7 Ocak 2010 Perşembe

Avatar


2012 her ne kadar görsel olarak bir şölen anlamı taşısa da, filmi izledikten sonra altının ne kadar boş bir konuyla doldurulduğunu görünce hayal kırıklığına uğramıştım. Neticede her ne olursa olsun, koskoca yeryüzünün haritası tepeden tırnağa değişirken, üzerinden limuzinle uçulan büyük çökükler gözlerimde ekşi bir tat bırakmıştı. (İyice film eleştirmeni moduna girdiğimi kabul etmeliyim)

Görsel şölen ziyafetinde sıra Avatar'daydı. Titanic'ten sonra ilk filmini çekmiş olan James Cameron'ın bütün mesaisini bu işe harcadığını öğrensemde, 2012'den sonra herhangi bir film için bu kadar fazla beklentiye girmemek için kendime verdiğim sözü tutup, salona alelade bir bilim-kurgu izleyecekmiş edasıyla girdim. İlk anlarından itibaren başlayıp yaklaşık 3 saat boyunca izlediğim ''şeyin'' (bu filmse diğerleri ne?) etkisinden uzun süre kurtulamadım.

''Filmi izlemeyenler varsa bundan sonrasını okumasın'' diyerek biraz biraz konuya dalmak isterim. Herşeyden önce yıllardır uzaylıların Dünya'ya saldırılarını izler (Signs, Independence Day, The Day The Earth Stood Still vb...) her daim ''Yahu bir kez de bizimkiler bir gezegene çıkartma yapsa ya'' diye hayıflanırdım. Dünya vatandaşlarının Pandora gezegenine, hem de yalnızca değerli bir maden için (Aşmışız artık!) yerleşmeleri, burada o gezegende yaşayan yerli halkı ikna için, onlarla iletişim kurmaları, hatta çocuklarını okullarda eğitmeye varıncaya kadar kurulan ilişkilerin içerisinde, ayrıca gezegene dışarıdan gelen davetsiz misafirlerden rahatsızlık duyan kabileleri (ya da klanları) görmek, onların isyanını izlemek, resmen ağzımdan salyalar akmasına neden oldu. Bir de tüm senaryonun içine mükemmele yakın şekilde uygulanan animasyonlar ve yabancı bir gezegenin muhteşem görselliğini ekleyin. (Özellikle geceleri çekilen sahnelerde gökyüzünde görülen başka başka gezegenler falan...) O gezegene has hayvanlar, bitkiler ve tabi ki zeki varlıklar. ''Eywa'' adını verdikleri kutsal ağaçları, (Yalnız kutsal mutsal, Eywa harbiden tanrıymış) uçan yırtıcıları ve hemen hemen yaşayan tüm varlıklarla kurulan bedensel bağlar filme inanılmaz ekstra lezzetler katmış. Klişelerde yok değil tabi ki. ''Savaş kaşarı'' boyutunda bir albayın, gezegeni illaki darma duman etmek istemesi, kullandığı cümleler (Hadi beyler, bu akşam yemeği evde yemek istiyorum vb...), Filmin yardımcı ve iyi karakterinin mutlaka ölmesi (Grace karakteri) gibi ''klasikleri'' içinde barındırsa da film tam anlamıyla ''Körün istediği bir göz'' oldu benim için.

Avatar sinemacılık aleminin en hit filmlerinden birisi hiç kuşkusuz. Daha şimdiden dünyanın en çok hasılat yapan filmleri sıralamasında 3 numaraya yükselmiş durumda ve yakın zamanda birinciliği ele geçirmesi hiç sürpriz bir sonuç olmayacak. Filmi izlemeyen birisi buraya kadar yazılanları okuduysa, hiç üzülmesin zira belki konuyu anlattım ama benim burada ifade etmeye çalıştıklarım yalnızca buz dağının görünen kısmının belki de onda biri. Bir an önce gidip görün derim ben...

1 yorum:

yavuss dedi ki...

Muhteşem bir film son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biriydi.