının tam ortasında olacağız gibi geliyor.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Skor Tahmin Oyunu 10. Hafta Sonuçları


BU HAFTA PUANLAR:

TOLGA ŞENER: 22

BALTHAZAR: 13

FARUK TURUTOĞLU: 8

HAKAN DEMİREL: 4

GENEL PUAN DURUMU:

HAKAN DEMİREL: 147

TOLGA ŞENER: 143

FARUK TURUTOĞLU: 111

BALTHAZAR: 95

23 Ekim 2009 Cuma

Asrın Maçı (!)


Her sene asrın maçı olur Fenerbahçe - Galatasaray ya da Galatasaray - Fenerbahçe maçları. Yeni bir asrın maçı bekliyor bizi pazar akşamı Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda.

Fenerbahçeli futbolcuların psikolojik olarak, Galatasaraylı futbolcular karşısında Usain Bolt kadar önde olduğu maçın ilk gerçeği. Son yıllarda bu staddaki her maçta rakibini ''tarumar'' eden Fenerbahçe bu kez hem de ''form tutmuş'' vaziyette Galatasaray'ı bekliyor. Deivid'in kesin olarak olmadığını söylemekle birlikte Alex de Souza ve Daniel Güiza'nın bu maçta kesin olarak oynayacaklarını söyleyebilirim. Özellikle bu tip derbi maçlarında sistem ve taktikten çok, istek, hırs ve bireysel yetenek öne çıktığından, Alex de Souza'yı riske etmemek gibi bir düşüncesi olmayacaktır Christoph Daum'un. Bu tip maçlarda baskıyı bir şekilde lehine çevirip insanüstü oyunlar çıkaran futbolcular da olur her daim. Mesela Selçuk Şahin. Normalde dokunmasının bile pek olası gözükmediği (kendi yetenekleri babında) pozisyonlarda değme santrforlara taş çıkartacak goller attı geçen sezon hem Galatasaray'a, hem de Beşiktaş'a. Kısaca maçın psikolojik üstünlüğü hiç kuşkusuz Fenerbahçe'nin en büyük silahı olacak.

Üç aşağı beş yukarı Fenerbahçe'nin sahaya çıkardığı onbir ''kemikleşmiş'' vaziyette. Mehmet Topuz'un da kadroda kendisine yer bulmasıyla birlikte Daum'un eleştirilecek ve gündem olabilecek tek eksiği Özer Hurmacı'nın ne zaman forma bulacağı konusu oldu medyamız için. Son Gaziantepspor mağlubiyeti de sarı lacivertli takım için ''baskının atılması'' anlamında faydalı olmuş bile olabilir. Christoph Daum Türkiye'de uzun yıllar çalıştığı için bu maçın önemini bir Türk kadar iyi biliyor ancak Rijkaard'ın Fenerbahçe maçını rutin bir lig maçından farklı görmediğine neredeyse eminim. Hem anlayış hem de oyun felsefesi bakımından iki teknik direktör arasında büyük farklar var. Rijkaard'ın hep kendisine has bir oyun sistemi var ve rakip kim olursa olsun bu sistemle oynarken, Daum ise takımın kimyasını çözüp o sezonki oyun felsefesini belirliyor. Sağ kanat için düşündüğü Kazım Richard bu kadar eleştiri alıp kendi taraftarı tarafından bile yuhalanırken kendisinde ısrarcı oluşunun altında belki de on tane farklı sebep vardır Alman hocanın. Kazım'ı gün be gün kazanıyor oluşu da takdire şayan bu anlamda. Teknik direktörler açısından iki hocanın da birbirine baskın özellikleri var ve en az oyuncular kadar onlarında bu maçta ''günlerinde'' olmaları gerekiyor.

Oyuncu kalitesi olarak Galatasaray, Fenerbahçe'den bir adım önde duruyor. Fenerbahçe ne kadar etkili savunma yapıyorsa Galatasaray da o kadar etkili hücumlar geliştirebiliyor. Özellikle rakibinine bir gol atıp ''şoka'' sokarsa, üstüste goller bulabilecek organizasyon yeteneği ve mental gelişmişliği olan futbolculara sahip bir kadrosu var sarı kırmızılıların. Fenerbahçe ise Alex'in organizasyonunda müthiş mücadeleci bir takım görüntüsü çiziyor. Galatasaray'ın en güçlü yanı savunması olsa da, Fenerbahçe'nin de en güçlü yanı orta sahası olarak gözüküyor. Christian ve Emre'nin göze hoş gelen uyumlarının yanında hem mücadeleci futbolu hem de etkili şutlarıyla Mehmet Topuz'da hiç kuşkusuz önemli bir gol ayağı olacak Fenerbahçe'nin. Roberto Carlos konsantre olursa kendi kulvarında Keita'ya zor anlar yaşatabilir ancak Keita'nın Carlos'a karşı olan müthiş fiziksel üstünlüğü Andre Santos için de bir alarm olmalı ve mümkün mertebe Keita ile Carlos'u başabaşa bırakmamalı. Rijkaard'ın bu maçın onbirinde Nonda'ya görev vermesi daha akıllıca olur bana göre çünkü Galatasaray'ın geliştireceği atakları olgunlaştıracak özellikler Baros'a göre Nonda'da fersah fersah daha fazla. Ben Fenerbahçe savunmasının Baros'a araya atılacak toplardan gol yiyeceğini sanmıyorum. Fiziksel olarakta kırılgan bir yapıya sahip olan Baros muhtemelen Lugano - Bilica tandeminde eriyecektir. Nonda hiç olmazsa bu iki futbolcuya karşı hem başedebilecek hem de faul alabilecek yapıya sahip. Zaten bu tip maçların en önemli kozlarından birisi olur duran toplar ve bu sezon Galatasaray bu alanda oldukça iyi. Galatasaray'ın dört tane ''ısıran'' orta saha oyuncusu var. Bunlar Mehmet Topal, Ayhan, Barış ve Mustafa Sarp. Bu dörtlüden üçünün kesin olarak sahaya çıkması şart çünkü orta sahası güçlü Fenerbahçe bu alanda yumuşak Galatasaray orta sahasını ezerse maçı da kolaylıkla lehine çevirebilir. Dolayısıyla Kewell, Elano ve Arda üçlüsünden birisi bu maçta yedek kalacak ki benim tercihim henüz uyum sorunu yaşayan Elano olur. Tabi bunun da bir riski var çünkü kim ne derse desin Arda bir kanat oyuncusu ve oynadığı bölgede istenilen verimi sağlayamıyor.

Galatasaray savunması felaket derece de kötü durumda. Trabzonspor'dan yedikleri gollerin hepsinde ya bireysel ya da takım savunması adına önemli hatalar yaptılar. Sadece goller değil, Trabzonspor'un kaçırdığı pozisyonlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Maç 2-2 beraberliğe gelmişken, Serkan'ın karşı karşıya kaçırdığı pozisyonun asistini Sarp yapmıştı. Dolayısıyla Güiza en sevdiği iş olan araya sızmayı bu maçta sık sık gerçekleştirmek isteyecektir. Bunu yapması için O'na yardımcı olacak üstün yeteneklerle donatılmış bir Brezilyalı da sürekli civarlarında olacak zaten. Galatasaray'ın araya atılacak toplarla gol bulması ne kadar zor ise Fenerbahçe'nin ki o kadar kolay.

Toplarsak eğer, benim açımdan maçın favorisi oyuncu kalitesi anlamında Galatasaray olmalı ancak hem saha hem de seyirci faktörü Fenerbahçe'yi bir adım öne fırlatıyor. Bana göre dengeyi ise Rijkaard'ın kenar müdaheleleri sağlıyor. Hem Galatasaray'ın yedek kulübesi Fenerbahçe'ye göre daha derin hem de maçı kazandıracak bireysel yetenek Galatasaray'da daha fazla. Maçın normal sonucu gollü beraberlik olmalı ama başta da söylediğim gibi bu normal bir maç değil ki... Asrın maçı.... Herşeye hazırlıklı olmakta fayda var.

Üçüncülük Aşkına!


Ta geçen sezonun başından koyulmuştu bu sezonun ''şampiyonluk hedefi''. Geçen sezonki üçüncülük bu sezonun sinyali olabilirdi hem hedefi hem de geçen sezonki dereceyi önüne koyan birisi ancak Ersun Yanal'ın istifasından bu yana devam eden kan kaybı Trabzonspor'u 2009-10 sezonunda yeniden bir ''sıra takımı'' haline getirecek tehlikeyi gözler önüne sermeye başladı.

Hugo Broos belli ki iddialı ve ''outspoken'' olmaktan çok realist bir teknik direktör. Her puan kaybedilen maçtan sonra ''Bizim için dördüncülük, bilemedin üçüncülük iyidir'' temalı açıklamalarından gına getirdik artık. Bazen gerçekle yüzleşmek istemezsiniz, Hugo Broos'un en büyük ''antipatikliği'' de bu realist açıklamaları zaten.

Trabzonspor Gaziantepspor ile 0-0 berabere kaldıktan sonra Galatasaray'a deplasmanda 4-3 kaybetmişti. Hem Gaziantepspor'un hem de Galatasaray'ın bundan önceki lig performanslarına bakınca Trabzonspor'un rakiplerinin oyununa ayak uydurduğunu gözlemleyebiliriz. Bu yüzden istatistiksel olarak bu akşamki maçında Trabzonspor için ''gol atmayı başarırsa'' kazanabileceği maçlardan birisi olduğunu söyleyebiliriz. Galatasaray karşısında tek forvet olarak Umut'u oynatan Broos bu akşam ki maça muhtemelen Umut - Gökhan ikilisiyle çıkacaktır. Yani Engin Baytar'a kulübe yolu yeniden gözüktü anlayacağınız. Yattara ve Alanzinho'nun ikisinin de sahada olmayacağını düşünürsek, yine yalnızca Colman'ın ayaklarına dua edeceğimiz sıkıntılı bir akşam geçireceğimizi söyleyebilirim. Maçın başında Trabzonspor golü atsa dahi geriye yaslanacak ve Gökdeniz, Fatih, Szymkoviak ve Yattara gibi etkili kontraatak silahlarımız olmadığından dolayı, Makukula'nın ayağından ya da kafasından gol yememek için dua edeceğiz. Her şekilde sıkıntılı geçmeye ve puan kaybına müsait bir maça çıkıyor Trabzonspor. E daha ilk yarı bitmeden hedef küçülttüğümüze göre Kayserispor karşısında alınacak olumsuz bir sonuç bile üçüncülük (!) iddiamızdan pek fazla birşey kaybettirmeyecektir bize. Zaten bizim takım deplasmanları daha iyi oynamıyor muydu?

İstanbul 5 Bükreş 1


Galatasaray içerde Dinamo Bükreş ile, Fenerbahçe ise deplasmanda Steaua Bükreş ile oynadı dün akşam. İki kentin iki büyük takımı karşı karşıya geldiler ve İstanbul, Bükreş'e karşı ezici bir üstünlük sağladı.

Fenerbahçe'nin Steaua Bükreş karşısındaki performansının hakkı tek gollü bir galibiyet değildi aslında. İlk yarım saatte kaçan gol pozisyonlarını bazen 3 maçta bulamaz takımlar ancak Fenerbahçeli futbolcular bu yarım saat içinde resmen gol kaçırma yarışına giriştiler. İkinci yarının başında Steaua Bükreşli oyuncular korkutucu iki atak geliştirip, skor üstünlüğünü yakalamak üzere olsalar da bunları değerlendiremediler. Özellikle ikinci pozisyonda Volkan'ın kurtarışı gerçekten mükemmeldi. Sonunda Kazım Richards boş kaleye topu plaseleyerek Fenerbahçe'nin çoktan hakettiği üç puanı cebine koymasına yardımcı oldu. Twente karşısında kendi sahasında kötü bir yenilgi alan Fenerbahçe, bu sonuçla üstüste iki deplasman 0-1'lik skorlarla 6 puan çıkartıp ilk devrenin sonunda liderlik koltuğuna oturmayı başardı. Büyük bir klişedir ama bu galibiyet Galatasaray maçından önce de büyük bir moral oldu kuşkusuz.

Galatasaray üç maç süren belirgin bir form düşüklüğünün ardından Trabzonspor karşısında düzelme sinyalleri vermişti zaten. Dinamo Bükreş karşısında da frene basmasalar, gol rekorlu bir galibiyet elde edebilirlerdi. Nonda yine ''kaymak'' gibi goller atıp Fenerbahçe maçı öncesi Rijkaard'ın kafasını karıştırmayı başardı. Galatasaray bu galibiyetle grubunda ilk yarıyı lider kapatmayı başardı. İkinci yarı maçlarında iki deplasmana gidecekler ancak Fenerbahçe gibi Galatasaray'da şimdiden işi bitirdi gibi duruyor büyük mucizeler olmazsa.

Beşiktaş'ın Wolfsburg deplasmanından çıkardığı bir puanı da hesap edersek hafta içi iki galibiyet ve bir beraberlikle gayet güzel geçmiş oldu İstanbul'un üç büyüğü için. Tabi bu kazanılan maçların ve puanların ülke puanına yapacağı direkt etki de, geride kalan Anadolu kulüplerimizin Avrupa Kupaları'na katılma iştahını kabartacaktır hiç kuşkusuz...

22 Ekim 2009 Perşembe

Skor Tahmin Oyunu 10. Hafta Tahminleri


TAHMİN EDİLECEK KARŞILAŞMALAR:

TRABZONSPOR - KAYSERİSPOR


BURSASPOR - İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR


ESKİŞEHİRSPOR - BEŞİKTAŞ


FENERBAHÇE - GALATASARAY

Not: Skor tahmin ve sonuç postlarını yoğunluğundan dolayı Tolga kardeşimden geri almak durumunda kaldım. Cezalı ve sakat oyuncuları birbirimizle paylaşırsak sevinirim. Herkese başarılar.

20 Ekim 2009 Salı

Skor Tahmin Oyunu 9. Hafta Sonuçları


BU HAFTA PUANLAR:

FARUK TURUTOĞLU: 21

BALTHAZAR: 14

TOLGA ŞENER: 13

HAKAN DEMİREL: 10
 
 
GENEL PUAN DURUMU:
 
HAKAN DEMİREL: 143
 
TOLGA ŞENER: 121
 
FARUK TURUTOĞLU: 103
 
BALTHAZAR: 72

Yeni Bir Yıldız


Bir dönemin futbolcu fabrikası olan Gençlerbirliği'nin bu özelliği son birkaç sezondur geri planda kalmıştı. İlhan Cavcav'ın dillere destan başarılı transfer politikaları son dönemde karavana atışlarla sarsılmış ve takım geçen sezon küme düşmekten ligin son maçında hem de kendi sahasında Kayserispor'a 4-0 yenilmesine rağmen, averajla kurtulmuştu. Geçen sezon da takımda bulunan ve küme düşmekten kurtulan takımın baş kahramanlarından birisi olan ve bu sezona da fırtına gibi giren bir oyuncudan bahsetmek istiyorum. Mustafa Pektemek'ten...

1988 yılında Akyazı'da doğdu Mustafa Pektemek. 1999 yılında Akyazı'nın küçük bir beldesi olan Topağaç'ta, Topağaçspor'da 11 yaşında futbola merhaba dedikten sonra, 2004 yılına kadar bu kulüpte futbol yaşantısını sürdürdü. Başarılı oyunu sayesinde çabucak dikkat çeken Pektemek, 2004 yılında amatör olarak Sakaryaspor'un PAF takımına transfer oldu. 2006-2007 sezonunda ilk profesyonel kontratını imzalayan genç oyuncu o sezon Sakaryaspor'un 4 maçında forma giydikten sonra devre arasında Sarıyer'e kiralık gönderildi. Sarıyer formasıyla çıktığı 15 maçta 4 gol kaydeden Pektemek ertesi sezon Sakarya'ya geri döndü. Sakaryaspor'da geçirdiği son sezon olan 2007-08 sezonunda 30 maça çıkıp 4 gol kaydeden genç oyuncu özellikle oynadığı futbolla yetenek avcısı Gençlerbirliği'nin dikkatini çekti ve geçen sezon başında Gençlerbirliği'ne transfer oldu. Geçen sezonu 8 golle kapatan genç oyuncu sezon ortasında uzun süreli bir sakatlık yaşamasına rağmen kendisini toplamayı bildi. Bu sezona da geçen sezon olduğu gibi ''sıkı'' bir başlangıç yapan Mustafa Pektemek 9 lig maçında 4 gole imza atarken, Ümit Milli Takım'ın Ermenistan'ı deplasmanda 5-2 yendiği maçta da bir gol kaydederek, milli forma altındaki ilk ve şu ana kadar ki tek golünü atmış oldu.

Mustafa .Pektemek'in kısa futbol kariyerini özetlemeye çalıştım. Melih'in tabiriyle ''yıldız ışığı'' aldığım oyuncuların başında geliyor Mustafa Pektemek. Soğukkanlı ve bilinçli gol vuruşlarının yanında, müthiş bir pas yeteneğine sahip. 1.82'lik boyu ve müthiş zamanlamalarıyla hava toplarında da son derece etkili olan genç oyuncunun top saklama ve faul alma özellikleri de var. Shevchenko'yu andıran birdenbire vites yükselterek yaptığı driplinglerin yanında, özellikle bir futbolcu da en çok beğendiğim özellik olan ''paylaşımcılık'' Pektemek'te fazlasıyla mevcut. Bencil bir forvet olmaktan çok, en uygun durumdaki arkadaşını arıyor ve rutin bir kale önü forveti olmak yerine sık sık kanatlara etkili koşular yapabiliyor. İzlerken zevk aldığım ve büyük bir gelecek gördüğüm genç oyuncunun tam anlamıyla hazır hale gelebilmesi içinse Gençlerbirliği'nde minimum bir sezon daha geçirmesi gerekiyor bana göre. Takımıyla 2013 yılına kadar sözleşmesi bulunan Ümit Milli oyuncunun önünde katetmesi gereken yollar olsa da azimli futbol karakteriyle, O geleceğin yıldızlarından birisi olmaya şimdiden aday. Kendisini takip etmenizi öneririm. Mustafa Pektemek buram buram ''gelecek'' kokuyor...

Yıldırım Demirören vs Beşiktaş Tribünü


Türkiye'nin en iyi, en organize ve en popüler taraftar topluluğudur Beşiktaş taraftarı. Kesinlikle ve kesinlikle Avrupa ve Dünya'nın sayılı taraftar gruplarına da rahatlıkla dahil olurlar. Beşiktaş taraftarının ''meziyetleri'' hakkında daha önce bir iki kez postlar yazmıştım ancak bu kez durum biraz farklı. Onlar zaten şu an kulübün başında bulunan başkandan memnun değillerdi ve şimdi seslerini daha çok çıkartıp belki de takımlarına köstek olmalarına rağmen Yıldırım Demirören'i istifaya davet ediyorlar.

Yıldırım Demirören hakkında çok fazla birşey söylemeye gerek yok aslında. Sık sık belirttiğim gibi kulübü tamamen bir menejerlik oyunu oynarmış gibi yöneten başkan, taraftarın tepkilerine de sessiz kalmadı ve hafta içinde ''Tribünleri temizlemeliyiz'' başlığında bir açıklama yaptı. Kendi başındaki bu ''belayı'' diğer başkanları da etki altına alarak, kamuoyu desteğiyle defetmeyi düşünüyor belki de. Başkanın bilmediği birşey var aslında. Beşiktaş taraftarının tek hırsı ve beklentisi takımlarının başarılı olması değil. Beşiktaş'ın bir süredir kaybolmaya yüz tutan ''büyüklük'' apoletini geri istiyor taraftar ve geçen sezonu çifte kupayla kapatmasına rağmen başkandan ve yandaşlarından rahatsız.

Revna Hanım'ın (Yıldırım Demirören'in eşi) kapalı tribündeki taraftar ''Yıldırım Demirören yeter!'' diye tempo tutarken yüzünde oluşan gülümsemeyle birlikte tezahürata alkışla eşlik etmesi yadırganması gereken bir durum. Kim ne derse desin taraftarlar kulüplerin asıl sahipleridir her zaman. Taraftarsız kulüplerin Süper Lig'de ne kadar tutunduğunu ya da tutunabildiğini geçmişe dönüp örneklemek istersek şayet, İstanbulspor'u bu kategoriye sokabiliriz. Cem Uzan'ın desteğiyle son derece güçlü bir kadro kursalar bile asla daimi başarılar elde edemediler ve ligde kalıcı olamadılar. Ankaraspor dahi şayet taraftarı olan bir kulüp olsaydı kesinlikle ligden düşme cezası almazdı. Peki Yıldırım Demirören ve eşini bu kadar ''fütursuz'' davranışlara iten gerekçeler nelerdir?

1- Hırs: Yıldırım Demirören, Serdar Bilgili'nin başkanlığındaki yönetimde dahi ikinci ya da üçüncü adam olmayı hiç bir zaman sindiremedi. Serdar Bilgili'nin istifa sürecinde de dışarıdan en büyük darbeleri indirmekten çekinmedi. O'nun tek amacı vardı o koltuğa oturabilmek. Başarısız sonuçlara ve kötü yönetime rağmen, ''hırsı'' yüzünden asla istifa etmeyi aklından geçirmedi.

2- Ego: Camianın ileri gelenlerinden, futbolcu transferinden iyi anlayanlardan hiç destek almadı. Herşeyi en iyi kendisinin bildiğini düşündüğü için bilinçsizce yaptığı transferlerin bedelini kulüp belki de önündeki 5 senenin gelirlerini ipotek ettirerek ödedi. Kulübe milyonlarca dolar para aktarıp kendisine bağımlı hale gelmesini sağladı. Kişisel egoları yüzünden destek almadan bu işi yapacağını sanıp, yönetimiyle birlikte bir takım olmayı beceremedi ve işler bu noktaya kadar geldi.

3- Başarısız Projeler: Fulya Projesi'nde yaşanan skandalların yanında, İnönü Stadyumu'nun yıkım aşamasında yaşanan komik hatalar ve bilinçsiz açıklamalarla, kamuoyundaki güvenilirliğini neredeyse sıfıra indirdi. Geliştirdiği projelerin hiçbirinden henüz sonuç alamadı ve bu gidişle alması da zor görününüyor.

4- Başarısız Transferler: Ailton'dan, Kleberson'a, Youla'dan, Delgado'ya kadar ikna olduğu oyuncuya milyonlarca doları saçmaktan hiç bir zaman çekinmedi Yıldırım Demirören. Kulüp tarihinin belki de en başarısız transferlerine imza atarken, transfer için sadece bu sezon Gaziantepspor'a tam 12.5 milyon euro para ödendi. Belki büyük paralara alınan oyuncuların bazıları başarılı oldu ancak transfer politikasının yanlışlığı yüzünden, bu başarılı transferler de arada kaynadı.

Genel hatlarıyla, taraftarı kızdırabilecek, olumsuz yönde etkileyebilecek ne varsa yaptı Beşiktaş Kulübü Başkanı. Büyüklüğün elden gidiyor olmasına kızıyor aslında tribünler. Son derece seviyeli ve güzel bir şekilde protesto ediyorlar başkanı. Hakaret yok, tahrik yok, kişilik haklarına saldırı yok. Süleyman Seba'ya da bu yapılmıştı zamanında. O büyük başkandı. Taraftara kulak verdi ve istifa etti. Efsane olmak öyle kolay mı? Yıldırım Demirören ''gerçekten'' yeteeeeeeer!..

19 Ekim 2009 Pazartesi

Kalite Farkı


Sahaya çıkacak kadroyu ve dizilişi görünce Hugo Broos'un şampiyonluk yolundaki(!) rakibi Galatasaray karşısında herhangi değişik bir planı olmadığını anlamamız zor olmadı. Gökhan Ünal'ın sakatlığında Umut Bulut'un tek forvet çıktığı maçlar Belçikalı hocaya ders olmamış olacak ki, bu zor deplasmana da tek forvetle çıkmayı yeğledi bordo mavililer.

Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin mağlubiyet haberiyle birlikte daha da iştahlanacağı kesindi. Zaten maça da fırtına gibi girdiler. Sağlı sollu ataklarla Trabzonspor bunalırken, iki kez Umut Bulut'la rakip kaleye gidip kontra yumruk vurmaya çalıştılar ancak bu hamleler son derece cılız kaldı doğal olarak. Ceyhun Gülselam maç boyu Arda'ya yapışık oynadı ve etkisiz hale getirmeyi de başardı aslına. Bunun dışında dört beş kez de ''ölümcül pas atma teşebbüsünde'' bulundu ki, hepsi de doğru zamanlamalarla Galatasaray defansı tarafından kesildi. İlk gol zaten ben geliyorum demişti, maçın başından beri. Vole vuruşlarıyla ülkemizde nam salmasını beklediğim Kewell yine klas bir vuruşla ilk golü attıktan sonra, Keita'nın orada kimse olmasa taça gidecek şutunu içeri tipleyen Servet'le fark ikiye çıktı. Geçen sene de ''yumruğuyla'' atmıştı golü Servet, Ali Sami Yen'de. Bu adamdan normal bir gol yiyemeyeceğiz anlaşılan. İlk yarının sonunda Ceyhun'un frikiğinde önüne düşen topu kendisinden hiç beklemediğim bir yetenek ve soğukkanlılıkla filelere gönderen Tayfun Cora ise bana göre Trabzonspor kariyerinin en iyi bir iki maçından birini çıkardı dün akşam.

İkinci yarıya Galatasaray sanki 90 dakika top oynamış ve ardından ''rejenerasyon'' idmanına çıkmış gibi başlayınca Trabzonsporlu oyuncular biraz daha sahaya hükmetmeye başlamıştı ki, maçın belki de tek adam akıllı golü o dakikaya kadar sahada hiç bir şey yapmayan Gustavo Colman'ın şutuyla geldi. Bir anda 2-2 olan skor hem Galatasaraylı taraftarları hem de Galatasaraylı futbolcuları şaşkına çevirirken, soğuk duşun etkisindeki Galatasaray'a bitirici darbeyi vurmayı Serkan Balcı beceremedi. Serkan'a hiç mi hiç kızmıyorum. Hatta Serkan ne hata yaparsa yapsın sesimi çıkarmam çünkü sahaya ''ciğerini sermesi'' bile yeterli benim için. O pozisyondan birkaç dakika sonra Mustafa Sarp'ın Serkan Balcı üstünde kullandığı ''kontrolsüz güç denemesine'' Mustafa Kemal Habitoğlu'nun çalmadığı penaltıya ise son paragraftaki ''hakem giydirmemde'' değineceğim zaten.

Yaklaşık 5-6 dakikalık ''şoktan'' sonra yeniden oynamaya karar veren Galatasaray'ın ilk etkili hücumunda Baros'un indirdiği topa Arda Turan ayak koyup skoru 3-2'ye getirdikten hemen sonra Barış'ın Baros'a attırdığı golle fark yeniden ikiye çıktı. Aslında bu dakikaya olan kısımda hissedilen durum, tamamen Galatasaray'ın bu maçı ''isterse'' kazanabileceği yönündeydi. Tempoyu arttırdıkları anda skoru hemen yakalayan sarı kırmızılılar, tempoyu düşürdükleri anlarda ise kalelerinde gol pozisyonları verdiler. Oyuna sonradan giren ve ''saç ektirdiği'' dikkat çeken Gökhan Ünal'ın asistinde Colman'ın attığı ''komik'' gol ise yalnızca skoru belirledi.

Maç 4-3'e geldiğinde spiker ''Yıllar boyu unutulmayacak bir maç'' derken bile kendi sözüne bu kadar inanıyor muydu acaba merak ediyorum? Hadi Galatasaray istediği zamanlarda futbol oynamaya çalıştı ama ben hiç bir maçta bu kadar çok ''dan dun'' golü bir arada görmedim desem yalan olmaz herhalde. Haftaya Fenerbahçe deplasmanına çıkacak olan Galatasaray'a moral olmaktan ve puan farkını ikiye indirmekten başka bir işe yaradığını söylemek zor bu maçın. Trabzonspor ise zaten Sivasspor maçından sonraki periyodda özellikle teknik direktörüyle bu sezon yarışın içinde olmayacağını belli etmişti zaten. Bir konu da çok şaşkınım. Geçen sezon bu kadar az gol yiyen bir savunma kurgusunun tamamen geçen sezondan kalan yapısı ve oyuncularıyla bu kadar basit ve ucuz gol yemesinin sebebi ne olabilir acaba?

Tamam Galatasaray'ın oyunu, hücum varyasyonları, oyuncu karizmaları falan şık ve yerli yerinde eyvallah. Habitoğlu mu yoksa Abitoğlu mu bilmediğim hakem arkadaş: Bu kadar ezdirir mi insan kendini yahu? O sarı kartını aynı faulün birebir kopyasında Arda'ya çıkarmazken, neden Tayfun'a çıkarıyorsun? Saha içinde bin kez Serkan Balcı'nın yaptığı faule benzer faulleri Galatasaraylı futbolcular yaparken neden hepsinin üstünü örterken Serkan Balcı'ya kart gösteriyorsun? Yahu kardeşim aleni penaltımızı neden vermiyorsun? Kimden korkuyorsun. Galatasaraylıysan ve duygularını engelleyemiyorsan eyvallah, saygı duyuyorum sana ama o zaman bu mesleği niye yapıyorsun? Yakışıklı boylu poslu adamsın, çevrende vardır eminim, git kendine güzel bir iş bul, niye bizi öfkelendiriyorsun? O Keita'ya, Arda'ya gösterdiğin ''eyyam kartlarından'' utanmayacak mısın maçı bir daha izleyince? Sen bu maça karışmasan bu skor olur muydu sanıyorsun? Şunları söylemeyi hiç istemiyorum ama bana dün akşam ''direktif almışsın'' gibi geldi. Artık günahı boynuna... Öyle bir maç yönettinki dün akşam, direktif alsan bu kadar olurdu. Tebrik ediyorum seni ama hem isminden utan, hem de bloğun baş yazısını oluşturan adaşının sözlerinden. Yazıklar olsun sizin gibi emek hırsızlarına!

16 Ekim 2009 Cuma

Skor Tahmin Oyunu 9. Hafta Tahminleri

Denizlispor-Bursaspor ( 17 Ekim Cumartesi 16:00 )

Beşiktaş - Kasımpaşa ( 17 Ekim Cumartesi 20:00)

Gaziantepspor - Fenerbahçe ( 18 Ekim Pazar 16:00 )

Galatasaray - Trabzonspor ( 18 Ekim Pazar 20:00 )

Ara...


Yılın son fuarı nedeniyle Pazartesi'ye kadar ''off-line'' olacağım. Galatasaray - Trabzonspor maç yazısında buluşmak üzere...

13 Ekim 2009 Salı

Kim Bu Futbolcu?


Tipine bakarak sakın Türk sanmayın kendisini. Vakti zamanında ülkemizde Fenerbahçe formasını terleten bu oyuncuyu hatırlayabileniniz çıkacak mı bakalım? Cevabı yarın açıklayacağım...

DOĞRU CEVAP: Demir Hotiç. İlk ve tek doğru cevabı veren Hakan Demirel'i tebrik ederim...

Just Friends


Evlendikten sonra akşamları evde oturup film izleme alışkanlığı edindim 3 aydan beridir. Bazen yıllar önce izlediğim filmleri bazen de ismini sürekli duysam da bir türlü izlemeye fırsat bulamadığım filmleri izlemeye çalışıyorum.

2005 yapımı Just Friends yukarıda bahsettiğim normlara uymayan bir film aslında. Ne daha önce adını duymuşluğum ne de izlemişliğim var. Başrollerini Chris Brendter rolünde izlediğimiz Ryan Reynolds ve Butterfly Effect'ten hatırladığım, Jamie Pallavino rolündeki Amy Smart'ın paylaştığı film tipik bir ''geri dönüş'' hikayesi. Filmi izlerken uzun zamandır hiç bu kadar güldüğüm bir film izlemediğimi farkettim. Bir buz hokeyi maçı sahnesi var ki, mutlaka görülmesi gerekiyor bana göre. Bunun yanında hem kız - erkek ilişkisindeki ''kanka'' durumuna hem de iki erkek kardeş arasındaki ilişkileri de oldukça güzel bir şekilde işleyen filmi öyle çok büyük beklentiler içine girmeden izlemenizi tavsiye ederim. Unutmadan ''Samantha'' rolündeki Anna Faris'te film boyunca ''Çakma Britney Spears'ı'' mükemmel oynamış. Tabi Britney Spears'ın adı ya da şarkıları filmde hiç geçmiyor ama ''Samantha'' karakteri sanki O'nu işlemiş gibi geldi bana...

Nereden Nereye...


Dünya sıralamasında 12. durumdaydık, Ersun Yanal görevi Fatih Terim'e teslim ettiği sırada. Fatih Terim, UEFA Kupası şampiyonluğunun ardından önce Fiorentina'nın sonra AC Milan'ın başına geçmiş, Ersun Yanal ise Denizlispor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği serüvenlerinde ülke futbolunun ''umudu'' olarak lanse edilip Şenol Güneş'ten görevi devralmıştı. Letonya faciasından sonra aranan taze kan Ersun Yanal'dı işte. Dünya sıralamasında 12. durumda bulunan milli takım ikinci torbadan çektiği kura sonrasında, Yunanistan, Ukrayna, Danimarka, Kazakistan ve Arnavutluk ile birlikte 2006 Dünya Kupası'na katılma hakkını kovalamaya başlamıştı. Milli takım o meşhur Hakan Şükür polemiklerinin içinde yoluna devam etmeye çalışırken, Shevchenko ve arkadaşlarının grubu domine eden performansının uzağında kalınca, play-off yarışının içinde buluverdi kendisini. Ersun Yanal bu dönemde daha fazla dayanamadı ve Levent Bıçakçı'nın federasyonu tarafından görevinden alındı. Fatih Terim ise İtalya'dan Galatasaray'ın başına geriye dönmüştü. Hem de şampiyon olmasına rağmen Lucescu'nun yerine gelmişti ama işler iyi gitmedi ve 6-0'lık Fenerbahçe mağlubiyeti dahil olmak üzere birçok başarısızlık gören Fatih Terim istifa etmek durumunda kalmıştı. Fatih Terim'in kaybolmaya yüz tutan ''İmparator'' özelliklerini yeniden göstermesi için kendisine milli takım kapıları açıldı. Terim hemen eski tüfeklere sarılıp, milli takımda forma şansı bulamayan Tümer, Okan Buruk, Ergün Pembe, Alpay Özalan gibi futbolcuları yeniden bir araya getirdi ve tabi ki Ersun Yanal'ın başını yakan bir numaralı faktör Hakan Şükür'ü de... Bitime 3 maç kala göreve gelen Fatih Terim ve takımı kendi sahasında Danimarka ile 2-2 berabere kaldıktan sonra deplasmanlarda sırasıyla Ukrayna (Shevshenko'nun eksikliği de dahil olmak üzere o maça neredeyse ümit takımla çıkmışlardı) ve Arnavutluk'u 1-0 yenerek baraj maçı oynama hakkını kazandı. Barajdaki rakip ise İsviçre'ydi. Deplasmandaki ilk maçta, Steller ve Valon Behrami'nin golleriyle 2-0 kaybeden milli takım Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda rövanşa çıktı. Maçın başında Alpay'ın elle oynaması ile kazanılan penaltıyı Steller ağlara gönderince, milli takımın gol yemeden dört gol atması icap etti. Tuncay'ın ilk yarı bitmeden üstüste attığı gollerle devreyi 2-1 önde kapatan milli takım, ikinci yarıya da Serhat Akın'ın yaptırıp, Necati'nin attığı penaltı golüyle 3-1 önde başlasa da, Sebastian Frei son dakikalarda, İsviçre'nin ikinci golünü atıyordu. Tuncay milli takım formasıyla ilk hat-trick performansını son dakikada dördüncü golü atarak gösterirken, maçtan sonra çıkan olaylar Dünya kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Milli takım yetkilileri ve ''mimli oyuncularımız'' defalarca Zurich'e gidip ifade vermek zorunda kaldılar. Sonuç olarak Emre Belözoğlu ve Alpay Özalan beşer maç ceza alırken (yanılmıyorsam Emre'nin cezası daha sonradan 3 maça indi) Milli takım ise tam beş resmi iç saha maçını yabancı bir ülkede ve seyircisiz oynama cezasına çarptırıldı. World Cup 2006'yı pas geçen milliler, bu kez Euro2008'e katılmak için, Macaristan, Malta, Bosna Hersek, Yunanistan ve Norveç'in bulunduğu gruptan çıkmak için mücadele etti. Turnuvaya fırtına gibi giren milliler ilk üç maçtan deplasmanda Yunanistan galibiyeti dahil olmak üzere 9 puan elde etmeyi başardı. Sonrasında üstüste Norveç ile berabere kalıp, Bosna Hersek'e mağlup olan milliler, Malta ile deplasmanda berabere kalarak ilk ikiye kalma şansını zora soksa da, en kritik maçta deplasmanda Norveç'i 2-1 yenip Euro2008'e katılmayı başardı.

Euro2008 ise inanılmaz bir turnuva oldu Milli Takım için. Önce grubun ilk maçında hiçbirşey oynamadan Portekiz'e 2-0 kaybeden milliler ardından çıktıkları maçta İsviçre'yi yine hiçbirşey oynamadan Arda'nın son dakika golüyle 2-1 mağlup ettiler. Grubun son maçı ise tamamen bir mucizeydi. Çek Cumhuriyeti karşısında son 15 dakikaya 2-0 geride giren Milli Takım Arda ve Nihat'ın iki golüyle gruptan çıkmayı başardı. Bu maçta da maalesef milliler kötü performanslarını devam ettirselerde skoru almayı başardılar. Çeyrek finalde Hırvatistan karşısında hemen hemen Portekiz maçı temposunda bir futbol ortaya koyan milli takım normal süresi 0-0 biten maçın uzatmalarında 119. dakikada yediği golle geriye düşse de bir mucizeye daha imza atıp Semih'in 120+1'deki golüyle maçı penaltılara taşımayı başardı. Penaltı atışları sonucunda yarı finale yükselen milliler Almanya'nın karşısına dikilirken, 23 kişilik kadrodan sahaya çıkabilecek durumda olan yalnızca 14 futbolcu kalmıştı. Euro2008'deki en iyi sahaiçi performansını gösteren milli takım buna rağmen Almanya'ya 3-2 kaybederek turnuvaya yarı finalde veda etti. Euro2008'de alınan skor çok çarpıcı olsa da, sergilenen futbol alarm vermeye devam ediyordu.

Güney Afrika'da düzenlenecek olan 2010 Dünya Kupası'na da Fatih Terim'le gitme kararı verildi. Hatta sözleşmesi 2012'ye kadar uzatılırken, maaşına da %100 zam yapıldı. Türkiye Milli Futbol Takımı'nın kötü sahaiçi performansı Dünya Kupası Eleme Maçları boyunca devam etti. Zaten yakın geçmiş olduğu için tek tek maçları hatırlatmayacağım ancak takım şu an eleme maçlarının bitimine bir maç kala ikinci durumda bulunan Bosna Hersek'in tam 7 puan gerisinde yer alıyor. Belçika maçında gelen mağlubiyetle birlikte Fatih Terim Dünya sıralamasında 12. olarak devraldığı takımla 27. sıraya kadar düştü ve 2012 yılında yapılacak Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarına üçüncü torbadan girme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Ermenistan maçının bu anlamda önemi çok büyük çünkü olası bir puan kaybında üçüncü torbaya düşmemiz hemen hemen kesinleşmiş gibi olacak.

Postun başlığı hem milli takımın son yıllardaki performansını, hem Dünya sıralamasındaki yerini, hem de torba tehlikesini işaret ediyordu aslında. Baştan tekrar bakınca insan tekrarlamadan edemiyor. Nereden nereye...

Abdullah Avcı... Christoph Daum... Guus Hiddink... Bülent Uygun... Mircea Lucescu...


Fatih Terim'in ''Ermenistan maçını bir veda maçı olarak görüyorum'' sözünün üzerine balıklama atlayan ve hocaya teşekkür eden federasyon yeni bir çılgınlığın da kapısını açmış oldu. Milli Takım teknik direktörü kim olacak?

Söylentilere göre; Abdullah Gül, Ertuğrul Sağlam'ı, Recep Tayyip Erdoğan, Hakan Şükür'ü, bazı milletvekilleri, Bülent Uygun'u, Bakan Faruk Özak, Şenol Güneş'i (ki hiç kaçırmaz zaten, her yere yapar bu teklifi), TFF ise yabancı bir teknik direktörü milli takım teknik direktörü olarak görmek istiyormuş. Şu tercihlere bakınca hoca seçme hakkının iyi ki futbol federasyonunda olduğunu düşünüyorum. Şu an ülkemizde en çok gelecek vaadeden hoca olarak görülen Abdullah Avcı'nın bile bana göre yetersiz kalacağı bu koltuk için, şu aşamada yabancı hoca en mantıklısı. Kabul edelim ki aktif olarak Türkiye'de bulunan Türk pasaportlu teknik direktörlerimizin hiç biri milli takım çalıştıracak tecrübeye sahip değil. Tabi ki Mustafa Denizli gibi ''kurtları'' bu kategoriye sokmak mümkün değil ancak yerli teknik direktörü biraz da basının önüne atılan kuzu gibi görüyorum. Adamı yerler!

Yabancı teknik direktörler içinde en çok önem verdiğim husus, nereli olduğu, nasıl futbol oynatacağı falan değil. Benim ilk kriterim, ülkemizi ve futbolumuzu ne kadar çok tanıdığı, futbolcumuzun ruhunu ne kadar çok bildiği. Bu konuda hem teknik direktörlük yetenekleriyle, hem de ülkemizde daha önce elde ettiği başarılarla Lucescu benim ilk tercihim olur. Dönüp arşive bakmadığım için, Lucescu'nun daha önce bir milli takım çalıştırıp çalıştırmadığını bilmiyorum ancak kendisinin Türkiye'de bıraktığı somut başarılar var. Hem Galatasaray hem de Beşiktaş ile yaşadığı şampiyonlukların yanında, mütevazi kadrosuyla Galatasaray'a oynattığı Şampiyonlar Ligi çeyrek finali, az buz başarılar değil. Daha sonra gittiği Shaktar Donetsk ile de UEFA Kupası'nın son şampiyonu olmayı başardı Romen teknik adam. Lucescu'nun milli takımımızda başarılı olacağını düşünüyorum. Christoph Daum'da bu görev için olabilecek adaylardan birisi ancak şu an Türkiye'de Fenerbahçe'yi çalıştırıyor olması bu görev için yanlış zaman olduğunun en büyük kanıtı. Ben Daum'un Türk Milli Takımı'nı birgün mutlaka ama mutlaka çalıştıracağını düşünüyorum ancak o gün bugün değil.

Açıkçası yabancı teknik direktör konusunda da kendi kriterlerime göre pek fazla aday yok. Mircea Lucescu'ya görev teklif edilirse ve hoca görevi kabul ederse, futbolumuzda yeni bir dönem başlar ancak şu anda görevi devralacak yerli bir hoca zaman kaybından öteye gitmaz bana göre...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Gelen Gideni Aratır mı?


Sonucu aylar öncesinden belli olan bir yoldu 2010 Güney Afrika yolu, zamanında yapılmayan ya da yapılmasına müsaade edilmeyen ''revizyonun'' sonucu olarak Milli Takım 2006'dan sonra yine Fatih Terim yönetiminde 2010 Dünya Kupası Finalleri'ne gitme şansını da matematiksel olarak yitirmiş durumda. Ermenistan maçının tek amacı Ermenistan ile olan siyasi ilişkileri pekiştirmek olacak. Hatta maçı kaybetmemiz ya da Ermeni kardeşlerimizi ''üzmememiz'' bile istenebilir milli takımdan.

Peki Fatih Terim'in yerine kim gelmeli teknik direktörlüğe. Benim oyum Metin Diyadin'e! Yok şaka tabi ki. Birinci etapta şu ''Milli takımlar teknik sorumlusu''saçmalığını ortadan kaldırmak lazım. Böyle bir rütbe yok yahu! Bu olmasın. İkincisi Abdullah Avcı gibi kredisi az, basına dayanamayacak, rüştünü ispat etmediği için şımarık futbolcularla ''papaz'' olmayacak birisi olsun. Yani yabancı... Lucescu iyi olur mesela...

7 Ekim 2009 Çarşamba

Kabak Tadı


Fatih ''Sultan'' Tekke Rusya'ya gittiğinden beri sıklıkla konuşur. Bir bakmışız Can Karyağdı ile Petersburg'ta bir parkta, bir bakmışız herhangi bir futbol pogramında ya da radyoda... İlk zamanlar konuşurken heyecanla dinlerdim, hoşuma giderdi, özlerdim kendisini (Gerçi halen özlüyorum ya) fakat son dönemde bu konuşmalar iyice kabak tadı vermeye başladı. Fatih Tekke'nin Rusya'ya gittiğinden beridir söylemlerini hiç bir arşivi karıştırmadan rahatlıkla sıralayabilirim.

- Üç büyüklerden teklif aldım gitmedim. Ben Trabzonsporluyum.
- Milli takıma neden alınmadığımı anlamıyorum. Kendi takımımda oynuyorum, gol atıyorum ama Milli takıma alınmıyorum.
- Gökdeniz'de Milli Takım'a alınmıyor. Nedenini bilmiyorum.
- Hoca haksızlık yaptı ilk onbire giremedim. Sakatlıklarım da etken oldu.
- Ben Trabzonsporluluğumu tartışmam.
- Fatihler, Gökdenizler, Hüseyinler kolay yetişmiyor. Sahip çıkmak lazım.

Tabi ki Fatih'in bu söylemlerinde sonuna kadar haklı olduğu yerler var ancak bunlar sürekli gündeme gelince gerçekten kabak tadı veriyor. Evet, Gökhan Ünal'ın bulunduğu Milli Takım kadrosunda Fatih'in bulunmaması eşyanın tabiatına aykırı ama bunu sürekli, sürekli, sürekli vurgulamak sıkıntı veriyor belli bir yerden sonra.

Fatih ''Sultan'' Tekke, zamanında izlediğim sayılı golcülerden birisidir. (Dünya çapında) Trabzonspor'a hizmetini, emeğini, fedakarlığını tartışmam bile. Agresif bir yapısı vardır. Disiplinsizdir. Sivridir. Kısaca Karadeniz insanının temel özelliklerini tamamen barındırır bünyesinde ancak O Fatih'tir. Canımızdır. Biraz daha susması gerekiyor artık. Öyle bahsettiği gibi ahım şahım sezonlar geçirmedi Zenit'te. Trabzonspor'da futbolu bırakmasını istiyorum. Söylemleri antipatik durmaya başladı. Belirtmek istedim...

Türbulans'ın İçinde...


Turkcell Super Lig dördüncülüğü, ertesi sezon Turkcell Super Lig ikinciliği, Türkiye'de ilk defa dört büyüklerden başka bir takımın Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynaması gibi başarılara, mütevazı kadrosu ve bütçesi ile ulaştı Bülent Uygun ve sonunda olan oldu. Sivasspor sezona yere çakılarak başlayınca, ''Celladına aşık olan(!) (Ne demekse?)'' Bülent Uygun görevinden yine marjinal bir hareketle, galip geldikleri bir maçın ardından veda etti.

Bu tip başarılar aslında birer kahramanlık öyküsü olarak anılırlar. Dar bütçelerin, iddiasız kadroların yakaladığı büyük başarılar, sporun her dalında ilgi çeker ve dolayısıyla sempati uyandırır. Hiç unutmam, ligin ilk yarısını büyük farkla lig sonuncusu olarak tamamlayan Karabükspor'un ligin ikinci yarısındaki uyanışını ve işi son maça kadar getirmesine rağmen, ''Celladına aşık olup'' en büyük rakibi Zeytinburnuspor'a kaybederek küme düşüşünü. Burnumun direği sızlamıştı resmen. İlyas Tüfekçi ve oyuncuları resmen bir mucizenin eşiğinden dönmüşlerdi, kaybetseler dahi ayakta alkışlanmış ve o sezonun şampiyoluk öyküsünün yanında kendi öyküleri de manşetleri süslemişti.

Bülent Uygun'un ve takımının böyle destansı bir öyküsü olmadı maalesef. Geçen sezon lig şampiyonluğunu elleriyle Beşiktaş'a ikram ederlerken, sevinen ''sessiz çoğunluk'' mensuplarındandım. Ülkenin futbol yapısını ve durumunu az çok bildiğimden, yeni Fatih Terimlere ihtiyaç olmadığının farkındaydım. Puan kaybedilen her maçtan sonra hakemi saha ortasında kovalayan, kazanılan maçlardan sonra hakemlere arka çıkan, yedek kulübesinin camını kırarken, futbolcusuna ''lan çok pis döverim seni'' diye bağıran, özlü sözler uydurup reyting meraklısı basını peşine takan, şovenist duyguları kullanıp dibine kadar sömürü yapan bir adamdı Bülent Uygun'un... Aynı idolü gibi...

Hiç merak etmesin kimse, eğer gelecek görmese kesinlikle ama kesinlikle bırakmazdı Sivasspor teknik direktörlüğünü Bülent Uygun. Kapılar kendisine sonuna kadar açık olacak bundan sonra. Üç büyükler (Dört büyükler demeye dilim varmıyor, allahım lütfen!) milli takım, belki ilerde kulüp ya da federasyon başkanlığı... Taklitler asıllarını yaşatır derler ama artık bu mizacın, bu üslubun, bu vizyonun da aslı bitmek üzere. Hayırlısıyla şu dünya kupasına bir gidemeyelim de o koltukta kalan arsızdır arkadaş! İkinci bir Frenkestein yaratmayalım derim ben. Türbulansın istifası aslında bir başlangıç değildir umarım. Başka da birşey demem ben...

Nihai Düşüş...


Gladiator filminin sonunda Maximus'un bir repliği vardı. ''İmparator'un bir Roma hayali vardı. Gerçekleştirilsin.'' diyordu. Melih Gökçek'te bir gladyatör gibi saldırdı Ankaragücü başkanlığına. Yıllarca bu hedefini gerçekleştirmeye çalıştı ancak her seferinde eski Ankaragücü başkanı Cemal Aydın'a tosladı. Cemal Aydın ve Melih Gökçek'in arasındaki iktidar kavgaları esnasında Ankaragücü birkaç kez ciddi küme düşme tehlikeleri atlattı. Takımın saha içi performansı hep geri planda kaldı ve konuşulan şey, başkanlık savaşı ile Ankaragücü taraftarının saldırgan tutumu oldu.

Önce yeni çıkan kanun dolayısıyla Melih Gökçek ''oyuncağı'' Amkaraspor başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı ancak asbaşkanlık görevine oğlu Ahmet'i getirerek, kulüpten asla elini ayağını çekmeyeceğini gösterdi. Ankaragücü hedefinden de vazgeçmedi. Geçen sezon nihayet Cemal Aydın ''mahalle baskısından'' Ankaragücü başkanlığı görevini bırakınca Melih Gökçek ''ince hesaplarını'' birer birer uygulamaya başladı. Öncelikle hem Ankaragücü'ne hem de Ankaraspor'a birer adet ''gölge başkan'' tedarik edildi. (Gerçi Ankaraspor'un gölge başkanı zaten vardı) Sezon sonunda Melih Gökçek'in Ankaragücü hayali için uyguladığı politikalar zirveye ulaştı ve iki onursal(!) başkan çeşitli zirvelerle Ankaragücü'nün sahibini belirleme çalışmalarına geçtiler ancak ego ve ihtiraslar yüzünden bu iş iki sezon arasında gerçekleşmedi. Nihayetinde sezon başladıktan sonra anlaşma gerçekleşti ve Ankaragücü Kulübü'nün başkanlığına Ankaraspor asbaşkanlığından istifa eden Küçük Ahmet getirildi. Trabzonspor - Akçaabat Sebatspor, Kayserispor - Kayseri Erciyesspor gibi ''muallak'' örneklerin yanında iki kulübün birden başkanının aynı olduğu ''Gençlerbirliği - Gençlerbirliği OFTAŞSpor'' kardeşliklerinin yakın geçmişte yaşandığı ülke futboluna güvenerek hem Ankaraspor'a hem de Ankaragücü'ne sahip olacağını düşünen Melih Gökçek bu kez baltayı fena halde taşa vurdu ve ''artık yeter'' diyen futbolumuz tarihi bir karar alarak dün kesin olarak Ankaraspor'u küme düşürdü.

Küçük Ahmet başkan olduktan sonra ''Ankaragücü ve Ankaraspor'un bağlantısı yoktur'' açıklamalarının arkasından transferin son gününde Ankaraspor'un 5 kalifiye futbolcusunu Ankaragücü'ne transfer etme pervasızlığında bulunanlara, koca bir şehri oyuncak zannederek, başbakanın ayaklarının dibinde dolaplar çevirenlere ve oğlunu dahi bu genç yaşında kendi karanlık işlerine karıştırıp, geleceğiyle ilgili karanlık düşüncelere sevkettirenlere büyük bir tokat çaktı futbolumuz.

Geçmişte olan olmuş, yaşanan yaşanmış, gerçekleşen gerçekleşmiştir artık. Bu terbiyesizliğe, bu pervasızlığa göz yummadığı için ''artık bitti'' gözüyle baktığım Türk Futbolu yeni bir silkinişin, bir uyanışın eşiğine gelmiştir. Yok efendim, Gençlerbirliği puan kaybetmiş, Gaziantepspor puan kaybetmiş bilmem neymiş! Kaybetsinler yahu, kaybetsinler! Sürekli aydınlık için, 6 puanın lafı mı olur? Gerekirse tüm takımlardan üçer, beşer puan silsinler ama şu rezilllikleri bize yaşatmasınlar. Kararı alanlardan da, uygulayanlardan da, geleceğe emsal teşkil ettirmeyi başaranlardan da allah bin defa razı olsun. Son yıllarda futbolumuz adına aldığım en güzel haberdi Ankaraspor'un küme düşürülmesi. Keşke Ankaragücü'nü de düşürselerdi. Atatürk'ün ahlaklı spor hayali vardı. GERÇEKLEŞTİRİLSİN!..

Su Isınıyor


Samet Aybaba'nın, Ünal Karaman'ın, Metin Diyadin'in isimleri çok daha sık anılır oldu, Trabzonspor teknik direktörlüğü için. Takımın ''bir ileri iki geri'' durumu geçen seneki heyecanın da yitirilmesine yol açtı. Lig yarışından bu sezon oldukça erken geri kalındı.

Trabzonspor oynadığı 8 karşılaşmada 3 galibiyet, 3 beraberlik ve 2 mağlubiyet alarak vasat bir sıra takımı performansı çizerken, geçen sene kurulan iskeletin üzerine birşeyler katması beklenen hocanın, isteneni verememesi dedikodu kazanlarını da oldukça erken kaynatmaya başladı doğal olarak. 2 tane de Avrupa Kupası maçını eklersek, Belçikalı teknik direktörün halen daha ''deneme-yanılma'' yöntemiyle ilk onbir oluşturması da yadırganan faktörlerden. Alanzinho'nun etkili kullanılmaması, tek forvetli sistemden çift forvete dönüş, öne geçilen maçlarda, skoru korumaya yönelik futbol vs. gibi nedenlerle Hugo Broos'un koltuğu ciddi şekilde sallanıyor bu aralar.

Aslında bazı durumlarda insanların kaderleri garip bir şekilde çiziliyor. Belki de 10 defa kazanılacak olan Gençlerbirliği maçında kenar yönetiminin yaptığı bariz hatalarla kaybedilen 2 puan ile birlikte, geçen hafta Gaziantepspor karşısında Colman'ın kaçırdığı penaltı hocanın kredisini azaltan etkenlerden. Şayet bu iki maçtan 2 galibiyet çıkarabilseydi (ki çıkaramaması kendi beceriksizlik ve talihsizliği) şu an bulunduğu konumdan çok daha fazla krediye sahip olacaktı.

Şayet Hugo Broos gönderilirse takımın başına kim geçmeli? Gerçi şimdiden bunu konuşmak biraz saçma ama olsun, ben kendi oyumun Metin Diyadin'den yana olduğunu belirtmek isterim. Kendisi camianın büyüklüğünü bilenlerdendir ve takımı ona göre top oynar kanaatindeyim...

6 Ekim 2009 Salı

Skor Tahmin Oyunu 8. Hafta Sonuçları

8. Hafta Puan Durumu

1. Faruk Turutoğlu : 19

2. Melih Kazdağ : 8

3. Hakan Demirel : 5

4. Tolga Şener : 3


Genel Puan Durumu

1. Hakan Demirel : 133

2. Tolga Şener : 108

3. Faruk Turutoğlu : 82

4. Melih Kazdağ : 58

2 Ekim 2009 Cuma

Dila Bebek Dünyaya Geldi


Lisede sürekli beraber takılan ''üç tip''tik biz. Birisi içimizden birini aradığı zaman üçümüzü birden bulurdu. 15 yılı deviren dostluğumuzda bizi en çok mutlu eden haberlerden birisi Melih kardeşimden geldi. Melih'i ''Balthazar'' nickiyle tanıyoruz blogta. Sumru - Melih çiftinin Dila Bebeği birkaç gün önce Avrasya Hastanesi'nde sağlıklı bir şekilde dünyaya geldi. Kardeşime eşi ve bebeğiyle birlikte uzun ve mutlu seneler dilerim. Faruk Amcası'da kendisini en kısa zamanda ziyaret edip, o babasına benzeyen güzel yüzüne bir ''hoşgeldin öpücüğü'' konduracak. Tekrar tebrik ederim kardeşim. Umarım hayırlı bir evlat olur sizin gibi temiz ve düzgün insanlara...

Skor Gücü


Fenerbahçe'nin inanılmaz bir skor alma gücü oluştu bu sezon. Güiza'nın sakatlığı yüzünden İstanbul'da bırakılması Fenerbahçe'nin bu gücünü Semih ile perçinlerken, zaten performansı üç aşağı beş yukarı belli olan sarı lacivertliler Semih - Alex ortak yapımı golle Twente maçının şokundan çıkmayı başardı.

Bu tip maçlar hep zordur aslında. Tabi ki Sheriff Tiraspol, Fenerbahçe ile kıyaslanamayacak ölçülerde vasat bir takım ancak futbolcuların kafasında da ''Ya puan kaybedersek'' düşüncesinin olduğuna eminim. Emre'nin dün akşamki performansı da son derece olumluydu. Alex ile beraber takımına liderlik yaptı, pres yaptı, şutlar attı, yakın zaman içinde yeniden sakatlanmazsa, sezonun Fenerbahçe adına yıldızı olacak gibi duruyor. Semih'in takımda olması her daim hücum organizasyonlarına çeşitlilik kazandırıyor. Burası bir gerçek. Ben Kazım'ın Deivid kontenjana takıldığı için oynadığını düşünüyordum ancak dün akşam da sahaya çıktığına göre Daum kendisine gerçekten güveniyor ve sağ kanat tercihinde bu futbolcunun sezon boyu bir numaralı tercihi olacağı kesinleşti artık.

Sıkıntı yaşanabilecek bir maçtan 3 puanı tek golle kurtarmayı başardı Fenerbahçe. Bundan sonra grupta ilk iki için Steaua Bükreş ve Twente ile çekişecekler. Az hata yapan kazanır ancak Fenerbahçe'nin bu gruptan çıkamaması büyük bir mucize olur...

Sıkıntı Var!


Sezon başında fırtına gibi esen Galatasaray, Kasımpaşa ve Eskişehirspor maçlarında verdiği ''performans düşüklüğü'' sinyallerine kendi sahasında oynadığı Sturm Graz maçıyla da devam etti. Gerçi sarı kırmızılılar sayısız gol pozisyonu yakaladı ama hem Baros'un bencil oyunu hem de Elano'nun çekingenliği yüzünden bu fırsatları da kullanamadı.

Aslında Galatasaray için herşeyin normal olduğu ve minimum Eskişehirspor maçı performansıyla bile en az iki farklı kazanılabilecek bir maçtı Sturm Graz maçı. Bir maçlığını da olsa formasını Shabani Nonda'ya teslim eden Baros formayı geri aldı ama bir pozisyonda kaçırdığı akıl almaz golün yanında bir pozisyonda da yanında Arda ile beraber yaklaşık 40 metre sürdüğü topu bomboş Arda'ya vermek yerine kaleye göndermeye çalışınca kırılma noktalarını lehine çeviremeyen Galatasaray rakibine en azından yenilmemeyi başardı. Sturm Graz zamanında Şampiyonlar Ligi'nde de oynamış bir ekip. Kendilerine has bir oyun kültürleri var. Zaman zaman bunu sahaya gerçekten çok iyi yansıttılar. Attıkları gol de birinci sınıf bir organizasyonla geldi. Özellikle Avusturya'daki maçta Galatasaray rakibini küçümserse başına iş alabilir.

Bu tip performans düşüklükleri normaldir. Sezon içinde olağandır ancak bunun süresinin ne kadar olacağını da Galatasaray'ın teknik direktörü Frank Rijkaard belirleyecektir.

Skor Tahmin Oyunu 8. Hafta Tahminleri

Trabzonspor - G.Antepspor ( 2 Ekim Cuma 20:00 LİG TV )

Beşiktaş - Denizlispor ( 3 Ekim Cumartesi 20:00 LİG TV )

Ankaragücü - Galatasaray ( 4 Ekim Pazar 16:00 LİG TV )

Fenerbahçe - Gençlerbirliği ( 4 Ekim Pazar 20:00 LİG TV )


Cezalı Oyuncu : ( Kazım Kazım - Fenerbahçe, Adem Çalık - Denizlispor )

1 Ekim 2009 Perşembe

Kısaca: En İyisi O


Ersun Yanal Beşiktaş'a...


Postun başlığı aslında şu anki en olası senaryoyu gözlere seriyor. Şayet Mustafa Denizli Beşiktaş'tan ayrılırsa, yönetimin ilk hedefi mutlaka ''Talented Manager'' Ersun Yanal olacaktır. Peki Ersun Yanal Beşiktaş'a ne kadar?

Denizlispor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği gibi takımların başındayken Ersun Hoca hücum futbolunun ve skora gitmenin en ince örneklerini veriyordu. Milli Takım performansı da aynen bu şekilde devam etti aslında. Sondan bir önceki takımı olan Vestel Manisaspor'da biraz daha ''oturaklı'' bir oyun anlayışı ve sistemle mücadele eden Ersun Yanal, Trabzonspor'da ise tamamen kimlik değiştirip, teknik direktörlük kariyerinin ''olgun yıllarına'' girdiğini göstermişti.

Beşiktaş'ın şu anki kadrosu aslında Ersun Yanal'ın tam da aradığı kadro. Geçen sezon yeni oluşturulan bir takımı ilk üçün içine atan bir hoca için biraz daha oturmuş ve daha kaliteli oyunculardan oluşan bir toplulukla daha başarılı sonuçlar etmesi beklenebilir. Ersun Yanal'ın kendi kariyeri açısından da bu tip bir hamlenin gerçekleşmesi gerekiyor zaten. Bu yetenekte bir teknik direktörün kendisini Fox Tv'de harcamasını ülke olarak kabullenmememiz gerekir aslında. Ersun Yanal'ın en büyük dezavantajı ''kırılgan'' bir yapıya sahip olması. Camia kendisine gereken desteği verirse (vermeyecektir!) uzun yıllar Beşiktaş'ın başında kalacak ''elit'' bir teknik direktördür Ersun Yanal...

Arda'nın Transferi...


Hakkında söylediğim olumsuz sözleri ve düşüncelerimi bana en azından şimdilik yediren futbolculardan birisidir Arda Turan, özel hayatında bir dönem sallantılar yaşasa da, hem büyük yıldızları bir araya getiren takımının hem de Milli Takım'ın en önemli oyuncusu olma özelliğini koruyor genç oyuncu.

Doğaldır ki, her başarılı insana olduğu gibi Arda'ya çeşitli talipler çıkıyor zaman zaman, Avrupa Kulüpleri'nin Arda'yı sık sık izlediğini ve raporlar hazırladıklarını biliyoruz. Geçen sezona kadar sol kanat oyuncusu olarak bilinen Arda Turan, bu sezon Lincoln'den sonra devraldığı ''10 numara'' pozisyonunu da pek fazla yadırgamadı. Golleri ve asistleriyle yine takımını sırtlayan oyuncu olarak göze çarpıyor. Barcelona'dan, Manchester United'a, Liverpool'dan Bayern Munich'e kadar, çeşitli liglerin büyük takımları tarafından transfer edilmek istendiği kulaktan kulağa dolaşan rivayetler.

Altyapıdan beridir Galatasaray'da oynadığı için taraftarın müthiş derecede benimsediği bir ''fenomen'' olan oyuncu transferi hakkında her zaman ''Başkan bilir'' açıklamasını yapmaya devam ediyor. Galatasaray ''halk kahramanı'' haline gelmiş oyuncusunu öyle kolay kolay bırakmayacaktır. Burası kesin ancak Arda Turan yurtdışına gitmeyi istiyor mu istemiyor mu bunu pek bilemiyoruz? Yurtdışında futbol oynamak öyle her babayiğidin harcı değil. Biz öyle ne Hakan Şükür'ler, ne Arif Erdem'ler, ne Hami Mandıralı'lar gördük. Tabi ki Nihat gibi, Tugay gibi örnekler de var ama Arda'nın duygusal yapısının yurtdışında bir takımda oynamaya müsait olup olmadığını pek fazla bilmiyoruz. Galatasaray'da kendisini ispatlamak ve kadroya girebilmek için yıllarca mücadele eden ve sonunda ''tuttuğunu koparan'' genç oyuncu, aslında bu tip mücadelelere pek yabancı değil. Şu anki pozisyonuna da ''tırnaklarını kazıyarak'' geldiğini hepimiz biliyoruz. Kendisini yeniden ispatlama anlamında zorlanacağını düşünmesem de, özellikle büyük bir kulübe yüksek bir bonservis bedeliyle transfer olursa yaşayacağı baskının altından kalkabilecek mi işte bunu bilmiyoruz. Arda gibi muamele gören bir Samir Nasri vardı Arsenal'de... Ne oldu O'na?

Sekizde Sekiz!


Bu aralar takımların altıda altıları, yedide yedileri konuşuluyor ancak bireysel bazda Mustafa Denizli dün gece sekizde sekiz yaparak, ulaşılması güç bir rekora doğru ilerlemeye devam ediyor.

Maç başlamadan önce hemen hemen her yerde Beşiktaş'ın muhtemel onbirleri veriliyordu. Sahaya çıkana en yaklaşık tahmini kim verdi bilmiyorum ama takımda bir iskelet olmayınca doğal olarak kimya da oluşmuyor. Yoksa dün akşamki takımın geçen sezon hem Türkiye Ligi'ni hem de Türkiye Kupası'nı kazandığına inanmak zor geliyor. Maçın faturası hemen Rüştü'ye kesildi. Bilen bilir Rüştü'yü severim ve dünyanın sayılı kalecilerinden birisi olduğunu iddia ederim arkadaş arasındaki konuşmalarımızda. Gerçi artık kalmadı dünyanın sayılı kalecilerinden birisi olma özelliği ama yine de Türkiye'nin en iyi kalecisidir bana göre. Dün akşam yediği ilk golde de zerre kabahati yok adamın. Şutu atan genç çocuk öyle akıllı ve mükemmel bir vuruş yaptı ki, Ümit Aktan'ın dediği gibi ''Scmeichel değil, 10 tane Michael olsa, o topu ordan alamazdı''. Şampiyonlar Ligi maçları için söylenen bir klişe vardır her daim, ''Bu tip maçlarda yakaladığını atacaksın'' şeklinde. Holosko, Ernst'in ara pasında bu pozisyonu yakaladı ama atamadı. Mustafa Denizli ilk yarım saat bittikten sonra Holosko'yu kenara alıp sahaya Yusuf'u sahaya sürünce ''bu iş bitmiştir artık'' dedim. Böyle bir oyuncu değişikliği olabilir mi yahu? Ben Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'taki misyonunun artık sona erdiğini düşünüyorum. Geçen sene ''fırsat sezonunu'' iyi değerlendiren kulübün tepeden tırnağa ciddi bir revizyona girmesi gerekiyor. Hele ki dün akşamki CSKA Moskova'yı yenememek, yenmeyi bırakın puan bile çıkaramak ciddi bir başarısızlıktır. Beşiktaş'ın şu ekiple bundan sonra bir toparlanma süreci yaşaması da pek olası değil bana göre. Lig treni zaten kaçtı da, hiç olmazsa Avrupa Ligi treninin kaçmasına müsade etmemek için radikal ''açılımlar'' olması gerekiyor Beşiktaş'ta. Tepeden tırnağa...