4 Mayıs 2009 Pazartesi

Galibiyet Prangası

Akşama doğru gelen Sivasspor'un mağlubiyet haberi ekstra bir doping olmalıydı aslında Beşiktaş için ancak maçın başlamasından itibaren kazanma zorunluluğun yarattığı stresin beyinlerden ayaklara indiğini anlamamız gecikmedi.

Fenerbahçe'nin ölüsünün dahi derbi kazanmaya yettiğini anladık artık. Sezon boyunca derbi kaybetmemek nasıl büyük bir başarıysa, şampiyonluk yarışının uzağında kalmakta o derece sorgulanması gereken bir durum Fenerbahçe Camiası için. Beşiktaş ise ikinci kez hem de İnönü'de oynadığı maçlarda ayağına gelen liderlik şansını geri çevirdi. Bursaspor maçında en azından mücadele etmişlerdi ancak bu kez gerilim o kadar fazlaydıki, topu ayağına alan futbolcu ne yapacağını şaşırıyordu (Ernst ve Holosko'yu ayırmak isterim bu cümlenin içinden). Buna rağmen Beşiktaş kazanabilirdi ancak özellikle Mustafa Denizli'nin yanlış tercihleri ve Yunus Yıldırım'ın kararları galibiyet ya da en azından puan ihtimalini ortadan kaldırdı.

Çok para verildiği ve tribünlerin çok sevdiği bir oyuncu olduğu için ayriyetten kaptanlık pazubandının da etkisiyle Delgado'ya biraz daha töleranslı yaklaşırım kendimce ama artık yüksek sesle söyleyebilirimki; Delgado Beşiktaş'ta oynayabilecek ayarda bir futbolcu değil. Tam sorumluluk alması gereken zamanlarda ''saklambaç oynaması'' affedilecek gibi değil. Tello'nun da dün sahada ''yokları oynaması'' Beşiktaş'ın kaderini belirlemeye başlamışken, Güiza'nın attığı gol herşeyin üstüne tuz biber oldu. Gol esnasında Semih'in Gökhan Zan'a yaptığı hareket çok net bir faul. Hakemin ve yardımcısının bu poziyonu süzememesi ise inanılmaz kritik bir hata. Güiza'nın gol vuruşu ise gerçekten çok klastı. Golden sonra oyun iyice kilitlendi zaten. Biraz Ernst, biraz da Holosko ayakta kaldı Beşiktaş'ta. Hücum ederken bir türlü gerekli kalabalığı sağlayamadılar. Bobo bile forvet olduğunu unuttu bu maçta zira kendisini sık sık orta saha çizgisinde izledik. Ekrem Dağ birkaç maçlık iyi performasına rağmen dün tam anlamıyla ''adım atmadı'', liderlik prangasına vurulduğu her halinden belliydi. İkinci yarıya Yusuf ile başlamak doğru bir karardı çünkü Delgado 'sıfırı tüketmişti''. Ama Yusuf'ta futbol oynamak yerine perişanları oynayınca, bir de üstüne Semih'in golü gelince güzel başlayan gece kabus oluverdi Beşiktaş için. İkinci golde de yardımcı hakemin hatasının kurbanı oldu Beşiktaş çünkü Ali Bilgin asist yapmadan önceki pası aldığında ofsayt pozisyonundaydı.

Maç 2-0'a gelince iş bitti dedik doğal olarak ve maçı izlediğimiz mekanı terkedip eve doğru yola çıktım. Eve geldiğimde de Holosko'nun füzesi karşıladı beni. Bireysel çabayla gelen gol dahi Beşiktaş'ın prangalarını çözmeye yetmedi ancak buna rağmen Yunus Yıldırım bu kez Selçuk'un Ernst'e yaptığı net faulü yani penaltıyı süzemeyerek maçtaki (kendi adına) ikinci büyük hatayı yapmış oldu. Eğer hakem o penaltıyı çalsa ve penaltı gol olarak sonuçlansa o rüzgarın maçı nereye götüreceği belli olmazdı.

Mustafa Denizli'nin 70. dakikada Serdar Özkan'ı kurtarıcı olarak oyuna sürmesi ve oyundan Ernst'i çıkarması ise tam bir komediydi çünkü herkes biliyorki Ernst sahada 90 dakika boyunca ''hazırolda'' beklese dahi Serdar Özkan'dan daha faydalı olacaktı Beşiktaş'a. Bu değişikliği Beşiktaş'ı izleyen 8 yaşındaki bir çocuk bile yapmazdı.

Gündüz kuşağındaki Gaziantepspor - Sivasspor maçında Selçuk Dereli'nin ''Sivasspor kokan'' yönetimini, akşam kuşağındaki Beşiktaş - Fenerbahçe maçındaki kritik ''sessiz kalışları'' görünce komplo teorilerini sevmeyen ben, ''acaba Sivasspor'un arkasında itici bir güç mü var?'' diye sordum kendi kendime... Sonra ''Olabilir'' dedim... Sivasspor güçlü bir camiaydı çünkü(!)...

Hiç yorum yok: