28 Ağustos 2009 Cuma

İnanmak Başarmanın Yarısıdır

Gol yemeden 3 gol bulması gereken Trabzonspor sahaya tek forvet ve çift ön liberoyla çıkmıştı. Toulouse ise etkili oyuncularını yedek kulübesinde bırakarak ''Nasıl olsa bitti bu iş'' havasını iliklerine kadar hissediyordu.

İlk yarının ''al gülüm ver gülümle'' geçtiğini söyledi spiker devre arasında. İstanbul takımlarının maçları bitmiş sıra bizim takımın maçının hiç olmazsa ikinci yarısını izlemeye gelmişti. Etrafıma baktım benden başka ''bir laz daha'' maçı izlemek için Gölge Cafe'de yerini almıştı. Oturduğum koltuğa iyice kaykıldım, hatta sol ayağımdaki ayakkabıyı çıkardım, ayağımı önümdeki sehpaya uzatıp Kazım Abi'ye bir çay siparişi verdim. Sigara içinde özel iznimizi kaptıktan sonra ''formalite maçını'' izlemek için gerekli ambiyansı oluşturmuş oldum.

Arkadaki ''laz'' heyecanlıydı sadece 45 dakika kalmış olsa dahi, rakip bizden güçlü ve gol bulma potansiyeli bize göre daha yüksek görünse dahi o adam inanıyordu tura. Ben inanmıyordum, içimde ufacık bir inanç vardı tabi ya olursa tadında ama Tayfun Cora'yı izledikçe ''Bu adamın oynadığı takım Avrupa Ligi'nde oynamamalı'' dedim kendi kendime. O ara Colman bir şut çıkardı, top bir iki metre kenardan auta gitti, bizim laz ''Hadi beee'' diyerek ayağa fırladı, arkamı dönüp baktım, iki elini başının arasına almıştı. Adam inanıyordu. Utandım kendimden, doğruldum birazcık. Spikerde inanıyordu, belki de inanıyormuş gibi yapıyordu. Ataklardan sonra ''Haydi Trabzon'' diyince yüreğim cız ediyordu. Trabzonspor'a birisi Trabzon diye hitap ettiği zaman içim cız eder her zaman, sanki bütün şehir, bütün ırkımız, soyumuz, sopumuz sahadaymışız gibi gelir Milli Takım'ın reklam filminde olduğu gibi. 55. dakika falandı bir karambol oluştu, Ceyhun gelişine asıldı, top rakibe çarpıp yön değiştirdi ve filelerle buluştu. Kendimi ''laz kardeşimle'' sımsıkı sarılırken buldum. Bizden güçlü bir rakip önünde belki de turu geçemeyeceğimizi bile bile deliler gibi sevindik gole. Yanımdaki koltuğa geldi kardeşim, ayakkabımı giyip doğruldum ben de. Neden olmasın dedik. Selçuk İnan'dan, Tayfun Cora'dan, Giray Kaçar'dan, Gökhan Ünal'dan, Umut Bulut'tan daha çok inanır olduk bir anda. Serkan Balcı'nın, Ceyhun Gülselam'ın, Tony Slyvia'nın duygularını paylaştık. Camianın yapamadığını yaptık... Kenetlendik... Birlik olduk... Barış Memiş'i farkettim sonra. 11 numaralı forması kan ter içindeydi ama forması 11 numaraydı. O numarayı Yattara giyiyordu normalde. Barış'a hiç yakışmadığını gördüm. ''61 numara pek bir güzel duruyormuş'' dedim sakatlık arasında laz kardeşime. ''Niye değiştirdilerki'' dedi. 61 numara bir Trabzonlunun üstünde olmalıydı. Dün gece bunu farkettim ama Tayfun Cora'nın değil... İnanan, inatçı, hırslı bir Trabzonlunun üzerinde. O ara Gökhan Ünal dünyanın en kolay golünü üstüste iki defa kaçırdı. Dakika 74 civarıydı yanlış hatırlamıyorsam, gol için ''ne kadar güzel bir dakikaydı''. Belki o zaman Selçuk İnan bile inanabilirdi tura. Cesaret gelir ''deli gücüyle'' oynardı herkes. Gökhan'ın kaçırdığı gole öyle bir reaksiyon vermişiz ki, dışarıda kağıt oynayan Kastamonulu, Balıkesirli, Samsunlu, Ordulu, Rizeli Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar içeri geldiler. ''Bu maçta birşeyler oluyor'' dediler. Son onbeş dakika dahi olsa maçı izlenebilir bir hale getirmiştik. Toulouse'un garip isimli teknik direktörü Casanova panik olup apar topar Gignac'ı sürdü sahaya. Tip olarak Robbie Keane'i andıran bu antipatik Fransız'ın oyuna girdikten sonrali tek amacı ''pislik yapmak'' ve ''zamandan çalmak'' olmuştu. Fransız takımı bile turun riske girdiğini görmüş ancak bizim altı, yedi oyuncumuz hala bunu farkedememişti. Tamam Tayfun Cora lazdı ve bunu belki 3 gün sonra idrak ederdi ancak mesela Gustavo Colman bunu neden farketmiyordu. Turu geçebilirlerdi... 90 dakika 0-1 bitti. Ülke puanına katkı yaptık. Laz kardeşimle vedalaştık, o sağa ben sola döndüm. İçin elvermedi. ''Ne tarafa gidiyosun, gel bırakim toprağaam'' dedim. Trabzonsporlu olmanın ayrıcalığını iliklerime kadar hissettim. Öyle ya hepimiz Trabzonluyduk... Trabzonsporluyduk...

2 yorum:

omanim dedi ki...

bende trabzona bağlı vakfıkebir ilçesinde maça 10 dakika kala kahveye gittiğimde ilk maçın farklı kaybedilişi ve maçın 22.00 de oluşu(millet bir gün sonra fındık toplamaya gidecek)dolayısıyla fazla kalabalık olmayacağını düşünmüştüm.kıçımın altına bir sandalye bulduğumda maçın beşinci dakikası oynanıyordu.istanbul maçlarının da esamesi okunmuyordu sadece telefonuma gelen mesajlardan takip edebildim.

Faruk dedi ki...

Orası memleket tabi, İstanbul'da asimile olmayınca lejyoner muamelesi görmen normal :)