14 Eylül 2010 Salı

Rüya Gibi...

Her 12 Dev Adam yazımda belirtiyorum bunu ama gerçekten de Polonya'daki hazırlık kampından dönüşte takımın hali pek bir içler acısı gelmişti bana. Sonrasında gelişen akıl almaz sürecin sonunda kendimizi 12 Eylül akşamı ''Alemin Kralı'' A.B.D karşısında final oynarken bulduk.

Finale kadar gelişen süreç aslında hep yapmamız gereken şeylerden oluşuyordu. Savunma dozajının sertliğini öyle bir ayarladı ki takım, Çin karşısında yalnızca 40 sayı yediler ki tam 54 yıl sonra bir dünya şampiyonasında bir takım 41 sayıyı bulamadı. Grubun en önemli iki maçı Rusya ve Yunanistan maçlarıydı ve iki maçı da yine savunma performanslarıyla kazandık. Rusya maçında Kerem Gönlüm sorumluluk alarak takımı diri tutarken, Yunanistan maçının yıldızı Ersan İlyasova oldu. Bir sonraki Porto Riko maçı Milli Takım'ın grupta en zorlandığı karşılaşma oldu ama üçüncü çeyreğin ortalarında 10 sayı geriye düşen takımın maçı kazanacağından da bir hayli emindim. Zaten son topa bıraktığımız tek grup maçı da Porto Riko maçı oldu. Gruptan 5 galibiyetle hasarsız çıkılınca otomatikman hem özgüven hem de moral tavan yaptı ve vites kendiliğinden yükseldi. Fransa maçı da bu paralelde daha hava atışından birkaç dakika sonra bitti. Fransa ne yaparsa yapsın direnemeyeceğini herhalde ilk çeyreğin sonunda anlamıştır. Slovenya bizi ürküten bir rakipti ancak o maçta daha ilk çeyrekte bitti hatta bir ara fark 28 sayılara falan çıktı. Sırbistan maçı bizim takımın finali oldu aslında. Objektif olmak gerekirse, daha iyi oynayan, daha organize olan taraf Sırbistan'dı ama bu kez de Kerem Tunçeri'nin bireysel yeteneği ortaya çıktı. Son çeyrekte 10 sayı attı ki, son sayısı zaten 0.5 saniye kala gelmişti ve Sırpların ipini çekmişti. Finale çıkınca mental olarak büyük bir rahatlama geldi takıma. Genç A.B.D takımına karşı oyunun hiç bir anında direnemedik. Savunma dozajını sertleştirdiklerinde potaya bakamadık ve neticesinde ''rahat'' bir mağlubiyet aldık.

Tanjevic bir anda kahraman oldu bu turnuvanın sonunda. Özür dileyen dileyene kendisinden. Ben kendi adıma özür falan dilemeyeceğim. Hatta bu kadar basit olması gereken birşeyi bu kadar zorlaştırmasına gerek de yoktu. Neticede ne Fransa, ne Slovenya, ne de Sırbistan buraya as kadrolarını getirmişti. Sırbistan'ın elediği İspanya dahi on kaplan gücündeki Pau Gasol'den yoksun çıktı maçlara. Ben bu takımın Hidayet olmadan neler yapabileceğini hesaplayamıyorum. Daha Hidayet'in yerine Hidayet ayarını bırak, yarısında bile bir adam yetiştiremedik. Tunçeri, Hidayet ve Gönlüm'ü dışarı attığımızda geriye kalan oyuncular en az dört beş turnuva daha oynayabilecek yaştalar. Pota altımız çok genç ve Semih ve Aşık'ı şimdiden NBA'ye gönderdik. Oradaki idmanlarla çok daha gelişkin oyuncular olurlar, inşallah süre de alırlar ama benim asıl takıldığım konu bir türlü bir tarz geliştirememiş olmamız. Yani hep bir kaos basketbolu, hep bir anlık başarı peşindeyiz. Son üç Dünya Şampiyonası'nda belirgin bir yükseliş var kabul ediyorum. dokuzunculuktan, altıncılığa oradan da ikinciliğe geldik. Bir Sırbistan, bir İspanya ve bir de A.B.D şampiyonlukları gördük bu süreçte. Hep 2010'a hazırlanıyoruz diyorduk ama bence ikinciliğe rağmen ortada hiç bir hazırlığın olmadığını gördük.

Herkes rüyadan bahsetti ben de işin eksi yönlerini ele alayım dedim biraz. Yoksa bu turnuvada ikinci olan takım önümüzdeki Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final bile göremezse Ezel'de ki Ali gibi ''Noluyo lan?'' demeyelim. Takımımız bir ''ritim ve kaos'' takımı maalesef. Galip gelirken ezip geçiyoruz ama mağlup olurken de direnemiyoruz. Hidayet'in en az 2 turnuva daha yanımızda olması gerekiyor bence. Hem abilik yapmaya devam etsin, hem de takımın dişlileri biraz daha otursun. Maddi, manevi, her türlü yani!..

Hiç yorum yok: