30 Temmuz 2010 Cuma

Sıkıntı Var!

Sergen Yalçın, Galatasaray için konuşurken sıklıkla kullandığı bir söz öbeğini bu kez tam yerinde kullandı dün akşam: ''Galatasaray'da sıkıntı var!''. Galatasaray'da gerçekten büyük bir sıkıntı var. Oyuncuların özgüven anlamında yaşadığı sıkıntının yanında bir de ciddi derecede bir organizasyon sıkıntısı var ki, bunun çözümünü nasıl sağlarlar bilmiyorum. D-Smart'tan yayınlandığı için maçı izleyemedim ama akşam geniş özetinde gördüğüm kadarıyla, Galatasaray'ın savunması ve kalecisi ciddi şekilde alarm veriyor. Arda'nın gösterdiği ekstra performansla bulunan iki golün ardından ve hele de artık maçın sonuna yaklaşmışken yenen iki golle turun ilginç bir biçimde zora girmesi, Rijkaard'ın taşları bir türlü yerine oturtamamasından kaynaklanıyor olabilir. Yönetim ile Rijkaard arasında yaşanan bir tür soğuk savaşın takıma sirayet etmesi, daha ligin ortasına gelmeden hem Rijkaard'a, hem yönetime, hem de takıma havlu attırabilir ki, bu Galatasaray için önümüzdeki birkaç ayda yazılabilecek en kötü senaryo olur. Haldun Üstünel'in pasifize edilmesi, camiada pek sevilmeyen Adnan Sezgin'in ısrarla kadroda ''şans bulması'', Adnan Polat'ın da Galatasaray taraftarı nezninde olan kredisini bir hayli azaltıyor. Dün akşam kapalının orta yerine asılan ''Seni Seviyoruz Haldun Üstünel'' pankartı, kimin tarafında olduklarını açıkça belli ediyor. Bu tartışmalar takıma da bu şekilde etki ederse, ne OFK Belgrad saf dışı bırakılabilir ne de sezon Galatasaray için olumlu geçer.

Kötü Performans, İyi Sonuç

Plzen, Vikingur gibi bir takım değildi hiç kuşkusuz. En azından Sparta Prag, Slavia Prag, Mleda Boleslav gibi nispeten bilindik takımların bulunduğu bir ligde top koşturuyorlardı. Beşiktaş henüz lig performansına başlamasa da, nispeten fena maçlar çıkarmıyordu. Plzen maçının kahramanı hiç kuşkusuz Hakan Arıkan oldu. Birkaç tane çok net gol pozisyonunu engelleyerek (özellikle maç 1-0 iken) Beşiktaş'ın turu zora sokmasına izin vermedi. Quaresma'nın yoktan varettiği penaltı ile de Beşiktaş tur için kendisine yarayacak skoru alıp götürdü Çek Cumhuriyeti deplasmanından.

Delgado penaltı golünü atmasına rağmen kötü bir performans ortaya koydu. Nobre Türk statüsünde olduğu için takımda bu sene de yer bulacak kendine belli ki ama gerçekten çok kötü maçlar oynuyor. İbrahim Toraman gereğinden fazla hırslı gözüktü bana. Çok fazla mücadele etmeye kalkınca sertliklerinin dozu kaçıyor ve bu da kendi takımına dezavantaj olarak geri dönüyor. Necip Uysal çok iyi bir futbolcu olacak ileride. Biraz daha güven kazandığı zaman Beşiktaş orta sahasını çekip çevirir. Tabata için kim ne derse desin iyi bir futbolcu ve bu takımda her zaman ilk onbir olur. Yabancı kontenjanını nasıl boşaltacak bilmiyorum Beşiktaş ama futbolcuların kaynaşması için epey bir zamana ihtiyaçları olacak. Ernst iki sezon önce devre arası geldiği Beşiktaş'ta sergilediği performansın beşte birini ortaya koyamıyor. Ernst'teki düşüş enteresan. Guti'de gelip orta sahaya yerleştiği zaman Beşiktaş'ın şablonu daha bir netleşecektir diye tahmin ediyorum ama az önce de söylediğim gibi Necip ''arada kaynamazsa'' Beşiktaş'ın hem para kazanabileceği, hem de yıllar boyu faydalabileceği bir futbolcu olacak.

Beşiktaş'ın Plzen karşısında ikinci maçta da, bir hayli dikkatli olması gerekiyor. Alınacak bir mağlubiyet, çok taşı yerinden oynatabilir. Bu yüzden ikinci maçı, dün akşamki gibi değil, bir finalmiş gibi oynamaları gerekiyor.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Avantajlı Skor

Şampiyonlar Ligi'ne kalabilmek bu sezon Fenerbahçe'nin en önemli hedeflerinden bir tanesi hiç kuşkusuz. İlk bakışta sıklet olarak Young Boys bu hedefin önünde duran küçük bir dikenli tel görünümündeydi ancak maçın başlamasıyla beraber İsviçreliler Fenerbahçe'yi zorlamaya başladı.

Bir iki ciddi atak girişiminden sonra, Gökhan Ünal'ın, Emre'ye servis ettiği topu ağlarında gördü Young Boys oyuncuları. 5. dakikada yedikleri bu golden sonra biraz bocalasalarda yeniden oyun üstünlüğünü, hemde organize bir şekilde ele aldılar. Lugano ve Gökhan Gönül'ün yokluğunda sallanan Fenerbahçe savunması çok basit bir kafa golüne engel olamayınca skora yeniden beraberlik gelse de, Miroslav Stoch'un klas golü Fenerbahçe'yi deplasmanda yeniden öne geçirmeyi başardı. Golden sonra Colin Kazım-Richards'ın aptalca gördüğü (karar çok ağırdı, belirtmeden geçmeyelim) kırmızı kartın sonucunda sarı lacivertli takım soyunma odasına 10 kişi olarak ancak skor üstünlüğüyle gitti.

Andre Santos, Bekir, Bilica ve Önder'den oluşan savunma hattı ikinci yarıda iyice sallanmaya başladı. Young Boys gol için saldırdıkça Fenerbahçe'nin defoları sık sık ortaya çıktı ancak gerek Volkan Demirel'in performansı gerekse de Fenerbahçe'nin futbol şansı rakibin golü bulmasını engelledi. (Young Boys'un 3 topu direkten geri geldi)

Maçın son dakikasında Selçuk Şahin'in ''yarattığı'' penaltı sayesinde bir gol bulan Young Boys maçı beraberliğe taşıdı ve ikinci maç için ''ümitlenebilecekleri'' bir skor elde etti.

2-2 ilk bakışta bir deplasman maçı için iyi bir skor ancak henüz sezon başında olan ve sezona da pek iyi giremeyeceği sinyalleri veren Fenerbahçe için küçükte olsa risk taşıyan bir skor oldu. Ben işin ilk maçta biteceğini hesap etmiştim ancak Young Boys için yine de bir ümit var. Fenerbahçe kadrosunda, bu takımda bırakın onbir oynamayı, kadrosunda bulunmaması gereken oyuncular var. Önder Turacı'nın halleri neydi öyle? Colin Kazım-Richards'ın bir türlü akıllanmaması o bölgenin garanti sahibini Issiar Dia yapıyor daha şimdiden. Alex hiçbir şey veremezken, Stoch hazır hali ile dikkat çekti. Emre Belözoğlu yine bildiğimiz gibi. Koşuyor, mücadele ediyor ancak sahada futbolun dışında kalan her şey ile ilgileniyor. Fenerbahçe'nin henüz hazır olmadığı herkesin malumu herhalde. Karşısında da beklediğinden daha iyi bir takım bulunca, eksik kadrosuyla bana göre yine de iyi bir skor elde etti. Şayet Young Boys ikinci golü biraz daha erken bir dakikada bulabilseydi, Fenerbahçe maçı kaybedebilirdi. İkinci maç kolay olmayacaktır diye tahmin ediyorum. Lugano yetişirse Fenerbahçe için çok iyi olur. Bu savunma bu haliyle bırakın Süper Lig'de yarışmayı, bu turu bile tehlikeye atar.

27 Temmuz 2010 Salı

Kabuk Değiştirmek

Elano'nun, Kewell'ın, Jo Alves'in, Gio Dos Santos'un, Arda Turan'ın, Milan Baros'un, Kader Keita'nın, Lucas Neill'ın bir araya getirildiği ve başlarına Frank Rijkaard - Johan Neeskens ikilisinin konulduğu Galatasaray'ın geçen sezon üçüncülüğü güç bela kurtarmasının ardından bu sezon yapılan revizyonlar tabi ki biraz enteresan kaçtı.

Elano Blumer takımda kaldı ancak iyi bir teklif gelirse gönderilmesi an meselesi. Hary Kewell gidecek kulüp bulamayınca Galatasaray'ın şartlarına uydu ve takımda bir sezon daha kaldı. Jo Alves ve Gio Dos Santos'tan ağzı yanan Galatasaray'ın bu oyuncular için en ufak bir girişimi dahi olmadı ve kiralık olarak geldikleri takımda kalıcı olamadılar. Arda Turan için yaratılan transfer spekülasyonları sonuçsuz kaldı ve Arda, Galatasaray'ın kaptanı olarak sarı kırmızılılarda bir sezon daha geçirecek. Milan Baros yeniden sakatlandı ve Çek forvetin sakatlık durumu müzminliğe doğru ilerlemeye başladı sanki. Kader Keita, hemen hemen alındığı fiyata Katar'a gönderildi. Bu saydığım oyuncular içerisinde durumu en belirgin olanlardan birisi olan Lucas Neill takımda kalmaya devam edecek. Bunların yanında Mehmet Topal'da, 5 milyon euro karşılığında Valencia'ya gönderildi.

Ali Turan, Mehmet Batdal, Serdar Özkan, Çağlar Birinci ve Musa Çağıran yerli transferler olarak Galatasaray'ın kadrosuna katıldılar. Bu oyuncular içerisinde ''direk olarak onbir oynar'' diyeceğimiz bir oyuncu yok ama yedek kulübesi ve kadro derinliği adına fena isimler olmayacaklardır. Şu ana kadar yapılan iki yabancı transferinden birisi Arnavut oyuncu Lorik Cana ve bir diğeri ise Monaco'dan gelen Juan Pablo Pino. Haldun Üstünel'in istifasından sonra transfer işlerine el atan Adnan Sezgin daha makul ve daha ''bilinmeyen'' oyuncular getirdi Galatasaray'a. Eldeki kadronun durumu da belli olmayınca (Elano, Servet, Arda vs.. transferleri) Rijkaard'ın kara kara düşünmesi son derece normal olmalı.

Galatasaray'ın ve Rijkaard'ın elinde öyle çok spektaküler bir malzeme yok ve görüntüye göre de olmayacak bu dönem. Yeni stad ya da ligin başlamasına az bir süre kala yapılacak bir iki ''havalı'' transfer yeni bir heyecan getirebilir mi bilmiyorum ama genel hatlarıyla Galatasaray'ın an itibariyle görüntüsü pek iç açıcı değil.

Kocaman Bir Fenerbahçe

Ayağına kadar gelen şampiyonluğu son maçta kaptırmanın bedelini Christoph Daum ödedi Fenerbahçe'de. ''Görevimin başındayım'' diye geldiği Samandıra'dan ayrılması Miniatürk'te yaptığı basın açıklamasıyla oldu. Bedel ödendikten sonra yeni sezon için Fenerbahçe'de tek bir aday vardı. Geçen sezonun Sportif Direktörü Aykut Kocaman.

Takım elbisesini dolaba asıp, eşofmanlarını yeniden giyen Aykut Kocaman, Fenerbahçe'nin efsane isimlerinden birisi. Aynı Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin ya da Turhan Sofuoğlu gibi. Şimdiye kadar bu saydığım 3 ismi de deneyen Fenerbahçe belki de içlerinde en istikrarlısı olan Aykut Kocaman'ı denemeye karar verdi bu kez. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe taraftarında kredisi büyük. Zaten bu kredi yüzünden cesur hamleler yaptı Aykut Hoca. Yıldız peşinde değil de, başarıya aç gençlerin peşinde koştular kulüp olarak. Issiar Dia ve Miroslav Stoch transferleri tam da Aykut Hoca'nın istediği karaktere sahip oyuncular. Kaptan Alex'in kendisine karşı büyük bir saygısı var. Alex'te en az Aykut Kocaman kadar bu takımın efsane oyuncularından birisi durumunda. Dolayısıyla sadece Alex'in değil, tüm takımın saygısı bir hayli fazla olacaktır tecrübeli teknik direktöre karşı. Yönetimin Aykut Hoca'nın arkasında ne kadar ve ne derece duracağını tabi ki şimdiden kestirmek zor ancak Kocaman kadar kredilerinin olmadığı ortada.

Lige başlangıç çok önemli. Beklenen forvet gecikiyor ve belli ki Güiza'dan bu sezon faydalanamayacak Fenerbahçe. Bir tek Semih ve Gökhan Ünal'ın eline bakmak büyük bir kumar olur kanaatindeyim. Yönetimin forveti bir an önce getirmesi lazım. Şampiyonlar Ligi ön elemesinde de güzel bir kura çekti sarı lacivertli takım. Young Boys normal şartlar altında kolaylıkla ekarte edebilecekleri bir ekip. Sonraki turda neler olacağını bilmek zor ancak Şampiyonlar Ligi'ne kalınması durumunda hem camianın Aykut Hoca'ya olan güveni artacaktır, hem de Aykut Kocaman'ın eli güçlenecektir. Bu yüzden sarı lacivertliler için en azından önümüzdeki ay en büyük hedef hiç kuşkusuz son 32'ye kalabilmek olacak. Hoca'nın hazırlık kampı boyunca kafasında belli bir şablon ya da belli bir onbir oluştu mu bilmiyorum ancak yapısı itibariyle koşan, mücadele eden ve ve en önemlisi son bir iki sezondur görmediğimiz hırsı ve kazanma isteğini takıma aşılayacağına eminim.

Bu sezon alışılagelmişten farklı bir Fenerbahçe izleyeceğimizi tahmin ediyorum. Sistem oturdukça ve oyuncular Aykut Kocaman'ın ne istediğini anladıkça çok daha oturaklı ve sisteme sadık bir takım gelecek diye umuyorum. Tabi burada en önemli olan şey Aykut Kocaman'a inanmak ve prensiplerine sahip çıkabilmek. Fenerbahçe'nin başında şu anda klişe tabiriyle ''adam gibi bir adam'' var. Değerlendirebilmek tamamen sarı lacivertli camianın elinde...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Sportif Platform Kaldığı Yerden...

2 yılı aşan bir zaman oldu Sportif Platform kurulalı. İrili ufaklı binlerce blog içerisinde Sportif Platform olarak kendime bir yer edinmeye çalıştım. Çok keyif aldığım ''yazma'' işini, yine en çok ''keyif'' aldığım futbol üzerinden yapmaya çalıştım. Kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış işler yaptım, bazen sinir katsayısını arttıran, bazen güldüren, bazen de hak verilen postlar açtım. ''Kim Bu Futbolcu?'', ''Skor Tahmin Oyunu'' gibi yarışmalarla takipçileri blogta tutmaya çalıştım. En önemlisi zaman ayırdım ve bu blogtan fazlasıyla keyif aldım.

Şimdi blogla birlikte üçüncü sezonuma başlıyorum bende. Artık daha oturaklı, daha tecrübeli, daha ''işi bilen'' bir ''blogger'' olarak buradayım. İşimden ve özel hayatımdan artan zamanlarda çeşitli notlar düştüğüm Sportif Platform artık hayatımda ciddi bir şekilde yer tutan bir oluşum haline geldi. Bloğun geçmişi sadece ders amaçlı olarak hafızamda kalacak ancak, gelecek adına düşündüğüm birkaç revizyonda yok değil. İlk önce bloğun şablonunu değiştirmeyi düşündüm ancak bundan vazgeçtim. Böylesi daha güzel geldi bana. ''Kim Bu Futbolcu?'' yarışmasının yanında, ''Kim Bu Basketbolcu?'' ya da ne bileyim ''Kim Bu Formula-1 Pilotu?'' gibi etkinlikler yapmayı da düşünüyorum. Ağırlıklı olarak Turkcell Süper Lig yazdığım ve rengim de belli olduğu için aslında her sezona dezavantajlı başlıyorum zira postların arasından cımbızla çekilen ve kötüye yorulan yazılarım oluyor. Bu dönem bu tip hususlara daha çok dikkat edeceğim. Postların biraz daha eğlenceli olabilmesi için ne yapılabilire kafa yoracağım. Skor Tahmin Oyunu'nun iki sezon boyunca müdavimi olan dostlarımı bu sezon mutlaka tekrar yarışmaya bekliyorum. Yeni katılımcılara da sonuna kadar açığım. Skor Tahmin Oyunu'nun işleyişine yine beraber karar vereceğiz. Blog okuyucularından en büyük beklentim, yorumlarıyla bloğa katılmaları. Ne kadar çok katılım olursa, o kadar güzel bir blog ya da tartışma ortamı olacaktır Sportif Platform. Bunun için de ne gerekiyorsa yapacağımı bilmenizi isterim.

Kısaca; vereceğiniz destek ile birlikte bloğu daha eğlenceli ve daha okunabilir bir hale getirebileceğimizi düşünüyorum. Sportif Platform kaldığı yerden devam ediyor.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

2010 Güney Afrika Özel ( Viva İspanya! )

Kıtanın dışına çıkıldığında bir türlü Dünya Kupası kazanamayan Avrupa, Güney Afrika'da şeytanın bacağını kırıp, finale iki ülkesini birden göndermiş ve işini şansa bırakmamıştı. Maçın favorisi İspanya, karşısına gösterişsiz Hollanda'yı almış, Soccer City'nin muhteşem zemininde kozlarını paylaşmaya hazır vaziyetteydi.

Robben'in başrol, Sneijder'in ise yardımcı oyuncu rolünde boy gösterdiği Hollanda, Xavi ve Iniesta'nın (Barcelona'dan sonra) ikinci takımı olan İspanya Milli Takımı karşısında biraz ''sinik'' başladı oyuna. Gerçi kupa performansları da hep avına zehir atıp, iyice uyuşmasını bekledikten sonra yemeye başlayan ''yılan'' görüntüsündeydi ancak bu kez İspanya'nın saha içi üstünlüğünü kabullenip, kontra ya da duran top golleri deneyecek gibi duruyorlardı. İki takımda gol atma girişimi için ''biraz nazlı'' dursalar da, İspanya favori olmanın baskısından mıdır nedir bilinmez, gol için biraz daha istekli tarafmış gibi duruyordu. İlk yirmi dakikada ''büyük mahalle baskılarının da'' etkisiyle maçın İngiliz hakemi Howard Webb, her iki takımdan ikişer oyuncuya sarı kart çıkartınca oyunun temposu bir ara neredeyse durma noktasına geldi. Hollanda rakibini göbekten ve soldan aşamayınca işi bir ara tamamen Robben'in üzerine yıktı. Van Persie'nin sahada ''hayalet'' gibi gezmesinden sebep, Puyol - Pique ikilisi de maçın ilk yarısını neredeyse terlemeden bitirdiler. İlk yarı futbol adına sahada herhangi bir şey göremesekte, Dünya Kupası finali izliyor olmamızın da etkisiyle ''vukuatı'' görmezden geldik.

İkinci yarı, ilk yarıya nazaran çok daha hareketli başladı. Robben ile birlikte Sneijder'de maça iyice ısınırken, David Villa'da Iniesta'ya ayak uydurunca maç nispeten keyifli bir hal aldı. Arka direkte Capdevilla'nın ıskaladığı topun yanında, Sergio Ramos ve Mathijsen'in üst üste çok müsait durumlarda auta vurdukları kafa şutları oturduğumuz yerden biraz ''diklenmemizi'' sağladı. Asıl bomba, Sneijder'in olağanüstü pasında yaklaşık 30 metre Casillas'ın üstüne top süren Robben'in kaçırdığı gol oldu. Maçın başından beri ince ince alarm veren İspanya savunmasının tamamiyle nakavt olduğu pozisyonda, Bayern Munich'i Şampiyonlar Ligi finaline taşıyan adam, Casillas'ın sağ ayak ucuna takılınca, Hollanda bir tür ''atanalır'' maçında ''o'' golü bulamamış oldu. Hollanda maçın başından beri işlemeyen sol kanadına Elia takviyesi yapsa da, o kanadı bir türlü işletemeyince, zaman zaman Robben'i oralara kadar gönderip, ''darbe girişimleri'' yapmaya çalıştı. Iniesta'nın iki kez topla beraber kaleye girme isteği yüzünden kaçan gollerin akabinde, maçın sonuna yaklaşırken, Robben bir kez daha Casillas ile karşı karşıya kalıp, bu kez kendisini geçmek istedi ancak Casillas yaşından büyük tecrübesiyle bir kez daha Hollandalının girişimine ''kancayı atmış'' oldu. Normal sürenin sonuna 7 sarı kart ile gelen Hollanda, girişimlerine ara verince, yine bir süre İspanyolların kimi zaman ''anlamsızlaşan'' pas trafiğini izledik.

Dünya Kupası tarihinde ikinci kez 0-0 berabere biten normal sürenin ardından geçilen uzatmalarda maçın normal gidişatından pek farklı başlamadı. Robben'in bitmek bilmeyen enerjisine zaman zaman sağ çizgide, Puyol dahi müdahele etmek zorunda kalırken, Iniesta'nın girdiği pozisyonun devamında, Xavi'ye ceza alanı içinde yapılan müdaheleye bu kez Howard Webb kayıtsız kaldı. İlk uzatmanın ardından, Del Bosque, son onbeş dakikaya artık iyice yorulan David Villa'nın yerine Fernando Torres'i alarak başladı. Van Marwijk ise bir türlü hiçbir şey yapmayan Van Persie'yi oyundan çıkarmayı düşünmedi. Heitinga'nın gördüğü kırmızı kart (ki çok doğru bir kırmızı karttı, Iniste'yı o pozisyonda mutlaka indirmesi gerekiyordu) maçın kırılma anlarından birisi oldu. Artık İspanya eksik kalan rakibi karşısında birşeyler yapabilirdi. Süre az, oyuncuların çoğu yorgundu ama tarihe geçmeyi hakeden en büyük İspanyol oyuncu Andres Iniesta henüz bitmemişti. Tarihe geçecek vuruşu yaptığında dakikalar 116'yı gösteriyordu. İspanya, Hollanda'yı Iniesta'nın golüyle mağlup ederek, tarihinde ilk kez yükseldiği Dünya Kupası finalini kazanırken, Hollanda üçüncü kez Dünya Kupası finalinden eli boş ayrılıyordu.

Barcelona altyapısının, İspanya'ya iki sene içinde bir Avrupa, bir de Dünya Şampiyonluğu hediye ettiğini söylememiz herhalde yanlış olmaz. Xavi, Iniesta, Busquets, Puyol, Pique, Pedro gibi temel taşları, Casillas, David Villa, Capdevilla, Fernando Torres, Sergio Ramos gibi oyuncularla destekleyen Barcelona modeli bu turnuvadan da alnının akıyla ayrılmasını bildi. Genç ve dinamik kadro bundan sonraki senelerde de iyi işler yapmaya devam edecektir bundan hiç kuşkum yok. Oyun sistemlerini, ilk maçtan son maça kadar değiştirmeden, mantalitelerini sahaya tamamen yansıtarak, net ve hakedilmiş bir kupa kazandılar. Başarıda emeği olan herkesi kutlamak lazım.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

2010 Güney Afrika Özel ( Final Tahmini )

Hollanda - İspanya maçını golleri ile birlikte doğru tahmin edene Lacoste'dan bir t-shirt ödül vereceğim.

Not: Melih, kitabını temin ettim kardeşim. Okumayı bitirir bitirmez teslim ediyorum sana!

2010 Güney Afrika Özel ( İkinci Finalist İspanya )

İsviçre mağlubiyetinden sonra toparlanan ve David Villa'nın başını çekip, Xavi ve Iniesta'nın sürüklediği İspanya Milli Takımı yarı finalde karşısına Almanya'yı almıştı. Almanya'nın grup ve sonraki turlardaki performansı İspanya'ya nazaran daha etkili olsa da, maça iyi başlayan ve oyunu sürükleyen taraf İspanyollar oldu. Müller'in yokluğunu fazlasıyla hisseden Almanlara karşı daha etkili bir oyun oynayan İspanya, Carles Puyol'un bitime 20 dakikadan az bir süre kala attığı golle de maçı koparıp götürdü.

Bana göre turnuva performansı bakımından Almanya'nın kazanması gereken bir maçtı. İkinci turda İngiltere'yi, çeyrek finalde ise Arjantin'i saf dışı bırakan Almanlara karşı, ikinci turda Portekiz'i 1-0 ile ve çeyrek finalde Paraguay'ı yine 1-0 ile geçen İspanyollar turu geçen taraf oldu.

Yarın akşam oynanacak olan Hollanda - İspanya maçının ardından 2010 Dünya Şampiyonu belli olacak. Gönlüm Hollanda'dan yana ancak mantığım İspanya'nın kupayı kazanacağını söylüyor.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

2010 Güney Afrika Özel ( İlk Finalist Hollanda )

Meksika, Fransa ve Güney Afrika'nın bulunduğu gruptan lider çıktıktan sonra, Güney Kore'yi normal sürede ve Gana'yı penaltılarla eleyip yarı finale gelen Uruguay'ın karşısında, Danimarka, Japonya ve Kamerun'un bulunduğu gruptan tüm maçlarını kazanarak çıkan, ardından önce Slovakya'yı, sonra da en büyük favorilerden Brezilya'yı normal sürelerde devirip yarı finalist olan Hollanda vardı.

Uruguay'da Lugano ve Loderio sakat, Fucile ve Suarez ise cezalıydı. İlk onbirinde direk oynayan ve son Gana maçında bir hayli yıpranan takım bir de bu eksiklerle maça çıkınca tamamen motivasyon faktörüyle Hollanda'ya direnebilirdi. Vasat maçlardan sonra ilk güç denemesini Brezilya karşısında yapan ve bu denemeden başarıyla ayrılan Hollanda'da ise Van Der Wiel ve De Jong'un dışında sakat ya da cezalı oyuncu bulunmuyordu.

İki takımda maça birbirini tartarak başladı. Bir iki vasat girişimden sonra 18. dakikada hemen hemen herkesin ortak olarak birleştiği görüşe mukabil Giovanni Van Bronckhorst turnuvanın en güzel golünü atarak Hollanda'yı 1-0 öne geçirince büyük çoğunluk işin bittiğini düşündü muhtemelen ancak Uruguay'ın pes etmeye niyeti olmadığı golden sonra ortaya çıktı. Hollanda ile dişe diş girdikleri mücadelede, devrenin bitmesine yakın bu kez takımın herşeyi Diego Forlan'ın muhteşem golü geldi. Forlan'ın golüyle birlikte takımlar devreye birer güzel gol ve beraberlikle girdi.

İkinci yarı da her ne kadar Uruguay rakibine karşı dirense de, Hollanda'nın aklı selim ve soğukkanlı futbolu daha bir belirleyici duruyordu. Sneijder'in iyice devreye girmesiyle birlikte, Hollanda özellikle 50. dakikadan itibaren oyunu iyice Uruguay yarı sahasına yıktı. Robben'in sürüklediği top 70'te Sneijder'in ayağına geldi. Kötü bir vuruş olmasına rağmen ''canı olan top'' gidip Muslera'nın solundan tam direğin dibinden ağlarla buluştu. Bu golle birlikte Uruguay'ın direnci biraz daha kırıldı zira hemen üç dakika sonra bu kez Robben klas bir kafa vuruşuyla takımının üçüncü golünü atarak Hollanda'nın finale çıkışını neredeyse garanti altına aldı. Son dakikaya kadar ''al gülüm ver gülüm'' giden maç, Maximiliano Pereira'nın enfes plasesiyle yeniden hareketlendi. Bir buçuk dakika kala, Uruguay'ın ümitleri yeniden yeşermişti. O bir buçuk dakikayı maçın Özbek hakemi yaklaşık dört dakikaya çıkarsa da ve Uruguay gerçekten gol yapabileceği bir iki pozisyona girse de mucize gerçekleşmedi ve Hollanda, Uruguay'ı 3-2 mağlup ederek finale yükselen ilk takım oldu.

İkinci finalist bu akşam oynanacak olan Almanya - İspanya maçından sonra belli olacak ve tarihte ilk kez bir Avrupa Kıtası temsilcisi kendi kıtası dışında Dünya Şampiyonluğu'nu kazanmış olacak.