1 Aralık 2009 Salı

Beşiktaş Fırtınası...


Bugünlerde en çok konuşulan şey Beşiktaş'ın hükmen kazandığı Ankaraspor maçıda dahil olmak üzere ligde oynadığı son sekiz maçın tamamını kazanıp 24 puan toplaması ve ligin henüz altıncı haftasında 12'şer puan geriye düştüğü Galatasaray'ın önüne geçip, Fenerbahçe'nin de 1 puan arkasına gelmesi. Öncelikle Beşiktaş'ın sekiz maçlık serisini listelemek isterim:

Ankaraspor - Beşiktaş: 0-3 (Hükmen)
Beşiktaş - Denizlispor: 1-0 (Tabata)
Beşiktaş - Kasımpaşa: 2-1 (Nihat, Bobo)
Eskişehirspor - Beşiktaş: 0-1 (Ekrem)
Beşiktaş - Ankaragücü: 1-0 (İsmail)
Trabzonspor - Beşiktaş: 0-2 (Ernst, Bobo)
Beşiktaş - Fenerbahçe: 3-0 (Fink, Bobo, Uğur)
Sivasspor - Beşiktaş: 0-1 (Bobo)

Ankaraspor maçını dışarıda bırakırsak yedi maçta atılan toplam 11 gol ve karşılığında kalesinde gördüğü yalnızca bir gol var Beşiktaş'ın. Arada Wolfsburg'a kendi sahasında 3-0 kaybettiği ve ardından deplasmanda Manchester United'ı 1-0 mağlup ettiği maçlarda var siyah beyazlı takımın. Bu seri için ''tesadüf'', ''kısmet'' ya da ''bal'' gibi sıfatlar kullanmak biraz ayıp olur. Toplam 24 puan geriden gelip daha devre bitmeden ligin zirvesine gelmek ve yarışa yeniden dahil olmak öyle her babayiğidin harcı değil. Peki Beşiktaş'ın bu başarısındaki temel faktörler neler?

1- Matteo Ferrari: Hiç abartmadan ve tüm samimiyetimle söylüyorum; futbol izlemeye başladığımdan beridir ligimizde oynayan en iyi defans oyuncusuna sahip Beşiktaş. Matteo Ferrari bir stoperin ne yapması ve ne yapmaması gerektiği hakkında o kadar engin bilgiye sahip ki, O'nu izlediğim her maçta hayretim bir kat daha artıyor. Ferrari, Beşiktaş'ın belki de son yirmi yılda yaptığı en iyi transfer. Özellikle yakalanan bu seride hem tecrübesi hem de oyun anlayışıyla Beşiktaş'a tam anlamıyla ''çağ atlattı'' İtalyan oyuncu. Ben futbolcunun bu performansını devam ettirmesi halinde İtalya'nın Dünya Kupası kadrosunda da kendisine yer bulacağını düşünüyorum. Zaten mili takım scoutları Manchester United maçını izledilerse Ferrari'nin yanına bir ''tik'' atmışlardır eminim.

2- Bobo: Gidecek mi kalacak mı diye papatya fallarının açıldığı genç Brezilyalı kafasını biraz futbola verince neler yapabileceğini yine gösterdi. Atılan 11 golün dördüne imza koyan ve Beşiktaş'ın forveti kim olmalı sorusuna ''sert'' bir cevap veren Bobo, yakalan bu ivmenin baş aktörlerinden birisi oldu.

3- Savunma anlayışı: Şu ana kadar oynadığı 13+1 lig maçında yalnızca 6 gol yiyen bir takımdan bahsediyoruz. Kalede Rüştü Reçber ilk tercih doğal olarak. Savunmanın sağında sezon başında İbrahim Toraman'ın sakatlığı yüzünden İbrahim Kaş ile oynayan bu bölgeyi rakipler için ''madene'' çeviren Mustafa Denizli, Toraman'ın dönüşüyle birlikte o bölgeyi emniyete almış oldu. Stoperde Sivok ve Ferrari'nin yakaladığı uyumun yanısıra, sol bekte İbrahim Üzülmez'in giderek artan performansının yanında neredeyse dönüşümlü olarak forma giydiği ''çırağı'' İsmail Köybaşı'nın getirdiği dinanizm ve rekabet olgusuyla birlikte Beşiktaş'ın savunma dörtlüsü neredeyse bir ''duvar halini'' almış durumda. Tabi bu duvarı ören iki usta işçiden bahsetmemek olmaz. İki soğukkanlı Alman Ernst ve Fink bu duvarı bir sanatkar inceliğinde örerek savunmanın geçilmezliğini pekiştirmenin yanında attıkları kritik gollerle de takımlarında hayat verdiler. Sivok, Ferrari, Ernst ve Fink bu takımın yediği 6 golü engelleyemediler belki ama beraber oynadıkları maçlarda yakaladıkları uyumla rakip takımlara ''kabus'' yaşatmayı başardılar.

4- Kolej takımı havası: Aslında çok klişe ve bunaltan bir tümcedir ''Kolej Takımı'' ancak Beşiktaş bu günlerde yakaladığı ivmeyi aslında bu tümceye çok yakıştırıyor. Nihat'ın attığı ilk golden sonra tüm takımın O'nu tebrik etmek için sıraya girmesi, Hakan Arıkan'a saha içinde verdikleri destek, Rüştü'yü Manchester United maçından sonra bağırlara basmak Beşiktaş'ın gerçekten ''takım'' olduğu hissini sonuna kadar yaşatıyor. Son Sivasspor maçında golü kutlamak yerine Bobo'nun sakatlığı için ''çırpınan'' futbolcuların hali aslında Beşiktaş'ın nasıl kenetlendiğini gösteriyor bize.

Bu saydığım faktörlere başka faktörler de eklenebilir ancak haddim olmayarak belirtmem lazım ki, Mustafa Denizli yakalan bu ivme de belki de en az katkısı olan isimlerden birisi. Motivasyon konusunda birşey söyleyemeyeceğim ancak sahaya çıkardığı savunma takımları yüzünden yedi maçlık serinin beş maçını ancak tek farkla kazanabilen Beşiktaş'ın daha rahat skorlu sonuçlar almasına bir anlamda engel teşkil etti Mustafa Denizli. Özellikle Manhester United maçında ''kanımı donduran'' tercihlerle sahaya çıkan Mustafa Denizli'ye haketmediği payelerin verilmesine şiddetle karşı çıkıyorum. Trabzonspor maçı da dahil olmak üzere Beşiktaş taraftarlarının hemen her maçı ''dokuz doğurarak'' izlemesi aslında takımın değil Mustafa Hoca'nın gereksiz korkaklığından kaynaklanıyor. Kısaca Beşiktaş'ın yakaladığı bu ivmedeki temel faktörler arasında bana göre Mustafa Denizli'nin çok büyük payı bulunmuyor.

Son olarak eklemek isterim: Hiç kimse Beşiktaş taraftarını gösterdiği tepkiler için eleştirmesin. Beşiktaş yalnızca futbol takımından ibaret değil ve bir spor kulübü ve bir şirket olarak hala kötü yönetiliyor ve Yıldırım Demirören ve ekibinin bir an önce istifa etmesi gerekiyor. Futbol sahasında yakalan başarılar yüzünden sümenaltı edilen gerçeklerin faturasını 2010 Dünya Kupası'na katılamayarak ödeyen Türk Futbol Camiası aslında bu tip olaylara ve hüsranlara hiçte yabancı değil.

Hiç yorum yok: